Görüşler

'Görsel medya akademisyenliği’ yeni bir bilim alanı mı?

'Görsel medya akademisyenliği’ yeni bir bilim alanı mı?

İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik 'Hangi bilim alanıyla ilgilenirsek ilgilenelim bilim ahlakını gözetmezsek hem kendimize ve hem de savunduklarımıza zarar vermek mümkün' diyor.

Bilim geleneği olan gelişmiş ülkelerde, olgunluk yaşına gelmiş ve ilgili bilim alanlarında kendini ispatlamış bilim insanlarının aynı zamanda bilim felsefesi ve benzeri konularda da yazabildiklerini ya da bu konularda değişik platformlarda konuşmalar yaptıklarını biliyoruz. Bu yetkinlikte olan bilim insanlarının en belirgin özellikleri kendi akademik alanlarında tecrübeli, binlerce öğrenciye ders anlatmış, onlarca lisansüstü akademisyenin yetişmesine de katkıda bulunmuş olmaları. Kitapları ve onlarca saygın makaleleri olan bu insanlar aynı zamanda bilim geleneğinin oluşmasında ve sürdürülmesinde de rol model olabiliyorlar. Kendilerini alanlarında ispatlamış bu olgunluktaki bilim insanlarının, yeni uğraşı alanlarında ortaya koydukları fikirler ve görüşlerin toplumsal bir karşılığının olduğu ve dedikodu kültüründen uzak durarak bir boşluğu doldurduklarını da kabul etmek lazım.

Şüphesiz bilim insanlarının önemli bir görevi de toplumu “bilim toplumuna” dönüştürmede rol üstlenmeleridir. Hatta bilim geleneği olan ülkelerde bilim insanlarının çantalarını kaparak ilköğretim çağı çocuklarını nasıl bilime teşvik ettikleri, onların düzeyinde bilimsel konuları anlatarak, bilimi sevdirmeye çalıştıkları, bunların arasından geleceğin bilim insanlarının çıkmasına katkı sağladıkları da ayrı bir vakıadır. Bilim konusunda topluma karşı sorumluluk taşıyan bilim insanlarının, bilimin saygınlığını korudukları, toplumun da bu akademisyenlere saygı gösterdiği, taktir ettiği bilinir.

Söz konusu toplumlarda akademisyenler arasında az sayıda da olsa bilim kurumlarından ayrılarak medyayı tercih edenler, magazin programı yapmayı meslek edinenler de var. Ancak bunlar bilim alanıyla ve akademik çalışma alanı ile ilişkisini kesenlerden oluşuyor ve üniversitelerden aldıkları akademik ünvanları bu tür programlarda kullanmıyorlar. Daha doğrusu bizdekinin aksine profesörlük, doçentlik gibi akademik ünvanlar sadece üniversite ortamında kullanılıyor. Oysa bizde emekli bile olsak ölünceye kadar alınan akademik ünvanlar hayat boyu da geçerliliğini sürdürüyor.
Maalesef ülkemizde henüz rüştünü ispat etmemiş, kendi bilim alanında varlığı ya da yokluğu fark edilemeyecek kadar körpe olan birçok üniversite mensubu akademisyenin, bugün hem de alan sınırlaması gözetmeksizin görsel medya kuruluşlarında arz-ı endam ettikleri ve bu durumda olanların sayılarının gün geçtikçe arttığı görülüyor. Bundan 20 yıl önce bu kadar bilim insanı görsel medyada boy göstermezken çok şükür! bugün yüzlercesini halkımız televizyon ekranlarında seyrediyor. Şüphesiz bilim insanlarının kendi bilim alanları ile toplumu makul ölçülerde bilgilendirmesi konusunu burada belirtmeye çalıştığım görsel medya bağımlılığının dışında tutmak lazım.

Özellikle aralarında bilim yöneticisi konumda olanları (dekan, rektör vb gibi) bu programlarda izlerken, hele bir kısmının kadrolu program yapıcısı ve katılımcısı olduklarını da düşününce bu kişilerin asli görevlerini acaba kimler üstleniyor diye düşünmemek mümkün olmuyor. İster istemez bu kişilerin asli görevlerini ne kadar ciddi yapabildiklerini, nasıl zaman ayırabildiklerini insan merak ediyor. Görünen o ki bir kaç televizyonda gözükmek ve magazin programı yapımcısı gazetecilerle birlikte birkaç söz söylemek bu insanlarımıza daha cazip geliyor. Merak ediyorum bu medya tutkunu akademisyenlerin kendi alanlarında yaptıkları dişe dokunur ne kadar araştırmaları ve ne yayınları var? Görsel medyada sık rastladığımız akademisyenlerin bilimsel performansları konusunda yapılacak bir araştırma, bu zevatın akademik başarıları konusunda topluma bir fikir verecektir.

Alakalı alakasız her alanda konuşmak ve kendilerini bu konuda yetkin görmek nasıl bir bilim anlayışı ya da algısıdır. Akademisyen kimliği ile görsel medyadan hiç eksilmeyen bu arkadaşların bu cesa
retlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor. Bu işi alışkanlık haline getiren akademisyenlerin sayısının her geçen gün artması hayra alamet midir? Bu alanın genç akademisyenlere cazip gelmesinde ve bu alana yönlendirilmelerinde mevcut politik ortamın ve politika inşa edenlerin bir dahli var mıdır? İktidar ve muhalefet partilerinin aleni sözcülüğüne soyunmak bilim insanlığının ne tarafına düşüyor? Ne derece bilim insanı olmak ile örtüşüyor? Bu alanda ortaya çıkan mevcut durumun sebepleri konusunda da şüphesiz düşünmek ve durmak gerekir. Henüz genç bilim insanlarının alanında bilgi üretmesi yerine medyada arz-ı endam etmelerini teşvik eden günü kurtarmanın dışında gelecek ile ilgili fazla endişesi olmadığını düşündüğüm siyaset kurumunun bu hususta bir vebali yok mudur?

Bir zaman önce tesadüfen göz attığım bir televizyon programında alanı tarih olan genç bir akademisyen evrenin ve canlıların yaratılışı ile ilgili bir tartışma programının konukları arasındaydı. Tartışılan konu ile ilgisi bir ara merak edilince 3 ay hocası olmadığı için kendi fakültesinde antropoloji dersi verdiğinden ve kendi ifadesiyle konuyu “seller sular gibi yuttuğundan” söz ediyordu. Hayret ettim. Bu nasıl bir cesarettir. Ben 40 yıldır biyokimya alanı ile ilgileniyorum. Böyle bir konunun tartışıldığı bir platformda konuşmacı olmaya cesaret edemem. Konuyu en azından uzmanları tartışsın derim. Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Bir hukukçu Kovit 19 tartışmalarına rahatlıkla konuk olabiliyor. Bırakın bunları etkeni bir virüs olan bir salgını kimler tartışmıyor ki? Uzmanlık alanı temel olarak viroloji ve enfeksiyon hastalıkları olan bir alanı, tartışmayan ve görsel medyada bu konuda konuşmayan tıp alanlarında ve tıp dışından olan alanlardan bilim mensupları neredeyse kalmadı!

Aklıma gelen bir başka örnek, birçoğumuzun hatırlayacağı algı ve yorum yeteneği yüksek ve onlarca eser bırakarak bu dünyadan ayrılan merhum bir ilahiyatçımız. Ancak popülist bir yol izlediği ve dini mevzuları magazin programları seviyesinde tartışmaya açtığı için anlattıkları sadece bu programları izleyenler tarafından itibar gördü. Oysa bu bilim insanı biraz bilim insanı saygınlığı ve duruşundan ödün vermeden belki de medyada fazla gözükmeden fikirlerini ağırlıklı akademik dünyada ifade edip, davranışlarıyla da fikirlerine saygınlık kazandırabilirdi. Zaman zaman tanıdığım görsel medya üzerinden görüşlerini serdeden genç ilahiyatçı arkadaşlara aman magazinleşmeyin uyarısında bulunduğum olmuştur. Bazen farkında olmayarak savunduklarımıza itibar kazandırmaya çalışırken, savunduğumuz değerlerin itibarsızlaştırılması da söz konusu olmaktadır. Bu noktadan hareketle hangi bilim alanıyla ilgilenirsek ilgilenelim bilim ahlakını gözetmezsek hem kendimize ve hem de savunduklarımıza her zaman zarar vermek mümkün olmakta.

Ne dersiniz. medyatik akademisyenliğin ivme kazandığı günümüzde Yüksek Öğretim Kurulu bu yeni alanı ayrı bir bilim alanı olarak kabul etsin mi!!!

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir