Görüşler

137’lerden Törökul Aytmatov

137’lerden Törökul Aytmatov

Taner Ay, 20’nci yüzyılın en büyük romancılarından biri olan Cengiz Aytmatov’un babası olan ‘Bolşevik’ bir devlet adamı Törökul Aytmatov’a mercek tutuyor.

Törökul Aytmatov, Sovyetler Birliği Komünist Partisi mensubu ‘Bolşevik’ bir devlet adamı olarak Kırgız Özerk SSC’ndeki Sanayi ve Ticaret Halk Komiserliği’nin ve Ekonomi Konseyi’nin başındaydı. Gece gündüz, dur durak bilmeden, hidro enerjinin geliştirilmesi, demir yollarının kurulması, kömür rezervleriyle maden yataklarının araştırılması ve yerel yönetici kadrolarının parti politikalarına nazaran yeniden yapılandırılması için çalışıyordu. Ancak Stalin zalimlerin ve katillerin dışındaki herkesten nefret ediyor, her SSCB yurttaşının birer ‘Mankurt’ olmasını istiyordu.

Kökleri eski Orta Asya halkları arasında çok yaygın olan bir işkence yöntemine dayanan mitik ‘Mankurtlaştırma’, kişinin saçları kazındıktan sonra devenin boyun derisinin gerdirilerek kafaya geçirilmesiyle başlıyordu. Sonra, kafasına deve derisi geçirilmiş kişi, kızgın çölde güneş altında birkaç gün bırakılıyordu. Bir süre sonra sıcağın etkisiyle deve derisi büzülüp kafaya iyice yapışıyor ve kazınan saçlar da yeniden uzuyordu. Ama, deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleştiğinden, uzayan saç telleri onu delip dışarıya doğru çıkamıyorlardı. Bu nedenle, saç telleri, ters dönüp, kendilerine kafanın içinde yol yapıyorlardı. Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde tersine uzayan saç telleri yüzünden, işkence edilen kişi büyük acılar çekiyordu. Bu acılara dayanamayan zavallı, sonunda hâfızasını yitirip, kimseyi tanıyamaz ve aklını çalıştırıp düşünemez hâle geliyordu. Artık, o kişi, işkencecisi ne söylerse, onu yapan bir ‘Mankurt’ sayılıyordu. Kırgız romancı Cengiz Aytmatov, ‘Gün Olur Asra Bedel’ (Cem Yayınevi, 1982) romanında, öz benliğini yitirerek kimliksizleşen ve sonunda düşmanın kuklasına dönüşenler için ‘Mankurt’ deyince, ondan iktibasla, aynı kavram, psikoloji literatüründe, ‘ kimlik değiştirerek özüne yabancılaşan’ hastalar için kullanılmaya başlanmıştır.

Törökul Aytmatov’un bahtsızlığı, 1936 ile 1938 arasındaki ‘Büyük Temizlik’ veya ‘Büyük Terör’ yıllarında, özüne yabancılaşmamış bir ‘parti seçkini’ olmasıydı. Oysa, Stalin, ‘parti seçkini’, ‘sosyal açıdan şüpheli’ ve ‘etnik açıdan tehlikeli’ kim varsa, hepsinin ortadan kaldırılması için NKVD’nin başındaki Yejov’a talimat vermişti. Aslında ‘Büyük Temizlik’ veya ‘Büyük Terör’ denilen sıradanlaştırılmış kötülük, yediden yetmişe bütün Sovyet vatandaşlarını ‘Mankurtlaştırma’ operasyonuydu. Törökul Aytmatov, başta duyduklarına inanmak istemez, ama bir müddet sonra ‘parti huzurunda temiz’ bildiği insanların yok olduklarını görünce, kendisinin de yakın bir zamanda tutuklanacağını anlayıp eşini ve dört çocuğunu köyüne göndermeye karar verir. Yanılmıyordu. Törökul önce Kırgızistan’a çağrılıp partiden ihraç edilir, ardından da Kırgızistan SSC’sinin İç İşleri Komiseri olan Lotsmanov, onun tutuklanması yönündeki talebini Moskova’ya iletir. Roza Aytmatova’nın yazdığına nazaran, 1 Aralık 1937 günü NKVD’den Frinovskiy Gusev’in ekibi Vorovskiy Caddesi üzerindeki 25 kapı numaralı apartmanın 15 numaralı dairesine baskın yapıp Törökul’u tutuklar (Tarihin Ak Sayfaları, s. 138, 2011). Moskova’da bir süre NKVD’nin işkence odalarında tutulduktan sonra Frunze’ye getirilen Törökul, orada 5 Kasım 1938 gecesi saat 23.05 ile 23.25 arasında, Alekseyev’den, Zaytsev’den, Baldırev’den ve Batner’den oluşan mahkeme heyetinin huzuruna çıkarılır (N. Moldoliyeva, A. Küçükyıldız, T. Ekinci, s. 20, 1997). Bundan sonrası Aytmatov ailesi için 53 yıl boyunca bir ‘bilinmeyen’ olarak kalacaktır.

Törökul’un karısı Nagima’nın yaptığı birkaç başvurudan sonra, ona 22 Kasım 1938 günü, ‘Kocanız yargılanmış ve mektup yazma hakkına sâhip olmadığı uzak bir kampa gönderilmiştir’ şeklinde yanıt verilmiştir. 24 Ekim 1939 günüyse Beriya’ya yazarak, kocasından epeydir hiçbir haber alamadığını belirterek, onun hayatta olup olmadığını sorar. Kasım ayında Nagima’ya verilen yanıtta yine Törökul’un uzak sürgüne mektuplaşma hakkının elinden alınarak gönderildiği bilgisi verilir. Stalin’in ölümüne kadar sürekli İç İşleri Bakanlığı’na başvurursa da, farklı bir yanıt alamaz.

Stalin’in ölümünden sonra 28 Mart 1953 günü Pravda gazetesinde Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun GULAG kamplarından 1 milyon 200 bin kişiyi affettiğine ilişkin kararı yayımlanır (Komünizmin Kara Kitabı, s.327, 2000). Aytmatovlar, sevinç içinde, aralarında Törökul’un da olabileceğini düşündükleri GULAG mahkûmlarının dönüşlerini bekler. Ancak dönenler arasında Törökul yoktur. Nagima 10 Kasım 1956 günü yine kocasının akıbetini sorar, bu defa ‘konunun gözden geçirildiği’ şeklinde ‘farklı’ bir yanıt alır. 1957 yılının Ağustos ayındaysa Nagima İç İşleri Bakanlığı’na çağrılır. Orada kadıncağıza kocasının ölüm belgesi tebliğ edilir. Ama, belgede, Törökul’un ne zaman, neden ve nerede öldüğü yazılı değildir.

Aradan 14 yıl geçer, Nagima Aytmatov, kocasının mezarını öğrenemeden, 10 Ağustos 1971 günü yaşama veda eder. Onun ölümünden 14 yıl sonraysa SSCB’nde ‘Perestroyka’ dönemi başlar. Dönemin görece özgürlükleriyle cesaretlenen Bübüra Kıdıraliyeva isminde bir kadın KGB’ye müracaat ederek, Bişkek’in güneyindeki Çonğ-Taş mevkiinde, ‘Büyük Temizlik’ sırasında idam edilerden bazıların gömüldüğü yeri göstermeye hazır olduğunu söyler. Anlattıklarına nazaran, Çonğ-Taş, 1932-1940 arasında ‘kayak merkezi’ olarak bilinmesine karşın, aslında OGPU-NKVD görevlilerine tahsis edilmiş bir konuk eviymiş. Bübüra’nın babası Abıkan Kıdıraliy orada bekçilik yapmış. Kıdıraliy, 1973 yılında ölüm döşeğinde yatarken, kızını çağırmış ve 1938 yılında NKVD’nin Çonğ-Taş’taki eski tuğla imâlâthânesine çok sayıda cesedi gömdüğünü açıklamıştır. Orası Bübüra’nın çocukluğunda saklambaç oynadığı yer olduğundan, mahalli iyi bilmektedir. Ama, Bübüra’nın elinde bir kanıt bulunmadığından, KGB, ilgilenmek istemez. Bununla birlikte, Bübüra’nın anlattıkları, KGB’den sadece Bolot Abdrahmanov isminde genç bir istihbaratçının dikkatini çekmiştir (Tarihin Ak Sayfaları, s. 15-19, 2011).

Bolotov, yetkisi olmamasına karşın, 1991 yılının Nisan ayında Bübüra’nın gösterdiği yeri kazdırmayı başarır. Biraz kazılınca da, eski imâlâthânenin fırınının Bübüra’nın dediği gibi bir ‘toplu mezar’ olduğu ortaya çıkar. Oradan tam 137 kurbanın kalıntıları çıkarılmıştır. İkisinin göğüslerinden, diğerlerininse kafalarının arkasından vurulduğu saptanır. Göğsünden vurulanlardan biri, Törökul Aytmatov’un kalıntılarıdır. Toplu mezarın en altındadır ve kimliği üstünden çıkan iddianameye nazaran açıklık kazanmıştır. İddianamedeki kurşun deliği ve kurumuş kan izi, onun kalbinden vurulduğunun emaresiydi. Kazıda Cusup Abdrahmanov’un ve Abdıray Abdrahmanov’un da iddianameleri bulunmuştur. Bu iddianamelerin toplu mezarda 53 yıl boyunca büyük oranda bozulmadan kalmasını, yetkililer, çukurun dibinin kuru ve sıcak olmasıyla açıklarlar. Kazıya katılan Şayloo Aymanbetov, fırının dibinde bulunan iddianamelerin dışarıya çıkartılınca hava temasıyla kendiliğinden dağılıp döküleceğini düşünerek, çukurun içinde onların fotoğraflarını çeker. Bir yandan Çonğ-Taş’taki toplu mezardan kalıntıları çıkarılan 137 kurbanın kimlikleri saptanırken, diğer yandan da Aytmatov ailesi Törökul’un hapisteki son günlerine ilişkin parçaları birleştirmeye başlar.

Aslında Roza Aytmatova 1975 sonbaharında Talas şehrinde tesadüfen Kasiyet Alapayeva isimli bir kadınla tanışmıştı. Kadın ona ölüm döşeğindeki amcası Teniberdi Alapayev’in 1938 yılında Törökul Aytmatov ile aynı koğuşta kaldığını söyleyince, birlikte adamı ziyârete gitmişler. Teniberdi o yıllarda bir komsomolest olmasına karşın, tutuklanmaktan kurtulamamıştır. Sorguya çekerler, kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek ithamlarda bulunurlar, tekme tokat döverler, tabanca kabzasıyla dişlerini dökerler. Dayanamaz, bayılır. Gözlerini açtığında, başında, dayaktan suratları şişmiş, saçı sakalı uzamış ve açlıktan bir deri bir kemik kalmış altı yedi kişi bulur. Onlardan biri, Teniberdi’yi koğuştaki tutukluların sırayla yattığı tek yatağa taşır. Teniberdi, ertesi gün kendisine yardım edenin Törökul Aytmatov olduğunu öğrenir. Yaklaşık olarak bir yıldır yaşadığı eziyete rağmen Törökul’un ‘Bence burada olanlardan Stalin’in haberi yok. Bir şekilde ona ulaşabilirsek her şey değişir ’ mealindeki düşünceleriyle Teniberdi’yi teselli etmesiyse çok acıdır. Sonraki bir gece Törökul götürüleceğini söyleyerek Teniberdi ile vedalaşır. Gerçekten o gece Törökul’u alırlar, bir daha da koğuşa dönmez. İki gün sonra polisin Törökul’un eşyalarını toplamasıysa, başına kötü bir iş geldiği anlamına geliyordu. Ardından Teniberdi’ye 10 yıl ceza verip, Sverdlovsk’a yollarlar. Roza’ya anlattığına nazaran, 10 yılın sonunda bırakmayıp, hapis müddetini uzatmışlardır. Ancak 1957 yılında serbest çalışma ve göç etme hakkına sâhip olabilir (Tarihin Ak Sayfaları, s. 25-31, 2011).

Teniberdi’nin 1975 sonbaharında Roza Aytmatova’ya anlattıkları, 1991 yılının ilkbaharındaki kazıdan çıkan iddianame ve KGB dosyasındaki belgeler birleştirildiğinde, Törökul’un 5 Kasım 1938 gecesi saat 23.05 ile 23.25 arasında mahkûm edildiği, 5-8 Kasım arasında cezasının infaz edildiği, cesedinin ise Frunze hapishânesinde öldürülen 136 kişininkiyle birlikte kamyonlara yüklenerek gece karanlığında Çonğ-Taş’a getirildiği ortaya çıkıyor. Cesetlerin nakli sırasında NKVD elemanları kamyonların yolunun üzerindeki köylerde yaşayanların dışarıya çıkmalarını engellemişlerdir. Ama bölge halkı uzun yıllar boyunca eski tuğla imâlâthânesinin bulunduğu yerde sokak köpeklerinin toplanıp uluduklarına, ilkbahardaysa oradan çok pis bir kokunun köylere kadar yayıldığına tanık olmuşlardır.

Peki, 137’lerden Törökul Atymatov’un, 20’nci yüzyılın en büyük romancılarından biri olan Cengiz Aytmatov’un babası olduğunu biliyor muydunuz?

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir