Görüşler

Ahlâkî tutarlılık ve küresel çifte standartlar

Ahlâkî tutarlılık ve küresel çifte standartlar

Kendi yaşamında, işinde, sosyal çevresinde ve ülkesinde ahlâkî tutarlılığı değil de gücü esas alan birey, küresel ölçekte bir ahlâksızlıkla karşılaştığında onu görebilecek vicdanî bütünlüğü zaten inşa edemez. Diyelim ki gördü; bu kez de ona karşı durabilecek bir ahlâkî bütünlüğü sağlayamaz. Çünkü küçük meselelerde sürekli gücü önceleyen zihin, büyük haksızlıklar karşısında körleşir.

Ahlâk düşüncesinin en temel ilkelerinden biri, tutarlılıktır. Bir davranışı kendisi için doğru gören bir insanın başkaları için de aynı ölçüyü kabul etmesi gerekir; aynı şekilde kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da yapmaması beklenir. Bu ilkeye felsefede Kant’ın “kategorik imperatif”i, İslâm düşüncesinde ise “kendin için istediğini kardeşin için de iste” hadisi karşılık gelir.¹ Ahlâkın evrenselliği, bireysel ve toplumsal düzlemde çifte standartlara düşmemenin en temel zeminidir.

Ne var ki modern dünyada bireylerden devletlere, devletlerden küresel sistemlere uzanan geniş bir alanda bu ilke sistematik biçimde ihlâl edilmektedir. Bugünün dünyasında İsrail’in Filistinlilere uyguladığı kitlesel şiddet ve soykırım politikaları, Batı’nın Ukrayna’ya gösterdiği destekle karşılaştırıldığında ortaya çıkan derin tutarsızlık, ahlâkın temel ilkesinin nasıl çiğnendiğini açıkça göstermektedir. Bu yazıda önce bu çelişkilerin somut örneklerini ortaya koyacak, ardından bireyden küresele uzanan ahlâkî tutarsızlık zincirini inceleyecek ve nihayet Thoreau’nun “Sivil İtaatsizlik” perspektifiyle zulme alet olmamanın evrensel bir yükümlülük olduğunu tartışacağız.

İSRAİL-NAZİZM PARADOKSU

Tarihî olarak Yahudiler, Nazizm’in uyguladığı soykırımın mağdurları olmuşlardır. Bu nedenle “Holokost hafızası”, İsrail’in siyasal kimliğinin en temel unsurlarından biridir.² Ancak aynı İsrail’in, kendi güvenliği -ki Hitler’de Alman ırkı için, güvenli alan kurmaktan söz ediyordu- bahanesiyle Filistinlilere yönelik sistematik bir soykırım uygulaması³, ahlâkın tutarlılığına aykırıdır. Burada dikkat çekici olan, “mağduriyet hafızası”nın bir tür meşruiyet aracına dönüştürülmesidir. Arendt’in Eichmann davasını yorumlarken söylediği gibi, kötülük sıradanlaştığında insanlar onu meşrulaştırmanın yollarını arar.⁴ İsrail’in Filistin’de işlediği suçları kendi tarihî travmasıyla gerekçelendirmesi, Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramının güncel bir tezahürüdür. Bir başka açıdan Yahudi toplumu modern psikiyatrinin Yeniden Sahneleme (Re-enactment) dediği maruz kaldığı şiddetin travmasını kadim tarihini ve dinini yeniden üreterek Firavunu ve Hitleri Doğu Akdenizde yeniden üretmiştir.

BATI DÜNYASININ ÇİFTE STANDARTLARI

Benzer bir ahlâkî tutarsızlık Batı’nın uluslararası krizlere yaklaşımında görülmektedir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi karşısında Batı dünyası, Ukrayna’ya askeri, ekonomik ve diplomatik her türlü desteği sunmuştur.⁵ Oysa Filistin’de yıllardır süren katliamlar karşısında aynı Batı, çoğu zaman sessiz kalmakta, hatta İsrail’e doğrudan veya dolaylı destek vermektedir. Bu durum, ahlâkî ilkelerin değil, güç ilişkilerinin belirleyici olduğunu göstermektedir.

Kant’ın ahlâk felsefesi açısından bakıldığında, bu yaklaşım kategorik imperatife aykırıdır. Çünkü Batı, bir tarafta “haksızlığa uğrayan” Ukrayna’ya destek verirken, diğer tarafta aynı ilkeyi Filistin’e uygulamamaktadır. Oysa Kant’a göre bir eylem, herkes için geçerli olabilecek evrensel bir yasa hâline gelmedikçe ahlâkî olamaz.⁶ Batı’nın tutumu, evrensel bir ahlâk yasası değil, konjonktürel çıkarların belirlediği bir “güç ahlâkı”dır. Denebilir ki bu zaten bütün devletlerin ana karakteridir. Fakat istisnalar olmakla birlikte toplumların bu politikaları doğrudan ya da dolaylı olarak desteklediğini gözden kaçırmamak gerekir.

MİKRODAN MAKROYA: TUTARSIZLIĞIN ZİNCİRİ

Ahlâkî tutarsızlık yalnızca devletler düzeyinde değil, bireylerin gündelik hayatlarında da gözlemlenir. Bir işveren, çaresizlik içinde iş arayan birine “ücret bu, işine gelirse” çalış diyebiliyorsa o kişinin İsrailin güç merkezli bakış açısının ürünü zorbalığına itirazı tam bir kalp bütünlüğüyle olamaz. Aynı kişi, kendisi veya yakını benzer durumda olduğunda bu tavrı ahlâksızlık olarak nitelendirebilir. Bu tam anlamıyla ahlaksızlıktır. Mikro düzeydeki çifte standartlar, topluluklara, toplumlardan devletlere ve nihayet küresel sistemlere taşınarak büyür.

Burada kritik nokta şudur: Kendi yaşamında, işinde, sosyal çevresinde ve ülkesinde ahlâkî tutarlılığı değil de gücü esas alan birey, küresel ölçekte bir ahlâksızlıkla karşılaştığında onu görebilecek vicdanî bütünlüğü zaten inşa edemez. Diyelim ki gördü; bu kez de ona karşı durabilecek bir ahlâkî bütünlüğü sağlayamaz. Çünkü küçük meselelerde sürekli gücü önceleyen zihin, büyük haksızlıklar karşısında körleşir. Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı da tam bu noktada anlam kazanır: sıradan insanların küçük tutarsızlıkları, büyük kötülüklerin altyapısını hazırlar.¹⁰ Bir başka açıdan suç ortaklığı doğrudan olmasa da duygusal bölünmüşlük açısından hak ve hakikate güç kaybettirecektir.

İslâmî perspektifte de benzer bir uyarı vardır. Kur’an, “Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size de ateş dokunur” (Hûd 11/113) buyurur. Yine bir hadiste, “Kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle düzeltsin; o da olmazsa kalbiyle buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78) buyrulur. Bu, küçük ölçekte gösterilen ahlâkî tutarlılığın büyük meselelerdeki direnişin hazırlığı olduğunu açıkça ortaya koyar. Bu hadisi şerifin fehmini hayata geçirecek kişinin dışardaki zulme müdahale edebilecek ahlaki tutarlılığa önce kendi hayatında zulmu terk etmesiyle başlayacaktır.

GÜÇ, HAKSIZLIK VE SESSİZLİK

Bir insan bir haksızlıkla karşılaştığında gücü yetiyorsa müdahale eder; gücü yetmiyorsa eleştirir, dile getirir, örgütlenir. Hiçbirine gücü yetmiyorsa “lanet olsun” deyip yoluna devam eder. Bu noktada asıl ahlâkî sorun, haksızlık yapan güce doğrudan karşı koyamayanların ona destek vermeye devam etmesidir. Zulmü ortadan kaldıramayabiliriz; fakat ona alet olmamak her insanın ahlâkî görevidir.
Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik adlı makalesinde belirttiği gibi, bir hükümet zulüm işlediğinde ona vergi ödeyen, kurumlarını destekleyen, sessiz kalan her birey bu zulme ortak olur.⁸ Dolayısıyla ahlâkî tutarlılık yalnızca zulme karşı aktif direnişi değil, pasif rızadan da uzak durmayı gerektirir.

AHLAKİ TUTARLILIK: BİREYDEN KÜRESELE

Bu mantık, bireyden topluluklara, topluluklardan toplumlara ve nihayet küresel insanlığa kadar uzanan bir zincirdir. Birey, kendi küçük çevresinde ahlâkî tutarlılığı ilke edindiğinde, topluluklar da aynı ilkeleri benimseyebilir. Toplumların ahlâkî tutarlılığı ise küresel ölçekte daha adil bir dünya için ön şarttır.
İslâm düşüncesinde “marufu emretmek, münkeri yasaklamak” ilkesi (emr bi’l-ma’ruf, nehy ani’l-münker), bu evrensel sorumluluğun toplumsal karşılığıdır.⁹ İnsanların kendi ailelerinden başlayarak, sivil toplum örgütlerinde, şirketlerde ve devlet politikalarında ahlâkî tutarlılığı gözetmeleri, küresel ölçekte adaletin tesisinin gerek koşuludur. Allah sana Gazzeye yardım etme şerefini neden nasip etsin!

SONUÇ

Bugünün dünyasında egemen olan ahlâkî tutarsızlık, yalnızca büyük devletlerin politikalarında değil, bireylerin gündelik tercihlerinde de kök salmıştır. İsrail’in Filistin’e uyguladığı zulmün, Batı’nın Ukrayna için gösterdiği seferberlikle yan yana geldiğinde ortaya çıkan çifte standart, ahlâkın tutarlılığının nasıl göz ardı edildiğini göstermektedir.

Zulme karşı durmanın ilk adımı, tutarlılık ilkesini bireysel düzeyde benimsemektir. Çünkü ahlâkî tutarlılık bireyin aynasında başlar, toplumların ahlâkında büyür, insanlığın kaderini belirler. Thoreau’nun işaret ettiği gibi, zulmün devamı çoğu zaman zalimlerin gücünden değil, onlara istemeden de olsa destek verenlerin sessiz onayından kaynaklanır. Bu sessizliği bozmak, ahlâkî tutarlılığın asgarî gereğidir.

Dipnotlar
• Immanuel Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, Cambridge University Press, 1998, s. 31; ayrıca bkz. Buhârî, “Îmân”, 7: “Kendin için istediğini kardeşin için de istemedikçe iman etmiş olamazsınız.”
• Yehuda Bauer, Rethinking the Holocaust, Yale University Press, 2001, s. 45-67.
• Ilan Pappé, The Ethnic Cleansing of Palestine, Oneworld Publications, 2006, s. 12 vd.
• Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil, Penguin Books, 2006, s. 276.
• Richard Sakwa, Frontline Ukraine: Crisis in the Borderlands, I.B. Tauris, 2016, s. 195-210.
• Kant, Groundwork, s. 32.
• Kur’an-ı Kerim, Hûd 11/113.
• Henry David Thoreau, Civil Disobedience, 1849, s. 10-15.
• Ebû Hamid el-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. 2, Kahire: Dârü’ş-Şa‘b, ts., s. 367-380.
• Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem, s. 279.

YORUMLAR (1)
1 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir