Görüşler

Birkaç çirkin adam

Birkaç çirkin adam

‘Türk Kitap Medeniyeti’ kitabının yazarı Alper Çeker, dergi ve kitapların geleneksel yöntemle yayımlanmaya devam edebilmesi için bunu engelleyen baskı ortamının aşılması gerektiğini belirtiyor.

1990’larda Rusya’da sokak tezgahlarında ya da büfelerde, Sovyetler Birliği hakkındaki fıkralardan oluşan kitaplar satılırdı. O dönemde okuduğum bir fıkrayı unutamıyorum: Çekoslovakya’dan bir heyet Sovyetler Birliği’ne gelir ve denizcilik bakanlığı kurmak için izin isterler. Sovyet diplomatlar Çekoslovakya’da deniz olmadığı için denizcilik bakanlığı isteğinin saçma olduğunu söylerler. Bunun üzerine Çekoslovak heyeti, Sovyetler Birliğinde de kültür bakanlığının olduğu yanıtını verir.

Çarlık döneminde meşrutiyet isteyen Rus yazarlar büyük bir rastlantı sonucu Fransız subaylarla girdikleri düellolarda ölürdü. Devrimden sonra Stalin, Yahudi kökenli Rus yazarları ortadan kaldırdı. Bunu, Rus şairlerin gizemli intiharları takip etti. Sovyetler Birliğinde Yazarlar Birliği kurulduktan sonra, yalnızca partinin onay verdiği kitaplar yine partinin belirlediği adetlerde basıldı. Bu dönemde Doktor Jivago ya da Biz gibi Rus edebiyatının en büyük eserleri ülke dışında, yabancı dillerde çeviri olarak yayımlanabildi.

Türkiye’de, Sovyetler Birliği’ni andıran iki parti edebiyatı var. Bunlardan biri AKP’ye, diğeri de HDP’ye ait. AKP’nin parti edebiyatı kamu kaynaklarıyla, HDP’ninki yabancı fonlarla finanse ediliyor. Bu iki partinin temsil ettiği değerleri paylaşmayanlar; aynı Sovyetler Birliğinde olduğu gibi dışlanıyor, kitaplarının yayımlanması engelleniyor, dergileri kapanıyor, yayınevleri batırılıyor. Türkiye’de “Türk edebiyatı” demek kültürel faşizm sayılırken “Kürt edebiyatı” ifadesi, aydın olmanın göstergesi kabul ediliyor ya da yeni türeyen bir sınıfın şaibeli ekonomik yükselişini sorgulamak, dini özgürlüklere düşman olmak gibi gösteriliyor. Hedef tahtası çok geniş. Özdemir İnce “Türk şiiri” dediği için ırkçılıkla suçlandı, Kürt asıllı bir Türk yazarı olduğunu söylediği için Yaşar Kemal’in Nobel ödülünü alması engellendi.

Rasim Özdenören öldükten sonra haber kanallarında “yedi güzel adam” furyası başladı. Bu vesileyle öğrendim ki bu yedi güzel adamın dizisi, müzesi, uzun lafın kıssası her şeyi varmış. Ben güzel adamlardan değil, hiçbir şeyi olmayan bazı çirkin adamlardan söz etmek istiyorum. Bu çirkinlerin başında Bülent Parlak geliyor. Rahmetli Bülent yetenekli bir şairdi. 2008 yılından beri İzdiham dergisini çıkarıyordu. Onunla her fırsatta Cağaloğlu’nda buluşup dertleşirdik. Bülent değişik biriydi, bir gün bana ne olacağını görmek için Tayyip Erdoğan’a eposta gönderdiğini, karşılık olarak otomatik yanıtın geldiğini söyledi. Son görüşmemizde, artık dergisi İzdiham’ı çıkarmaya maddi gücünün yetmediğinden yakınmıştı. Bülent’in beklenmedik vefatını öğrendiğimde Enez’de köydeydim, sabahki ilk otobüs cenazeye yetişmiyordu. Daha sonra cenaze namazına yalnızca Bülent Parlak’ın birkaç yakın arkadaşının ve İzdiham dergisi okurlarının katıldığını öğrendim.

Çirkinlerin ikincisi, Ali Ayçil’dir. Şair ve yazar olan Ali Ayçil aynı zamanda Dergâh dergisinin editörlüğünü yürütüyordu. Dergâh dergisini Nurettin Topçu’nun çevresine mensup olan Ezel Erverdi, Mustafa Kutlu ve İsmail Kara ile birlikte 1990 yılında çıkarmaya başlamıştı. 2015 yılında Mustafa Kutlu’nun editörlük görevini Ali Ayçil’e devrettiği dergi, ekonomik nedenlerle 2022 yılının Şubat ayında kapandı.

Cağaloğlu’nun en çirkini ise Mehmet Varış’tır. Kitabevi yayınlarının sahibi olan Mehmet Varış, çok cömert biridir. Kitabevi yayınlarının merkezi Çatalçeşme sokaktaki kitapçıydı. Mehmet Varış burada yıllarca sofra kurdu. Türk kültürü hakkında, kimsenin cesaret edemeyeceği kitaplar yayımladı. 2002 yılındaki Dünya Kupasında oynanan Türkiye-Brezilya eşleşmelerinin ilkini, İlber Ortaylı ile birlikte Mehmet Varış’ın yayınevinde izlemiştik. Hakkında bir kitap yazılması gereken bu dükkân, Dergâh dergisi gibi yine ekonomik nedenlerden dolayı kapandı.

Her edebiyatta doğal olarak farklı düşünceleri temsil eden farklı mecralar olacaktır. Kendisine mecra bulamayanlar, kendi mecrasını oluşturabilir. Amerika’daki Beat Generation yazarları bunun güzel bir örneği. Akımın kurucularından Lawrence Ferlinghetti 1953 yılında San Francisco’da City Lights adında bir kitapçı açtı ve arkadaşlarının kitaplarını, kurduğu aynı adlı yayınevinden bastı. Fakat Türkiye’de kendisine mecra bulamayan edebiyatçılar kendi mecralarını oluşturmaya çalışırsa, buna ekonomi ile müdahale ediliyor. Dergilere, yayınevlerine kilit vuruluyor. Şu ya da bu parti edebiyatını kabul etmeyenler, yaşam alanı bulamıyor. Parti edebiyatı yapanlar küçük bir azınlık oldukları halde, baskı altına aldıkları büyük çoğunluğu marjinalleştiriyorlar.

Nikolay Glazkov’un icadı olan “samizdat” sözcüğü Rusça’da “kendi kendine basmak” anlamına gelir. Çarlık döneminde Ruslar yasaklanan kitapları ülke dışında basıyorlardı. 1940’larda, aralarında elle yazmanın da olduğu çeşitli yöntemlerle yasaklı kitapları çoğaltıp gizlice dağıttılar. Bu yayıncılık türüne “samizdat” denirdi. Rus yazarlar günümüzde interneti oldukça etkin bir biçimde kullanıyorlar ama e-kitaplar dünyanın hiçbir yerinde geleneksel kitapların yerini alamadı. Bunun başlıca sebepleri arasında; insan beyninin, hatırlamayı kolaylaştıran sağ-sol sayfa ayrımını ve okumayı yavaşlatarak düşünme fırsatı veren sayfa çevirme alışkanlığını sürdürme ısrarı var. Görünen o ki dergilerin ve kitapların geleneksel yöntemlerle yayımlanmaya devam etmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’de bunu engelleyen baskı ortamını aşmak için, bir çözüm üretilmeli.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir