Görüşler

‘Bize güvenin’

‘Bize güvenin’

Kamuoyu araştırmaları üzerinden değerlendirmede bulunan araştırmacı yazar Muhsin Altun "Aldıkları kararlarla hayatımızı bazen geri döndürülemez biçimde etkileyen siyasal öznelerin “bize güvenin” demesiyle güven tesis edilemez" diyor.

Genişleyen bir evrende çok küçük yer kaplıyor olsak da eylemlerimizin ahlaki anlamını değerlendirmekten geri duramayız. Örneğin yanlış bir eylemde bulunanların bu eylemin sonuçlarından sorumlu tutulması gerektiğine dair güçlü bir sezgimiz vardır. Çünkü bir bireyin yanlış davranışı, evrende normatif anlamda belirgin bir değişime yol açar. Yanlış davranışın yol açtığı zararın “tazmin” edilmesini istememiz bundandır.

Bu sezgimize yönelik en büyük meydan okuma, yanlışlığı aşikâr bir eylemi masumca sayılamayacak bir kasıtla işleyenlerin aynı zamanda otorite ve güç pozisyonlarını işgal ediyor olmasıdır. Etik özneler olma iddiasında isek ahlaki kıstaslarımızın ve toplumsal düzenimizin özellikle siyasal liderlere sorumluluk atfetmek için uygun araçları sağladığından emin olmalıyız.

KRİZLERDEN KİMLER SORUMLU?

Adaletsizliğin küresel ya da ulusal boyutlarıyla ilgilenen araştırmacıların önündeki en zor soru, adaletsiz bir düzenin yeniden üretilmesinden kimlerin sorumlu tutulacağıdır. Bu alandaki çalışmalar başlangıç aşamasında olup, daha ziyade finansal krizlerin siyasal arka planına odaklanmıştır.
Finansal krizler (döviz krizleri, sermaye akışında ani duraklama, borç krizleri ve sistemik bankacılık krizleri), bir sosyo-ekonomik yapıda dezavantajlı ve kırılgan pozisyonlarda bulunanlar için yıkıcı sonuçlar üretir. Bununla birlikte, finansal krizlerin nedensellik zincirleri oldukça karmaşıktır ve takibi zordur. Finansal krizler, tasarruflarını bankalardan çekmek için acele eden mudilerden bankacılara; tahvil sahiplerinden fon yöneticilerine; hükümetlerden uluslararası finans kuruluşlarına kadar çok sayıda aktörün aldığı kararların amaçlanan ve istenmeyen sonuçlarının bir bileşimi olarak ortaya çıkar.
Finansal krizlerin bu karakteri, süreçte rol alan aktörlere moral, siyasal ya da cezai anlamda sorumluluk atfedilmesini güçleştiren en önemli etkendir. FED başkanı ya da önde gelen uluslararası yatırım fonlarının yöneticileri hakkında çıkarılacak bir yakalama kararı, teatral anlamda değerli olsa da sorumluluk atfına katkıda bulunma olasılığı düşüktür; sistem cesur savcıların bu tür girişimlerinden etkilenmeyecek şekilde yapılanmıştır.

Adaletsizliklerin küresel ve yerel ölçekte yeniden üretilmesine katkıda bulunanların teşhisine imkân veren kapsamlı modellemeler yoktur. Finansal krizlerde sorumluluk atfı konusunda ise siyasal kuramcı Anahí Wiedenbrüg iki farklı model saptamıştır.

1) “Fail Modeli”, adaletsizliğin nedeninin bireysel özneler tarafından yapılan katkılara kadar izlenebileceğini savunur. Failler (ya da özneler), kendi eylem ya da işlemleriyle nedensel bağa (illiyet rabıtası) sahip, geçmişte işlenen ve düzeltilmesi gereken haksız bir sonuçtan sorumlu tutulabilir. Burada sorumluluk, eylem/işlem ve sonuç arasındaki kesin bir bağlantıdan türetilmektedir. Dolayısıyla, “Yükümlülük Modeli” olarak da bilinen Fail Modeli, haksız bir sonucun bireysel ya da kolektif bir özneye atfedilmesinin gerekçelerini belirlemeye odaklanır.

Sorumlulukların “geri yönlü” bir şekilde dağıtılması ve yöneltilmesi, Fail Modelini öneren David Miller ve Thomas Pogge gibi siyaset bilimciler tarafından gerekli görülmektedir. Bu modelde, bozulan ahlaki ölçeği tekrar dengeye getirmenin ancak adil bir külfet dağılımı ile mümkün olacağı varsayılır.
Fail Modeli, belirli öznelerin adaletsiz uygulamalarla olan nedensellik bağının somut bulgularla kanıtlanmasındaki güçlükler nedeniyle eleştirilmiştir. Bununla birlikte, güç sahiplerinin olumsuz eylemleri, güçten yoksun biri tarafından işlenenlere göre daha belirgindir ve çoğu kez kararnameler, basın açıklamaları, resmi atama ve onaylar formunda belgelenip arşivlenmiştir. Güç sahiplerinin eylemlerinin belgelenmiş olması, sorumluluk atfının önyargılı algısal süreçler (“aldatıcı ilinti” gibi) tarafından yozlaştırılmasını da önleyecektir.

Faillerin, piyasanın işleyişine yön veren belirli norm ve kurallara göre hareket ettikleri şeklindeki olası iddiası, bu norm ve kuralların gerek uygulamada gerekse ilgili literatürde “uluslararası genel kabul görmüş” olup olmadığı ya da -öyle olsa bile- kasıtlı bir çarpıtmaya tabi tutulup tutulmadığı araştırılarak çürütülebilir. Siyaset bilimci Michael Goodhart’ın vurguladığı gibi, “çağın tartışmasız arka plan müziği olarak kabul edilen normlar genellikle güçlü aktörlerin kendi çıkarlarını aktif olarak takip etmelerinden kaynaklanır.”

2) “Yapısal Model”, adından da anlaşılacağı gibi, finansal krizlerin ve adaletsiz küresel düzenin yapısal süreçler üzerinden yeniden üretildiği tezine dayanır. Yapısal süreçler, birbirinden bağımsız olmayan ve bölünemez nitelikteki çok çeşitli eylemlerin etkileşiminden oluşur. “Sosyal Bağlantı Modeli” olarak da bilinen bu model, güç sahipleri tarafından adaletsizliğe yapılan katkıların moral anlamda “masum” olduğunu varsaymakta; faillerin değişen yoğunluklardaki katkılarını teşhis etmenin önemsizliğini ima etmektedir. Adaletsizlik üreten mekanizmaların çoğu siyasal öznelerin müdahalesini gerektirmez; onlar, siyasal kuramcı Philip Pettit’in deyimiyle “yerçekimi kadar sessiz” bir işleyişe sahiptir.
Yapısal Modelin savunucularından sosyalist siyasal kuramcı Iris Marion Young’a göre, adaletsiz küresel düzen “genellikle kurumsal kurallar dahilinde hareket eden binlerce veya milyonlarca kişi tarafından ve çoğu insanın ahlaki açıdan kabul edilebilir bulduğu uygulamalara göre” yeniden üretilmektedir. Dolayısıyla, finansal krizler de -yapısal anlamda istenmeyen, amaçlanmayan sonuçlar doğursalar bile- “bireylerin kurallara uyduklarına, kendi işlerini düşündüklerine ve meşru hedeflerine ulaşmaya çalıştıklarına inandıkları büyük ölçekli sosyal süreçlerin olağanüstü bir örneği” olarak görülür.
Yapısal Modelde sorumluluk, eylem ve sonuç arasındaki kurucu bir bağlantıdan ziyade “fayda aradığımız ve projeler gerçekleştirmeyi amaçladığımız, karşılıklı bağımlılık içindeki bir işbirliği ve rekabet sistemine aidiyetimizden” türetilmektedir. Bu sorumluluk “ileri yönlü” ve ortak bir sorumluluktur. Sorumluluk, onu belirli faillere atfetmek yerine adil olmayan düzeni değiştirmek için harekete geçmektir. Olup bitenlerden tek bir failin sorumlu tutulması kuşkusuz mümkündür. Ancak bu diğerlerini de benzer şekilde sorumlu olmaktan kurtarmaz. Sosyal adaletsizlik yapısal olmakla, tek bir aktörün çabasıyla telafi edilme olasılığı düşüktür. Sorumluluk, bir araya gelerek ve değişim için siyasal olarak örgütlenerek, kolektif biçimde ifa edilmelidir.

Toplumsal eşitsizliğin finansal krizler gibi girift süreçler üzerinden nasıl tahkim edildiğini kavramak bakımından yararlı görünen Yapısal Model, bu kapsamda bireysel sorumluluk atfını dışlamasa da ona özel bir değer atfetmez.

Yapısal Model yanlılarının salt ortak bir işbirliği ve rekabet sistemine aidiyetimiz nedeniyle ileri yönlü bir sorumluluğu paylaşmamız gerektiği (“hepimiz biraz suçluyuz”) iddiası, adaletsiz bir düzeni yeniden üreten yapısal süreçlere yapılan tüm katkıların “mukayese edilebilir” olduğu anlamına gelmekle eleştiriye açıktır. Keskin faiz indirimlerini açıkça teşvik eden bir siyasal lider, sınırlı birikimini “yastık altında” muhafaza etmeye çalışan tasarruf sahibi ile -moral anlamda- aynı düzlemde değildir.
Keza, istikrarlı biçimde aynı siyasal partiye/lidere destek veren seçmen çoğunluğunun yaşanan krizlerden sorumlu tutulması, ne yapısal ne de fail temelli açıklamalarla uyumludur. Sosyal medya aksi yönde pek çok içerik barındırsa da etik-rasyonel özneler olarak hareket eden bireylerin, onları yoksullaştıran kararlara imza atan liderleri tekrar tercih etme olasılığı düşüktür.

GÜVEN TESİSİ

Adaletsiz küresel düzen, içine gömülü olduğu belirli bir kurumsal yapı ve bireylerin eylemleri üzerinden sürdürülmektedir. Dolayısıyla, finansal krizlerde sorumluluk hakkında düşünürken hem Fail hem de Yapısal temelli açıklamaları çapraz kesen entegre bir modele ihtiyaç vardır. Böyle bir model, teşhis ve reçete yanında “eyleme konulabilirlik” vasfını da karşılamalıdır. Eyleme konulabilirlik, sorumluluk atfını, onunla ilgili bir dizi eylemin (anayasal ve yasal düzenlemeler, suçlama, yargılama ve tazmin) takip etmesi gerektiği anlamına gelir. Aksi takdirde failin yanlış bir eylemiyle altüst olan toplumsal düzeni ve ahlaki ölçeği yeniden dengelemek mümkün olmayacaktır.

Modern devletlerde, yurttaşlar siyasal liderlerin verdiği “ekonomi-politik” kararların kalitesine ciddi ölçüde bağımlı durumdadır. Bu kararların çoğu kez ulusal ve/veya uluslararası piyasaların işleyiş mantığı tarafından onaylanması gerekir. Bu meydan okuma, yöneten ve yönetilenler açısından iki ayrı soruyu gündeme getirir: 1) Liderler, karar vericiler olarak etkili biçimde iş görebilmek için ihtiyaç duydukları güven ve meşruiyeti nasıl tesis edecekler? 2) Liderlerin hayatımız üzerinde sahip olduğu nerdeyse sınırsız güçle nasıl başa çıkacağız?

28 ülkeden 38 bin katılımcı üzerinde yapılan ölçümlere dayanan “Edelman Trust Barometer-2020” raporu, kitlesel nüfusun hükümet ve medya kuruluşlarına güven duymadığını göstermektedir. Buna karşın “bilgilendirilmiş kamuoyu” olarak adlandırılan 25-64 yaş arası üniversite eğitimli ve görece yüksek refah düzeyindeki bireylerin çoğunluğunun sosyal kurumları (STK’lar, iş dünyası, hükümet ve medya) güvenilir bulması, güvenin “sınıfsal” boyutunu ifşa etmektedir. Dahası, ankete katılanların %66’sı, mevcut liderlerin ülkelerinin sorunlarını başarıyla ele alabileceğine inanmamaktadır. Ülkeler içinde ve arasındaki önemli farklılıklara rağmen siyasetçilere güven ortalaması mutlak anlamda düşük olma eğilimindedir.

SONUÇ

Bu ve benzeri raporların örtülü biçimde verdiği mesaj şudur: Aldıkları kararlarla hayatımızı bazen geri döndürülemez biçimde etkileyen siyasal öznelerin “bize güvenin” demesiyle güven tesis edilemez. Yanlışlığı aşikâr kararların yol açtığı sosyo-ekonomik yıkım, asgari ücret artışı gibi verimsiz ve sözde ödüllerle telafi edilemez. Onlara güven duyabilmemiz için siyasal, moral ve hukuki anlamda “hesap verebilir” olmaları; verdikleri zararı tazmin etmeleri gerekir.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir