Görüşler

Dostlar sofrası

Dostlar sofrası

Siyaset Bilimci,Beşiktaş Belediyesi ve İBB Meclis Üyesi Selçuk Sarıyar "Hepimiz ortak dertlerde buluşuyoruz. İşten yorgun dönen kadının da eylem yapan öğrencinin de derdi iyi yönetilen, adil ve demokratik bir Türkiye" diyor.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2016 seçimlerini Donald Trump’a kaybettikten sonra yazdığı ‘Ne Oldu?’ kitabında “aylarca geceleri uyuyamadığını” ve bu “olağan dışı gözüken yenilgiye neyin sebep olduğunu düşünüp durduğunu” söylüyordu. Fakat Clinton’ın bulduğu yanıtlar, Trump gibi ırkçılığını gizlemekten ve neredeyse hiçbir ahlaki değeri olmadığını açıkça söylemekten imtina etmeyen bir insanın başkan olmaya ‘yaklaşması’nın bile yeterince korkutucu olduğunu umursamadan, “birkaç on bin oy”un hesabını yapıyordu.

Bu, sorunun kaynağına bakmadan, sadece günü kurtarmak isteyen, çözümden çok aslında sorunun kendisine katkı sunan bir okuma. Zira asıl sorun Clinton’ın kampanyasındaki ‘ufak sorunlar’ değil; her iki adayın da ABD’de hem topluma hem de kurumlara işlemiş partizan, kutuplaşmadan beslenen siyaset yapma biçimini -birkaç on bin oy uğruna- sürdürmekten geri durmamalarıydı. Birbirine karşı düşmanlaştırılmış bir toplumu barıştırmaya değil; düşmanlığı oya çevirmeye çalıştılar. Biraz daha başarılı olan, daha fazla oy aldı.

Bizim Türkiye’deki toplumsal muhalefeti genişletmeye çalışırken Clinton’dan öğreneceğimiz pek bir şey yok. Zira önümüzde hem sadece kutuplaşmadan ve düşmanlaştırmadan beslenen bir iktidar yapısı hem de bu siyasi üslubu işlevsel kılma ümidiyle tasarlanmış bir Cumhurbaşkanlığı Sistemi var. İktidar ortaklarının oyununa dahil olup, kutuplaşmaya aynı inat ve öfkeyle cevap vermenin sonucu, Türkiye’yi felaketten felakete sürükleyen Cumhur Koalisyonu’na “şans” tanımak olur. Biz bunun tam tersini yapmakla mükellefiz. 2020’de ABD Başkanı Joe Biden’ın yürüttüğü seçim kampanyası bunun bir örneğiydi: Biden, sadece kendi partisinin olağan sözcüleriyle değil, toplumun her kesimiyle el ele vererek Trump’a karşı çıktı.

Onun yaraladığı, kutuplara hapsettiği demokrasiye karşı, tekrardan birbiriyle konuşan bir siyasete çağırdı Amerika’yı. Geçtiğimiz haftalarda yine bu gazetede İbrahim Kiras’ın yazdığı gibi, özellikle CHP’liler olarak biz, bu trajedi üreten düzene karşı bütün toplumsal kesimlerin liderliğini üstlenmeye hazır olduğumuzu göstermek zorundayız. Tekrardan geniş sofralarda buluşmak zorundayız.

Çünkü Türkiye’ye en çok geniş sofralar yakışıyor. Çünkü biz, o dostlarla çevrili masanın etrafında kavga etmeyi de barışmayı da yeri geldiğinde bağırıp doğru zamanda susmayı da iyi biliyoruz. En kötü ihtimalle öğreniyoruz. Özellikle de birbirimizi anladıkça, göz göze bakıp samimiyetimizi kavradıkça anlaşıyoruz. Zira sofrayı devirip gitmek yakışmaz kimseye. Kimse de yakıştırmaz kendine o insan olmayı. O masada her kavga tatlıya bağlanır. Küs kalkınmaz dostlar sofrasından. O masayı yıkmaya çalışanlara; dostları birbirine düşman kılmak, kardeşleri kavgaya çağırmak isteyenlere inat, bu ‘sofra adabını’ Türkiye’ye hatırlatmak zorundayız. Demokrasiden yana duran herkesin en büyük sorumluluğu bu.

Ölümlerden, katliamlardan, kavgalardan siyasi oyun kurmak gibi bir model gelişti. Hatta Türkiye’nin ‘yeni normal’ine dönüştü bu üslup. Belediye seçimlerinde Cumhur Koalisyonu’nun kaybetmesini bir ‘beka sorunu’, yani bir milli güvenlik meselesi olarak tanımlamaya çalıştıkları hâlâ aklımızda. Kendi iktidarlarının karşısına çıkanları ‘Zillet İttifakı’ olarak tanımladıkları belgenin üzerinde, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzası vardı.

Sahipleri kabul etmese de bu siyasetin dilinin çıkış noktası belli: Artık söyleyebileceği yeni hiçbir söz kalmamış bir iktidar, siyasetini nefret ve korku üzerinden sürdürerek kendi varlığını devam ettirmeye çalışıyor. Hayalleri, Türkiye’ye anlatabilecekleri hikayeleri, insanlara umut olabilecek bir vizyonları yok. Ülkenin başına açtıkları belalara karşı çözüm üretemiyorlar. Sorunların içinde boğuldukça, Türkiye’yi de kendileriyle beraber bir uçurumdan bir diğerine sürüklüyorlar. Çünkü yapabilecekleri başka hiçbir şey kalmadı artık.

Biz ise hayallerimizin başındayız. Yapacak çok işimiz var; biliyoruz. Ama ülkeyi bu uçurumun dibinden nasıl çıkaracağımızın da farkındayız. Her şeyden önce ilk adım, o yıkılan masayı tekrardan kurmak ve birbirimizle konuşmaktır. Her zaman samimi bir şekilde daha iyi bir Türkiye ideali için çalıştığımızı bilerek konuşmaktır. Bu, aslında, demokraside buluşmak demek. Zira bir araya gelip farklılıklarını siyasetin sağladığı zeminde çözmeye çalışan toplumların gözü, her zaman çözüme kenetlenir.

Cumhur Koalisyonu’nun ise çözümsüzlüğe nasıl saplandığını pandemi sürecinde yaşananları diğer ülkelerle kıyasladığımızda bile görebilmekteyiz.
Geçtiğimiz bir yıldan uzun zamanda ABD / Britanya gibi ülkeler işe gidemeyen / iş yerinden para alamayan vatandaşlarına aylık düzeyde yardımlar dağıttı. ABD’de bu insanların işten çıkartılmasına engel olunmayarak işsiz kalanlara doğrudan nakit yardımı şeklinde yapıldı; Britanya’da ise maaşlarını alamayanların normalde aldıkları ücretin yüzde 80’i devlet tarafından karşılandı. Bu süreç içerisinde elbette şirketler/küçük işletmeler de doğrudan para yardımları/vergi indirimleriyle hayatta kaldı. Bunun doğal sonucu, yakın tarihte rastlanmamış bir para birikmesi. Resmi verilere göre insanların son bir yılda biriktirdikleri para 2.5 trilyon doları geçmiş durumda. Hayat normale döndükçe insanlar, bu parayı harcamaya başladı ve doğal olarak da ekonomik toparlanmanın fitillerinden biri de bu harcama çılgınlığı oldu.

Türkiye’de ise açılmanın ardından böylesi bir ‘harcama çılgınlığı’ olacağını öngörmek pek mümkün değil. Zira ekonominin şu anda verdiği sinyaller de harcayacak parası kalmamış bir halkın ‘normal’e döndüğünü gösteriyor. Aslında bunun anlamı, Türkiye’nin katiyen bir ‘normal’e dönmediğidir. Eskisinden de kötü bir ekonomik durum Türkiye’de yaşanacak gibi görünüyor. Dolayısıyla ‘geçmiş’e bakarak siyaset yapmanın da anlamını yitirdiği bir noktadayız. Her zamankinden daha iyisine / daha adiline ihtiyaç olduğunu toplum net bir şekilde hissedecektir. Çünkü Cumhur Koalisyonu, Türkiye’ye artık sadece çözümsüzlük ve yeni felaketler armağan ediyor.

Buradan çıkmak için sorumluluğunu bilen bir siyasi zihniyete ihtiyacımız var. Zira toplumsal bölünmelerin sonu da ancak ve ancak bu bakış açısıyla getirilebilir. Dünya’ya ve Türkiye’ye güven vermenin yolu da her şeyden önce birbirinin aynı olmadığı halde muhalefetin bir araya gelme iradesini ortaya koymasından ve ortak bir Türkiye idealine kenetlendiğini anlatmasından geçiyor. Bu noktada mühim olan her somut politika önerisinde birleşmek değil; ortak değerler üzerinde yüründüğünü göstermek: Temsili bir Parlamento’da “mış gibi demokrasi” oyununu bitirip gerçek bir demokratik Türkiye’de birleşmek; yargıyı birkaç patron ve siyasinin güç alanı olmaktan çıkarıp, aklı ve vicdanı özgür yargıçları, savcıları görev başına getirmek; siyaseti karanlık dünyalara gömülmüş çıkar gruplarından arındırıp, bu millete karşı kendini sorumlu hissedenleri milletin vekilliğine geri çağırmak; birkaç aile ve şirketin cebini doldururken halkı derin bir yoksulluk ve eşitsizliğe mahkum eden bir ekonomiyi yıkıp yerine adil rekabeti koymak…

Türkiye’nin çıkış yolu önümüzde duruyor. Bunun önündeki tek engel ise kurdukları bozuk düzeni bu düzenden fayda sağlayan bir avuç insan için korumaya çalışan koalisyon hükümeti. Onlar sorundan; biz çözümden tarafız. Onlar Türkiye’yi -kendi siyasi çıkarları uğruna- her konuda paramparça etmekten imtina etmiyorlar; biz ise bütün farklılıklarımıza rağmen aynı masada buluşuyoruz. Fark belli. Ve aslında bütün bu kara bulutlar dağılıp Türkiye tekrar aklıselimle yönetilmeye başladığında iyileşmeye başlayan bir toplum da göreceğiz. Bugün tepeden dayatılan ayrışmalar; siyasi oyunlar için derinleştirilmeye çalışılan farklılıklar toplumun gündemi olmaktan çıkacak. Öfke azalacak. Halk, demokraside birleşecek. Zira iktidarın bugün Türkiye’yi ayrıştırmak için kullandığı karanlık dile rağmen, ortak dertlerde buluşuyoruz hepimiz. İşten yorgun argın evine dönen otobüsteki kadın da, üniversitede eylem yapan öğrenci de; ekonomik sıkıntılar içinde boğuşan işçi de, Playstation almak isteyip annesinin babasının gözünün içine bakan gencin de; haksız yere işinden gücünden edilen KHK’lının da, ülkesine samimi bir gönül bağıyla bağlı milliyetçinin de, inancının sömürülmesini istemeyen dindar insanın da, dinin siyasetten çekilmesini isteyenin de derdi, iyi yönetilen, adil ve demokratik bir Türkiye. Ülkemizi bu idealle buluşturacak ekip de hepimizi temsil eden, geniş bir ittifakla mümkün olacak. Dostlar sofrasında buluşacağız.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir