Görüşler

Edebiyatımızın kedi severleri ve kedicileri

Edebiyatımızın kedi severleri ve kedicileri

Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay, “Kedi severler hayli fazla olmasına karşın, kediciler, sanıldığının aksine pek azdır” diyor.

TANER AY

Edebiyatımızdaki kedi severler ile kediciler karıştırılıyor. Kedi severler hayli fazla olmasına karşın, kediciler, sanıldığının aksine pek azdır. Bir de kedi sever mi yoksa kedici mi oldukları bilinmeyenler var. Örneğin, Köse Meâlî, bir kedi sever miydi yoksa bir kedici miydi, kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Buna karşın, Fasîh Ahmed Dede’nin bir kedici olduğundan eminiz. Çünkü, Fasîh Ahmed Dede’nin Galata Mevlevîhânesi’nde çok sayıda kedi beslediğine ilişkin kayıtlar günümüze kadar gelebilmiştir. Ayrıca, “El fakir Fasîhü’l Mevlevi” olarak imzaladığı bir resim çalışmasında da, kendisini on dokuz kedisi arasına yerleştirmiştir. Fasîh Ahmed Dede kedilere dergâhtaki hücresini ve yatağını onlarla paylaşacak kadar düşkündür. Dergâh sakinlerinin de onca kedinin bir dergâh odasında barınmalarına, bakılıp beslenmelerine, koridorlarda dolaşmalarına ve diğer odalara girip çıkmalarına ses çıkarmadıkları düşünülüyor. Fasîh Ahmed Dede’nin kendisinden önce otuz dokuz kedisinin öldüğünün ve onların hepsini kefenleyip dergâh mezarlığına gömdüğü yazılır ama, muhtemelen, otuz dokuz rakamı da kefen de doğru değildir. İşin aslı, Fasîh Ahmed Dede’nin fazla sayıda kedi beslediği ve onlardan ölenleri dergâhın bahçesine gömdüğü şeklinde olmalıdır. Kara kedisine ilişkin yazılanlarsa, baştan sona uydurmadır. Rivâyete göre, çok sevdiği kara kedisi de onunla aynı gün ölmüş ve birlikte defnedilmişler. Muhtemelen o kedi Fasîh Ahmed Dede’den sonra ölmüştü ve dervişler de onu sâhibinin ayak ucuna gömmüşlerdi.

Fasîh Ahmed Dede’nin kediciliği, aklımıza hep İsmail Saib Sencer’i getiriyor. Bildiğiniz gibi, İsmail Saib Efendi’nin döneminde Bâyezîd Umûmî Kütüphânesi daha çok “Kedili Kütüphâne” olarak tanımlanıyordu. Onun kediciliği şehirde yayıldığından, Kadırga, Süleymaniye, Vefa, Aksaray, Cerrahpaşa veya Davutpaşa gibi yakın semtlerde ne kadar istenmeyen kedi varsa, onların hepsi Bâyezîd Kütüphânesi’ne getirilip, gizlice kütüphânenin bahçesine bırakılıyordu. İsmail Saib Efendi’nin kütüphânenin içinde bile en az seksen veya doksan kadar kedi beslediğinin tanıkları fazladır. Her sabah kedilere çorba gibi bir mama pişirtir, önce hasta, gebe ve yavrulu olanlara, ondan sonra da sağlam kedilere yedirtirmiş. Ayın ilk gününde maaşının büyük bir kısmını kedilerin masrafı için kasaba ve sütçüye verdiğinden, İsmail Saip Efendi, diğer günlerde, sadece çorba içerken, salata yerken veya ekmeğini tuza banarken görülürmüş. Ahmed Nezih Galitekin, İsmail Saip Efendi’nin yer minderine yerleşmiş kedileri hiçbir zaman rahatsız etmediğini, kendisi bir mindere oturup da eline bir kitap alsa, birkaç kedinin omuzlarına, birkaçının da kucağına yerleştiklerini, baş hâfız-ı kütübün ise onların rahatsız olmamaları için saatlerce kıpırdamadan köşesinde oturup okuduğunu yazmıştı.

Ahmed Rasim kedi sever edebiyatçılarımızdandır ama, Hüseyin Rahmi, öyle böyle değil, çılgın bir kedicidir. Mikrop kapıp hastalanmak korkusuyla eldivensiz sokağa adım atmayan, hiç kimseyle tokalaşmayan, köşkündeki kapı kollarını bile entarisinin eteğiyle kavradıktan sonra çeviren Hüseyin Rahmi, sadece kedi gördüğünde hastalık korkusunu unutuyordu. Bir yakının ona kediler kadar yaklaşabildiğinin tanığı yoktur. Hüseyin Rahmi kedilerini, kedileri de Hüseyin Rahmi’yi seviyorlardı. Kedileri arasında sanırım Sarı biraz ayrıcalıklıydı. Köşkün bahçesine bile çıkmaz, Hüseyin Rahmi’nin kucağındansa hiç inmezdi. Hüseyin Rahmi’nin cenazesi köşkten ayrılırken yaşanan bir olaysa, herkesi ağlatmıştır: Sarı, köşkten dışarıya ilk kez o gün adım atar. O güne kadar çıkmaya korktuğu sokakta, köşke dönmesi için arkasından seslenilmesine karşın, cemaatin arkasından sahibinin tabutuna baka baka uzun süre yürür. Hüseyin Rahmi’nin yakın dostu Hilmi Efendi kedinin hâline dayanamaz, gözyaşları içinde onu kaptığı gibi köşke götürüp bırakır. Sarı, o günden sonra, bütün neşesini kaybedecek, Hüseyin Rahmi’nin pek sevdiği eski koltuğun önünde, sadece sâhibiyle kavuşacağı zamanı beklemeye başlayacaktır.

Edebiyatımızın, elinde kitap, evindeyse kedi eksik olmayan kedicilerden biri de Safiye Erol’dur. Son Havâdis gazetesindeki bir makalesinde, “Hayvanlardan sevgilim kedi, çiçeklerden papatyadır,” der ve “Kedilerimle her zaman can cana yaşar, kusursuz anlaşır, papatya mevsimini ise hasretle gözlerim,” kaydını düşer. Yeğeni ve evlatlığı Aydın Erol da Safiye Erol’un kedi sevgisine ilişkin,“Kedilere çok düşkündü. Ben kedilerle büyüdüm. Bir kedi vardı, gelir asansörü bekler, asansörle çıkar, kapımızı gözler, kapı açıldığı zaman da içeriye girerdi,” açıklamasını yapmıştır. Yeni İstanbul gazetesinde yayımlanan bir makalesindeyse, kedisi Acar’a “Hadi oradan kedi sen de!” diye seslendiği için Tarık Buğra’yı şaka yollu azarlar ve okuruna, “Keşke muhabbet sermayesini yatırdığım diğer yaratıklar da kedi kadar olabilseydiler. Ona hizmet ettim, o da bana hizmet etti; onu okşadım, o da beni okşadı; onu özledim, o da beni özledi. Onsuz duramaz oldum, o da aynı düşkünlükle bensiz duramaz oldu,” notunu düşer. Safiye Erol, yaşamı boyunca insanları “kedi sevenler”, “kedi sevmeyenler” ve “ortada duranlar” olarak üçe ayrmış, kedi sevmeyenlere karşı hiç muhabbet hissetmemiştir.

Kedicilerden bahis açılınca, Osman Cemal Kaygılı’yı unutmak mümkün değildir. Osman Cemal, karısı Leman Hanım ile Otakçılar’da önce babasından miras kalan bir evde oturmuştur. Leman Hanım’ı 1934 yılında uzun zamandan beri çektiği verem hastalığından dolayı kaybeder, ardındansa uğursuzluklar hep peş peşe gelir. Otakçılar’daki baba evi yanıp, annesi de vefât edince, yanan evin biraz daha ilerisinde ve şehrin birkaç adım daha uzağında yeni bir ev kiralar ve kedileriyle oraya kapanır. Osman Cemal, dostlarıyla birlikte demlenmeyi sevdiği kadar, Otakçılar Mahallesi’ndeki evinde inzivaya çekilmekten de hoşlanırdı. Yakın arkadaşı olan Mahmut Yesarî, “Evde kedileri vardı. Onları çok severdi. Her akşam onların ciğerlerini alır, eve öyle giderdi. Karlı, yağmurlu, rüzgârlı havalarda elleri donar, o gene kedilerinin ciğerlerini şikâyet etmeden taşırdı,” der.

Asaf Hâlet Çelebi de Osman Cemal gibi yaman bir kedicidir. Otuz altı yıl boyunca Beylerbeyi sırtlarındaki Hasip Paşa Köşkü’nde oturmuştu. Köşk diyorsam da, gözünüzde büyütmeyin. Hasan İzzettin Dinamo’nun yazdığına göre, onun oturduğu köşk, kararan tahtaları yer yer kırılıp dökülmüş harap bir yermiş. Parasızlıktan onarımına bir türlü yanaşamadığından vefâtına kadar hep istimlakın o işin üstesinden gelmesini beklemiş. Kış günlerinde bile beyaz iskarpin, kırmızı çizgili çorap ve bedenine bir numara küçük gelen pantolon giyen Asaf Hâlet Çelebi’nin boğazına çok düşkün olduğu biliniyor. İskeleye inerken, mutlaka Yalıboyu’na sapar, oradaki simitçi fırınından bir kangal gevrek alıp, vapura öyle binermiş. Tabii, simitçi fırınına giderken kedisi de peşinden hiç ayrılmıyormuş. Bu sevimli kedinin sâhibinin ikram ettiği halkayı yedikten sonra Hasip Paşa Köşkü’ne döndüğü söyleniyor.
Edebiyatımızdaki kedi severlerin ve kedicilerin yazdığı pek çok öykü ve deneme bulunuyor. Onların arasında Safiye Erol’un ve Sâmiha Ayverdi’nin makaleleri ile Enis Batur’un öldükten sonra bir geceliğine geri dönen kedisi Boncuk’u anlattığı metnini çok severim. Enis Batur’un kedisi ruhumu Fikret Ürgüp’ün eşeği ve Arif Nihat Asya’nın köpeği kadar acıtmıştır. Bir de Mes’ud Cemil’in ve Gülper Refiğ’in kedileri var. Sadece kedi öyküleri kaleme alan iki yazardır Mes’ud Cemil ile Gülper Refiğ. Hüseyin Rahmi’nin yaşamında olduğu gibi, onların yaşamlarında da kediler birer sebeb-i hayattırlar. Mes’ud Cemil’in kediciliğinin pederi Tanbûrî Cemil Bey’den mevrûs olduğunu biliyoruz. Pederinin biyografisinde Tanbûrî Cemil Bey ile kedilerinin arasına ne annesi Saîde Hanım’ın ne de kendisinin girebildiğini dile getirmişti. Mes’ud Cemil, hayatta doğru ve güzel olan her şeyi babasından ve babasının kedilerinden öğrenmiştir. Ekrem Reşid Rey, onun yirmili yaşlarını anımsarken, “Elâ gözlerinde zekâ, masumiyet ve şeytanlık birbirine karışırdı. Kalbinde derin bir muhabbet ve şefkat vardı. Çok defa paltosunun cebinde sokakta sâhipsiz kalmış minimini bir kedi yavrusu bulunurdu!” diyor. Mes’ud Cemil, pek bilinmeyen dergilere kedi öyküleri yazdı. Turgut Etingü onun otuz sekiz kedi öyküsünün olduğunu belirtmiştir.

Yıllar önce ‘80’li yılların başlarında bir tesadüf sonucu tanıştığım Ömer Seyfettin’in kızı Güner Hanım çılgın bir kediciydi. Hasan İzzettin Dinamo da kediciydi. Ama, Kemal Tahir ve Aziz Nesin kedi severlerdi. ‘60’lı yılların sonlarında ve ‘70’li yılların başlarında, Hasan İzzettin Dinamo’nun Menekşe’deki, Aziz Nesin’in Feneryolu’ndaki ve Kemal Tahir’in Şaşkınbakkal’daki kedilerini anımsıyorum. Menekşe’deki gecekondusunun bahçesindeki kedileri gören solcu bir yazar, “Üstat, kedi yerine tavuk beslemeniz sosyalizmin özüne daha uygun değil midir?” diye sorduğunda, Hasan İzzettin’in ironik yanıtı dangalaklara bir ders niteliğindedir. Kemal Tahir yaşamının son yıllarını Şaşkınbakkal’da, Küçük Ağa Sokak’taki evinde geçirmişti. Ama, o evin sâhibi ne Kemal Tahir’di ne de eşi Semiha Sıdıka Hanım’dı. Evin ağası, kavgacı erkek kedileri koca kafa Sarman’dı. Kemal Tahir’in çalışma masasının üstünde veya Semiha Hanım’ın çiçek saksılarında yatmaya bayılan bir kediydi Sarman. Nesin ailesinin Feneryolu’ndaki evlerindeki kediler arasında, yanlış anımsamıyorsam, “Aziz Bey’in kedisi” ve “Meral Hanım’ın kedisi” gibi espirili bir ayrım vardı.

Kültür dünyamızda, Tevfik Fikret’ten Nâzım Hikmet’e, Nurullah Ataç’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Bilge Karasu’dan Cahit Kayra’ya, Necla Pekolcay’dan Tomris Uyar’a ve İsmet Sungurbey’den Mehmet Şevket Eygi’ye kadar yüzlerce kedi dostu isim bulunuyor. Onlardan bazıları cins kedileri, bazıları da sokak kedilerini sevmiştir. Cins kedi sevenlerden Güven Turan’ın beyaz İran kedisi sâhibinin bir kitap kapağının tasarımına foto modellik bile yapmıştır. Halil Turhanlı da Güven Turan gibi İran cinsi kedileri çok seviyor. Ama, Murat Batmankaya’nın, Orhan Alkaya’nın, Vecdi Çıracıoğlu’nun, İbrahim Kiras’ın ve Oğuzhan Murat Öztürk’ün cins kedi-sokak kedisi ayrımı yapmadıklarını biliyorum. Kedici bir annenin kedi sever kızı Lale Müldür de sanırım öyle. Ayrımcılık mıdır, emin değilim, ama Gökhan Akçura’nın da benim gibi tekir kedilere ayrı bir düşkünlüğü olmalı. Sonradan kedi sever veya kedici olanlarsa hayli ilginç bir kategoridir. Aklıma ilk Ahmet Zeki Pamuk ile Haydar Ergülen geliyor. Onları tanıdığımda, kediden çok korkuyorlardı ve kedi gördüklerinde mutlaka yol değiştiriyorlardı. Bugünse hepimizden daha sıkı kediciler...

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir