Görüşler

Eğitimde gelecek vizyonu

Eğitimde gelecek vizyonu

Gelecek Partisi Eğitim Politikaları İzleme Kurulu Başkan Yardımcısı Veysi Akay “Öncelikle eğitim sonrasında diğer alanların feraha kavuşması için elimizde anahtar olarak yine eğitim ve onun evrensel değerleri bulunuyor” diyor.

İlk insandan bugüne ve son insanın yerkürede nefes vereceği son ana değin eğitim konusu insanın dolayısıyla, milletlerin ve ülkelerin gündeminde yer alacak konuların başında gelmektedir. Eğitim konusunun temel bir başlık olarak varlığı bizden bağımsız olarak ve bazen bize rağmen her zaman kendini dayatmıştır.

Ülkelerin ve milletlerin bu konu ile ilgili ayrışmasının temel nedeni ise konunun gündeme geliş şekli, biçimi ve gündemde olma süre aralığıdır. Küresel bir pandeminin yaşandığı son 2 yılda Türkiye’nin okulları, üniversiteleri, kitapları ve bir bütün halinde eğitimi ne oranda konuştuğu ve bu konuşulan konuların hangi düzlemde ve hangi bağlam içerisinde gündeme geldiğinin ciddi bir analizi esasen Türk milli eğitim sistemini ve eğitime topyekûn bakış açımızı dramatik bir şekilde önümüze koyacaktır.

Türkiye 100 yıla yaklaşan cumhuriyet geçmişinin yanında kesintisiz 600 yıllık Osmanlı, 200 yılı aşan Selçuklu ve 1000 yılları aşan çeşitli Türk devletlerinin zaman tecrübesine, Orta Asya dan Avrupa’ya ,Önasyadan Afrika’ya, Hazardan Mısır’a insanlık tarihinin neşet ettiği geniş ve bereketli bir coğrafya kaderine sahip bir ülke olarak kuşkusuz bu zaman diliminde eğitim ile ilgili yaşanan bugünkü gündemi hak etmemektedir.

Hak etmediğini ifade ettiğimiz bu hususların ise nedenleri bulunmaktadır. Salgın dolayısıyla kimilerinin gerçekten içten içe büyük bir ıstırapla yaşadığı ve fakat seslerini duyuramadığı, kimilerinin ise gündemine asıl bağlamından çok farklı nedenlerle geldiği ve önemsemediği eğitim konusuna pandemi parantezinin dışında bakmaya çalışacağız. Çünkü esas konuyu ve sorunları gündeme getirmeden yapılacak değerlendirmeler tedavimize de faydalı olmayacaktır.

Kök sorunumuz gerçekten olması gereken kadim evrensel ölçütlerde bir eğitim felsefemizin olmayışıdır. Zaman ve zemine göre değişmeyen, siyasi, ideolojik, kişisel, çevresel, dinsel vb bakış açılarına göre özünden saptırılmayan, kendi mecrasında akmasına izin verilen eğitim ırmağı en doğru yoldan menzile ulaşacak ,bu yolculuk sırasında ise başlangıçtan sona kadar yol aldığı tüm havzaya bereketli bir hayat sunacaktır.

Şimdi reel gerçeklikler üzerinden eğitimdeki bazı somut tespitleri birlikte yapmaya çalışalım.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışından bu yana 100 yılı geride bıraktık. Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1950 yılına kadar milli eğitim bakanlığında 20, 1950 yılından bugüne ise 45 bakan değişikliği ile toplam 65 milli eğitim bakanı ile eğitim sistemini devam ettirmeye çalışıyoruz. Bu istatistik bilgisi ortalama bakan ömrünün 1,5 yıl olduğunu, siyasi istikrar görülen bazı dönemlerde nispeten daha uzun süren bakan sürelerini dikkate aldığımızda ise bu ortalamanın daha da düştüğünü bize göstermektedir.

21. yüzyılı yaşadığımız bu dönemde eğitim sorunlarımız için elbette tek ölçütümüz bakanların yönetim süreleri değildir fakat bu çıpanın önemli bir faktör olduğunu da söylemek zorundayız. 1,5 yıl ortalama bakanlık yapan eğitim üst yöneticisinin mesleği, müktesebatı ve niteliği ise zaman kadar önemli ikinci önemli ölçütümüzdür. Bu her iki ölçüt üzerinde yapılan araştırmalar temel eğitim felsefesinin yokluğu nedeninden sonraki sorunlar olarak bu hususları ortaya koymaktadır.

1980 sonrası 3 temel kırılmanın yaşandığı eğitim sistemi bugün her zamankinden daha çok alarm vermektedir. 1980 askeri darbesi baskı altına alınan başta üniversiteler olmak üzere eğitim alanına ciddi bir travma yaşatmıştır. İçi boşaltılmış zorunlu din dersinden, inkılap derslerine, milli güvenlik derslerinden, üretilmiş, ideolojik müfredatla çerçevelenen ve sonrasında okutulan ders kitap içerikleriyle bu dönem kaybedildi.

Eğitimin yaşadığı ikinci büyük darbe ise 28 Şubat süreci olmuştur. Kör bir ideolojik taassubun zirvede olduğu bu dönemde eğitim allak bullak edilmiştir. Katsayı meselesi, kesintisiz eğitim, imam hatipler, meslek liselerinin adeta yok edilmesi , insan, emek ve para kaynağının heba edildiği bu dönemi acı içerisinde bizzat tecrübe de etmiş olduk.

3. önemli kırılma ise 2014 yılından itibaren başlayan FETÖ-eğitim alanı kavgasının 2016 yılında yaşanan başarısız FETÖ darbesi ile zirveye çıkması ve uzun süredir iktidarda olmasına rağmen eğitimin felsefesine, niteliğine inmeyen AK Parti eğitim politikasının da böylece aslında iflas etmesidir. 1980’lerden itibaren eğitim alanını stratejik bir “lebensraum” olarak gören FETÖ aygıtı 2014 yılına gelindiğinde özel öğretim alanı, yurtlar, dershaneler, okullar, üniversiteler, yayınlar, kitap, kırtasiye dahil bu alanın tüm birimlerinde nicelik ve niteliksel olarak başat aktör özelliğini korumaktaydı.

2003 yılından itibaren iktidar olan Ak parti eğitim alanında muktedir olmadığı gibi son derece yanlış eğitim politikaları ve yanlış uygulayıcıları ile açıkçası bu alanda başarısız oldu ve üstelik eğitimi itibarsızlaştırdı. “Değerler Eğitimi” adı altında iyi niyetle tasarlanan çalışmalar dahi yanlış yerlerde ve ellerde öylesine kötü kullanıldı ki elimizde iyi kötü bir miktar kalan Değerlerimiz de Değersizleşti. Bütün bu dar bir elit içi hegemonik kavganın mağduru ise konumuzu teşkil eden eğitim alanı oldu.

2016 yılından 2021 yılına kadar geçen sürede ülkenin birçok alanında yaşanan olağanüstü olumsuzluklar eğitim içinde geçerliliğini korumuştur. Son zamanlarda ortaöğretimden liseye geçiş için yapılan kademe sınavları içerisinde nispeten en başarılı sistem olan TEOG bir günde ve tamamen kişisel tercihler ile kaldırılmış, 50 yıla yakın süredir ülke sathına yayılmış ve yine görece başarılı işler çıkartan Anadolu liseleri değersizleştirilmiş ve bizzat bir milli eğitim bakanının ağzından tüm diğer liseler gibi “niteliksiz ”okullar olarak kodlanmıştır.

Uzun yıllara dayanan Eğitim bürokrasi geleneğini dikkate almadan gerçekleştirilen üniversite geçiş sınavlarındaki değişiklikler, Avrupa birliği motivasyonu ile 4 yıla zorunlu olarak çıkarılan lise eğitimi gibi hususlar bugün okullarımızın can yakıcı problemleri olarak karşımızda durmaktadır.

2018 yılında uygulamaya geçen her alanda olduğu gibi Eğitim alanın da bizi uçuracağı vaat edilen yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (C.H.S) ise doğrusu okullarımızı ve bütün bir eğitim aygıtımızı uçuruma doğru götürmektedir. Kendisi de bir eğitim uzmanı olan kamu ve özel eğitim alanlarında çalışmış olan Milli eğitim bakanının 3 yıllık karnesi ise sadece kırıklar ile değil yanında kocaman bir hayal kırıklığı ile doludur.

Pandeminin başından itibaren her senaryonun hazır olduğunu tüm tedbirlerin alındığını belirten bakanlığın söylemlerinin karşılıksız çıktığını tüm ülke birlikte gördük. 2 yıldır açıl-a-mayan okullar ,yap boz tahtasına dönen açılıp kapanma süre ve tarihler , ertelenen ,sonra tekrar değiştirilen sınavlar ,aşılanamayan eğitim kadroları ,resmi rakamlara göre 2,5 milyon bize göre 5 milyona yaklaşan uzaktan eğitime giremeyen öğrenciler, tabletsiz televizyonsuz aileler vb tüm gerçeklikleri hep beraber yaşadık.

İnsanlığın eşitlendiği tek ölçüt olan ve eğitim alanı için tekrarı imkansız olan somut “Zaman” fırsatı gözümüzün önünde adeta yakıldı. Bu görünür maddi sıkıntıların yanında onlardan daha vahimi ise bir bütün olarak eğitimin tüm paydaşları ( eğitim sendikaları, sivil toplum örgütleri, öğretmenler ,idareciler, özel okul ve özel öğretim kurumları ve veliler ) olarak hep birlikte eğitimde özne olan ve bu süreçte en masum yerde duran öğrencilerimizi eğitimden her zamankinden daha fazla uzaklaştırmış olduk.

Okullara devamı ve her türlü ölçme-değerlendirme kriterini devre dışı bırakan, arzu edilenin çok uzağında olsa da bir şekilde yürüyen uzaktan eğitimde katılımı yüzde 3-5’lere indiren, başta aşı olmak üzere uzaktan ve yüz yüze yapılacak eğitim için yapılması gereken diğer onlarca tedbiri zamanında ve etkin bir şekilde almayan MEB gelecek yıllara ne yazık ki mefluç olmuş bir sistem bırakmıştır.

Kamunun eğitim alanını felç ettiği inancına somut veriler eşliğinde inanan insanlar bugün kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde varlık bulan kimi şahsi ,kimi ekonomik, kimi dini ,kimi siyasi motivasyonla hareket eden irili ufaklı birçok kuruma ve anlayışa yönelmektedir. 18 milyon ilköğretim ve lise öğrencisi, 8 milyonu bulan üniversite öğrencisi ; 1 milyonu aşan öğretmen, 200 bini bulan öğretim üyesi sayısı ile bu alanda Avrupa’nın ilk ülkesi olan Türkiye ne yazık ki bu en değerli potansiyeli değerlendirememekte, aksine ülkenin bu kıymetli hazinesini korkunç bir hoyratlıkla harcamaktadır.

Ulusal mücadele savaşının en sıcak çatışmalarının sürdüğü, ülke “Bekasının” dönüm noktalarından biri olan Sakarya meydan muharebesinin hemen öncesinde, top sesleri arasında 1921 Temmuzunda Ankara da Maarif Kongresi düzenleyen bu ülkenin, tam 100 yıl sonra bugün o zamanın koşulları ile kıyas kabul etmeyecek derecede iyi imkânlara sahip olmasına rağmen başarısız olmasının nedeni Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel iklimdir. Bu iklimi dönüştürmeden yapılacak tüm iş ve işlemler artık günü de kurtaramayacak ve geleceğe büyük bir sistematik problem bırakacaktır.

Sonuç olarak tüm zorluklara rağmen öncelikle eğitim sonrasında diğer alanların feraha kavuşması için elimizde anahtar olarak yine eğitim ve eğitimin kadim-evrensel değerleri bulunmaktadır. Bunun için de başta eğitimciler olmak üzere topyekün toplum, ilgi ve gündemi bu alana yönlendirmek zorundadır.

[email protected]

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir