Görüşler

Ekonomik gerçekler neşeli dil veya yaz günü niye üşür insan?

Ekonomik gerçekler neşeli dil veya yaz günü niye üşür insan?

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, Türkiye’nin sorunlardan anlamlı bir şekilde çıkabilmesinin ancak makul normlara dönüşle mümkün olduğunu dile getiriyor.

Türkiye’de siyaset sorun çözme sanatı olmak yerine maalesef mazeret üretme yeri olarak görülüyor. Tabiri caizse sorunların retorik müdahalelerle sorun olmaktan çıkarılması buna güç yetirilmediği durumlarda da sorunların niçin var olduğuna ilişkin meşrulaştırıcı gerekçelerin üretilmesi siyaset olarak anlaşılıyor. İdeolojik-politik fay hattının aktif olduğu ve stratejik müdahalelerle kundaklandığı ülkemizde bir anlamda “Türk’ün Türk’e propagandası”nı andırır şekilde politik merkezde dile gelenin çeperlerin kılcal damarlarına değin yankılanarak taşındığı bir narsizm halinin siyaset olarak görülmesini hayli uzun bir zamandır yaşıyoruz. Arada kimi dönemlerde bu yaklaşımın değişimine dair söylemlere, uygulamalara denk gelsek de nihayetinde bu denk gelinen şeyleri bir tür sapmaya dönüştürerek ve dolayısıyla egemen formu yeniden etkin kılarak bugünlere kadar geldik. Son dönemlerde bu sürecin radikal bir evresini yaşıyor olacağız ki artık gerçeklik ile söylem arasındaki bağı-bağlantıyı bir mantıksal kurguyu gözetme ihtiyacı hissetmeksizin yürütüyoruz.


Ülke gündemindeki politik mevzularda gerçekliğin sınırlarının ultra hayalciliğe varacak şekilde esnetilmesi karşılaşmadığımız bir durum değil. Herhangi bir ulusal, bölgesel veya küresel gelişmenin sıra dışı bir okumayla gerçekliği belirsiz siyasi bir anlatının dayanağına dönüştürülmesi neredeyse siyasetimizin mütemmim cüzü. Siyaseti bir tür gizeme, oyun içinde oyuna, gizli mahfillere, karanlık aktörlere, büyük ve müdahalesi mümkün olmayan determinist komplolara indirgeyen ve orada tutarak insanları adeta üzerlerine projeksiyon tutulan tavşanlar gibi kıpırdayamaz hale sokan bu yaklaşım siyaseti örten bir kamuflaj işlevi görüyor, dar ve yerleşik bağlılıkları perçinliyor vs. Daha genel ve bu tür fantastik okumalara müsait alanlarda görmeye alışkın olduğumuz yaklaşım artık gündelik hayatımızın sıradan olayları için bile neredeyse tek açıklayıcı model. O yüzden radikal bir evreye girdiğimizden bahsettim. Neredeyse hayatımızdaki en yalın hadiseyi bile bırakın çözmeyi makul bir düzlemde görmeyi, konuşmayı, tartışmayı imkansızlaştıran bu durumun en somut örneğini ekonomide yaşadığımız alt üst oluşta görüyoruz. Yukarıda değindiğim gibi bir yandan yaşadığımız kriz olduğundan farklı gösterilmeye çalışılıyor eş zamanlı olarak bunun yetersizliği de düşünülüyor olacak ki krizin nasıl da büyük ve küresel gerekçeleri olduğu bir operasyon kurgusu üzerinden anlatılıyor. Türkiye’yi adeta geleceksiz bırakan sürecin ekonomi alanındaki mevcut yansımalarına bakmakta fayda var. Bilindiği üzere TÜİK geçenlerde Ekim ayı enflasyon rakamlarını açıkladı. Verilere göre enflasyon Ekim ayında yüzde 2,39 artarak yıllık bazda yüzde 19,89 oldu. Son bir ayda LPG başta olmak üzere akaryakıt her haftada birkaç kez zamlanırken sanayide kullanılan doğalgaza Ekimin 1’inde yüzde 15, 31’inde yüzde 48 zam yapıldı. 5 litrelik Ayçiçek yağı 100 TL’yi geçti, domates 15 TL’yi gördü. Temel gıda ürünlerine yapılan zamlar “biz yaşarken oluyor.” Hal böyle iken TÜİK yıllık tüketici enflasyonunu yüzde 19,89 olarak açıkladı. Son bir ayda sadece doğalgaz yüzde 63, LPG yüzde 25 civarında zamlanırken enflasyon yüzde 2,39 TÜİK’e göre. İş burada bitmiyor malesef. Aynı TÜİK tüketici enflasyonunu (TÜFE) yüzde 19,89 olarak açıklarken üretici enflasyonunun (ÜFE) ise yüzde 46 olduğunu açıklıyor. Üreticiler kendilerine yüzde 46 olarak yansıyan enflasyonla bir şekilde baş ediyorlar, oluşan ekstra maliyeti tüketiciye yansımayacak şekilde fedakarlık örneği gösteriyorlar. Nitekim üreticide yüzde 46 olan enflasyon bu şekilde tüketiciye yüzde 19 olarak yansıyor. Üreticinin maliyeti %46 artacak ama ürün her nasıl olacaksa %19 artacak! İnanılmaz bir matematik! Olayın diğer bir ironik boyutu da 2022 yılı için yeniden değerlendirme oranının yüzde 36,20 olmasıdır. Yani devlet toplayacağı her türlü vergi, harç, trafik cezası vb. alacaklarına yüzde 36,20 oranında zam yapacak. 2021 için bu oran yüzde 9,11 idi.


Gerçeklikle, makul ve meşru bir ilişkiyle açıklamakta güçlük çektiğimiz durumumuz Postmodern kuramcıların bambaşka bir kontekstte dile getirdikleri “dil oyunlarına” dönüştü. Felsefi bir sorun olarak tartşılagelen “gerçeklik nedir, gerçekliği bilebilir miyim, bilsem bile başkasına aktarabilir miyim, gerçeklik bir inşa mıdır, kurgu mudur?” şeklindeki kadim mevzu adeta mutasyona uğradı ve gündelik hayatımızın işleyişinde her şeyi yutan bir keyfe kederliğin zeminine dönüştü. Devlet alacaklarında ÜFE’yi, vereceklerinde TÜFE’yi baz alıyor. Enflasyon 19,89 ise devlet, alacağı vergiye, cezaya, harca niye yüzde 36 “güncelleme” yapıyor? Bağımsız kuruluşların verilerine göre ülkemizde gerçek enflasyon aylık bazda yüzde 6,9 ve yıllık bazda yüzde 49 seviyelerinde seyrediyor. Türk-İş’in Ekim ayı araştırmasına göre yoksulluk sınırı 10 bin TL’nin üzerine çıkmış durumda. Dövizdeki hareketlilik ortada. Mevcut ekonomi-politikle yüzde 50’lere varan bir yoksullaşma yaşıyoruz. Açlık sınırının altında ve düzeyinde yaşayan milyonlarca insanımızın koşulları iyileştirilemediği gibi daha da vahimi orta sınıflar da ciddi anlamda yoksullaşıyor. Sosyo-ekonomik yığılma alt tabakada oluyor.
Bütün bu veriler, rakamlar detaylandırılabilr şüphesiz. Ancak rakamlara dikkat çekmek istememin sebebi bir söylemdeki tutarsızlığı dile getirmekle sınırlı değil. Kamusal konuşmamızın bir tür “dil oyunu” andırır şekle büründüğü bu vasatta ekonomi alanında manipüle edilen her bir rakamın milyonlarca erkek ve kadının hayatında somut ve yakıcı bir gerçeğe, zor ve tahripkâr bir duruma denk geldiğinin altını çizmek istiyorum. “Sosyo-ekonomik düzey”, “enflasyon”, “açlık ve yoksulluk sınırı” bir konuşmanın gerçekliğe referansı olmayan kurgusal kavramları değil kanlı, canlı, müşahhas bir hayatın, ilişkinin ve hayatın, ilişkinin niteliğinin göstergesi olan tanımlar.


Bizim için süreci daha vahim kılan husus bu sıra dışı halin hükümetle sınırlı olmayışı. Örneğin enflasyonun yüzde 19,89 olarak gerçekleşeceği tahmin edilen yerde hükümet ve yetkili sendikanın yürüttüğü toplu sözleşmede kamu çalışanlarının ücretlerine 2022 için yüzde 5+7 yani yıllık bazda yüzde 8.67 zam yapıldı. Üstelik bu zam sadece hükümet kanadından değil aynı zamanda kamu çalışanlarının haklarını korumakla yükümlü sendikalar tarafından da tarihin en başarılı toplu sözleşme süreci olarak savunuldu. Hatta yetkili sendika yöneticileri bu başarılı(!) sözleşmenin gerçekleşmesinde büyük katkıları olduğu gerekçesiyle bir de Erdoğan’a teşekkür ziyaretinde bulundular. Bağımsız kuruluşlar yüzde 50, TÜİK yüzde 20 şeklinde açıklama yaparken uzlaşılan rakam yüzde 8.67. Ancak rakamlar bu iken anlatı tarihin en başarılı toplu sözleşmesi oluyor, iş teşekkür ziyaretine kadar gidiyor.

Türkiye’nin anlamlı bir çıkış bulması ancak normalleşmesiyle, makul ve meşru normlara dönmesiyle, aklın ve mantığın sınırlarını zorlamayan bir konuşmayla ve ilişkiyle mümkün ve daha da önemlisi bu durum aciliyet oluşturuyor. Aciliyet oluşturuyor çünkü yukarıda değindiğim gibi rakamlar bir hayata, hayatın niteliğe karşılık geliyor. Ekonomik gerçeklik kuşaklar boyu etkisi olan bir yaşam formu demek. Yılmaz Güney’in Umut filminde Tuncel Kurtiz’in unutulmaz tiradıyla bitirelim çünkü tam da bu durumun altını çiziyor: “İyi at, iyi araba para işi gardaş. Paran olunca her bir iş iyi olur. Paran olunca kebap yen, paran olunca tatlı yen, şarap içen, iyi yataklarda yatarsın. Parası olunca adam kuvvetli olur. Parası olunca adamın evi, avradı olur, evinde tenceresi kaynar, çocukları olur. Paran olmadı mı iyi değil, dünyada senden kötüsü yoktur, senden pisi yoktur, her yerden kovarlar seni. Fakirin yüzü soğuktur. niye soğuktur Cabbar gardaş? Parası yoktur da ondan. Mesela kış gününde, en soğuk vaktinde, cebinde paran olsa üşümezsin; hamamdaymış gibi terlersin. Amma velakin para olmadı mı yaz gününde üşürsün.”

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir