Görüşler

Gazze’ye bakmak

Gazze’ye bakmak

Majda’nın elinde ise bir beyaz bayrak vardı. “Dökme Kurşun Harekâtı” (27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009) adıyla başlatılan Siyonist saldırıda evleri yıkılan Majda ve annesi Raya Abu Hajaj, 4 Ocak günü Gazze’nin güneyinde İsrail askerleri tarafından öldürüldü. Anne ve kızı, askerlerin evlerini terk etmeleri yönündeki çağrısına uyarak bölgeden uzaklaşan ve beyaz bayrak sallayan sivillerin arasında yürüyorlardı.

BEYAZ BAYRAK

Cengiz Han’ın orduları Avrasya’yı kasıp kavururken bazı yerlerde köylüler değerli eşyalarını bir barış hediyesi olarak kapılarının önüne bırakırlardı. Bununla olası bir kıyımdan muaf tutulmayı umuyorlardı. Ancak öyle olmadı. Ortada sivilleri öldürmekten men eden bir gelenek yoktu; sadece yağma ve yıkım şehveti vardı.

Majda’nın elinde ise bir beyaz bayrak vardı. “Dökme Kurşun Harekâtı” (27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009) adıyla başlatılan Siyonist saldırıda evleri yıkılan Majda ve annesi Raya Abu Hajaj, 4 Ocak günü Gazze’nin güneyinde İsrail askerleri tarafından öldürüldü. Anne ve kızı, askerlerin evlerini terk etmeleri yönündeki çağrısına uyarak bölgeden uzaklaşan ve beyaz bayrak sallayan sivillerin arasında yürüyorlardı. Siviller, çarşaflardan kestikleri parçalardan beyaz bayraklar yapmışlardı. Beyaz bayrağı barış işareti olarak kabul eden evrensel insanlık anlayışının himayesine güveniyorlardı.

Ancak Siyonist rejimin bu himayeyi onurlandırmak gibi bir niyeti yoktu. Hamas savaşçıları sivillerin arasına gizlenmiş olabilirdi. Bu ihtimali onurlandırmayı daha doğru bulan bir grup askerin yaylım ateşinde, Majda ve annesi Raya hayatını kaybetti. Majda’nın kardeşi Yusuf, o anı şöyle anlatıyor: “Ateş o kadar şiddetliydi ki onu geride bırakmak zorunda kaldık. Annem ‘Majda düştü! Majda düştü!’ diye bağırdı. Onun için dua ettik ve yürümeye devam ettik. Yaklaşık yüz metre ileride bir ateş daha koptu ve bu defa mermiler annemin göğsüne isabet etti; yere yığıldı ve onu da geride bırakmak zorunda kaldık.”

Gazze’de işlenen insanlık suçlarını soruşturan “Birleşmiş Milletler Gazze Çatışması Hakkında Bilgi Toplama Misyonu” tarafından hazırlanan raporda (Goldstone Raporu), olay şu tespitlerle yer aldı:
“Heyet, Majda ve Raya Hajaj’ın, o sırada çatışma olmayan bir bölgede beyaz bayraklarla hareket eden bir grup sivilin parçası olduğunu tespit etti. Dahası, Heyet tarafından görüşülen tanıklara göre, İsrail silahlı kuvvetleri yerel radyodan Cuhred-Dik’teki sivil halka evlerini boşaltmaları ve Gazze Şehri’ne doğru yürümeleri çağrısında bulunmuştu. Bildirilen bu koşullar ışığında ve özellikle sivillerin kendilerinden 100 metreden daha uzakta olduğu göz önüne alındığında, İsrail askerleri, sivillerin tahliye çağrısına yanıt vermesini bekledikleri için o bölgedeki insanların hareketinden kaynaklanan yakın bir tehdit algılayamazlardı. Bu nedenle Heyet, Majda ve Raya Hajaj’ın öldürülmesinin İsrail askerleri tarafından kasıtlı olarak gerçekleştirildiği sonucuna varmıştır.”

Hajaj ailesinin sağ kalan üyeleri, Majda ve Raya’nın cenazelerini ancak Dökme Kurşun Harekâtı sona erdiğinde, 19 Ocak günü defnedebildi. Majda’nın kanıyla kızıla boyanan beyaz bayrak düştüğü yerde kalmıştı.

İşgal Altındaki Topraklarda İnsan Hakları İçin İsrail Bilgi Merkezi’nin (B’Tselem) şikâyeti üzerine askeri savcılık, Temmuz 2010’da Başçavuş S. hakkında “kimliği belirsiz bir şahsın taksirle öldürülmesi” suçlamasıyla soruşturma başlattı. Üniformalı katil, olayı emrindeki askerlerin hayatını tehlikeye atan bir durum olarak açıkladı. İfadesine göre, kurbanların gövdesinin alt kısmına ateş etmişti. 12 Ağustos 2012’de Yafa Askeri Mahkemesi, katili “silahın yasadışı kullanımı” ve “uygunsuz hareket”ten 45 gün hapis cezasına çarptırdı. Er seviyesine indirilen katil 45 gün boyunca gün yüzü göremeyecekti!

İNSAN OLMAYANLAR

Bu gibi sembolik cezalar, Filistinlilerin maruz kaldığı İsrail şiddetinin gündelik karakterini ortaya koymaktadır. Bu tür bir gündelik hayat, rejimin Filistinlilerden duyduğu korkuyla yakından bağlantılıdır. Filistinlilerin hareketine getirilen kısıtlamalar, onları potansiyel terörist olarak gösteren bir güvenlik söylemiyle meşrulaştırılmaktadır. Filistinlilerin “güvenlik riskleri” olarak işaretlenmesi, günlük hayatlarının en mahrem alanlarına yapılan sayısız müdahaleyi haklı çıkarır: Doğumu yakın hamile kadınların kontrol noktalarından geçişini geciktirmek veya reddetmek; hayati tehlike arz eden durumlarda tıbbi yardımdan mahrum bırakmak; aile birleşmelerini engellemek; evleri yıkmak ve ölülerin onurlu bir şekilde gömülme hakkını reddetmek. Dolayısıyla, Majda ve Raya’nın öldürülmesini haklı çıkaran siyasal-teolojik koşulları anlamak için, Siyonist güvenlikçi söylemlerle İsrail toplumundaki Filistinlilere yönelik kökleşmiş korku arasındaki ilişkiye bakılmalıdır.

Londra Queen Mary Üniversitesi’nden Nadera Shalhoub-Kevorkian (2015), bu ilişkiyi Foucault’nun “Biyoiktidar” kavramıyla açıklar. Foucault’ya göre, bir toprak parçasını ve nüfusu kontrol etmek için nüfusun bir kısmının zaman zaman Egemen’in savunulması adına ölüme maruz bırakılması gerekir. Yok etmenin mantığını ve ona eşlik eden korkulan Öteki hakkındaki bilgi üretimini ifade eden “Biyopolitika” ise güvenliğin teolojik-dinsel terimlerle ifade edildiği koşulları yaratır. Sömürgeci ile yerliler arasındaki hiyerarşik güç ilişkileri, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik alanlar üzerinden yönetildiği gibi, Siyonist tahakküm de tüm bu alanlara nüfuz eden ve Filistinlileri gözden çıkarılabilir “İnsan Olmayanlar” (Unpeople) olarak tanımlayan bir korku endüstrisi aracılığıyla işler. İlk kez tarihçi Mark Curtis (2004) tarafından İngiliz politikalarının kurbanları için kullanılan “Unpeople” terimi, güç ve ticari kazanç uğruna değersiz ve harcanabilir görülen, sömürge çağındaki “vahşilerin” modern eşdeğerlerini ifade eder.
Shalhoub-Kevorkian, sivilleri hedef alan tekil örnekleri ise ideolojik bir gündemi desteklemek amacıyla terörizmin yaygınlaştırılması bağlamında analiz eder. Ona göre, insanoğlunun hemcinslerini öldürme konusundaki “kısıtlama eksikliği”, kurbanları tam da savunmasız oldukları ve katilleri için rekabetçi bir tehdit oluşturmadıkları anda hedef almayı teşvik eder. Bu, şövalye asaletinin tam tersidir. Şövalyelik, genetik kapasitemizin güvencesinde olmadığı için istenildiği anda çiğnenebilecek bir kültürel tasarımdan fazlası değildir.

Shalhoub-Kevorkian’ın biraz muğlak bıraktığı kısıtlama eksikliği, insan saldırganlığının diğer memelilerde saptanan beka ve üreme güdülerine aykırı bir mahiyette tezahür etmesidir: Doğal Seleksiyon, tahakküm hiyerarşisinin tahkimi adına tür-içi çatışmaları desteklese de bu çatışmalar ölüm ve ağır yaralanmaları asgari kılacak şekilde “ritüelize” olma eğilimindedir. “Törenselleştirme” olarak çevirebileceğimiz ritüelizasyon, çatışmaların biyolojik olarak programlanmış teslimiyet veya taviz jestlerinin eşlik ettiği öldürücü olmayan darbelerle sona ermesini ifade eder. Örneğin zehirli yılanlar kavga ederken dişlerini hasımlarına geçirmek yerine güreşmeyi tercih ederler; sivri gagalı kuşlar birbirlerinin gözlerini gagalamazlar; kurtlar rakiplerinin boğazını ısırmazlar. Doğa bir türü ölümcül silahlarla (zehir, diş, boynuz, pençe vs.) donattığında daima bu silahların rakipler arasında ayrımsızca kullanılmasını önleyecek uygun araçları da sağlar. Bu kısıtlama, türleri yaşam mücadelesinde daha avantajlı kılar.

İnsan türü ise kavga stratejilerinin seçiminde diğer memelilerden belirgin biçimde ayrılır. İnsan ölümcül silahlardan yoksun biçimde dünyaya geldiğinden genetik yapısına gömülü teslimiyet ya da taviz jestlerine sahip değildir. İnsan savaşı veya kavgayı ritüelize etmez. Onu rakibine ölümcül darbeler indirmekten ancak bazı özel jestler alıkoyabilir: Beyaz bayrak sallamak, elleri havaya kaldırmak, yere kapanmak, diplomasi, ateşkes gibi pratikler, uluslararası hukuktan ziyade kültürel evrimin ürünüdür. Yine de Öteki’ni ezmeye kararlı bir rakibin bu gibi jestlerden etkilenme olasılığı düşüktür.

Siyonist rejimin saldırganlığı, bu olasılığın sıfırlandığı bağlamı işaretler. Filistin halkını hayvan, barbar ve nihayet terörist gibi aşağılayıcı terimlerle tasvir etmek, Yahudi yerleşimcileri vahşi yerlilerden daha ayrıcalıklı kılmanın kasıtlı ve iyi hesaplanmış bir tezahürüdür. Majda ve Raya’nın cezasız kalan ölümlerine baktığımızda can kayıplarının önemsizleştirilmesinin Filistinlilerin “Unpeople” olduğu ideolojisine nasıl katkıda bulunduğunu görebiliriz.

Siyonizm’in Yahudi ırksal ayrıcalığına yaptığı vurgu, Filistin’deki Arap nüfusun şu veya bu şekilde yok edilmesini gerektirir. Tarihçi Patrick Wolfe’un (2006) saptadığı gibi, yerleşimci sömürge toplumu kendi egemenliğini kurmak için onların yerini almak zorunda olduğundan yerlilerin ortadan kaldırılması, “yıkıp yerine yenisini koymayı” esas alan yerleşimci sömürgeciliğinin örgütleyici ilkesidir. “Topraksız bir halk için insansız bir toprak” sloganının İsrail devletinin temel mitlerinden biri olması anlamlıdır. Bu slogan, İngiliz sömürgecilerin Avustralya’yı “boş toprak” (terra nullius) olarak tanımlamasında olduğu gibi, Filistinlilerin bir halk olmadığını ima eder: Filistin toprakları boştur; çünkü orada yaşayan insanlar halk (people) değildir.

Bu sömürgen anlayışın İsrail askeri sistemindeki güçlü nüfuzu, devlet aygıtının işleyiş ve kendini ifade ediş biçiminde, hukuk sisteminin yasaları oluşturma ve yorumlama biçiminde ve kitle iletişim araçlarının kullanılma biçiminde açıkça görülebilen bir korku üretmektedir. Bu korku, biri olumsuz, diğeri olumlu iki amaca hizmet ediyor: (1) Irksal üstünlüğe dayalı bir toplumda askerlerin katil olarak algılanmamasını ve dolayısıyla uygun şekilde cezalandırılmamasını sağlıyor. (2) Hamas’ın başlattığı Aksa Tufanı’nı (7 Ekim 2023) İsrail vahşetinin miladı sayanların muhafazakâr kurgusunu paramparça ediyor.

SONUÇ

Gazze’ye Hamas odaklı bakmak, İsrail’in ve Batılı ortaklarının gözüyle bakmaktır. Zalimle mazlumu bir kefeye koymadan doğrudan katili işaret eden aktif bir pozisyon almak, hem siyasal hem de ahlaki bir sorumluluktur.

Şurası kesin görünüyor: Beyaz bayrağın işlevsiz kaldığı yerde kızıl bayrak göndere çekilecektir. Hamas ve diğer direniş örgütleri, doğru ve yanlışlarıyla bir gün tarih olacaktır. Ancak “İsrail’in yaptıklarını onaylamıyoruz ama Hamas …” mealinde konuşan liderler, “taşıdığımız petrolden komisyon alıyoruz” diye savunma yapan siyasetçiler ve mülteci kamplarında yaşayanlara Hicret etmeyi öğütleyen dini bütün “sağduyu” sahipleri Holokost suçlularıyla birlikte anılacaktır.

YORUMLAR (5)
5 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir