Görüşler

Hudut nedir?

Hudut nedir?

‘Dindarca Öldürmek’ kitabının yazarı Muhsin Altun “Her yerde ve her zamanda geçerli evrensel bir ‘sınırlılık’ durumu yoktur” değerlendirmesinde bulunuyor.

DUVAR... Sümer kralı Shulgi, M.Ö.2000 civarında Fırat ve Dicle nehirleri arasına yaklaşık 250 km uzunluğunda bir duvar inşa ettirdi. Duvar, Güney Mezopotamya’nın uygar-yerleşik halklarını “barbar” Amorit topluluklardan ayırmayı amaçlıyordu.

Ondan yaklaşık yüz yıl önce Ur-Namma tarafından kurulan ve iç bütünlük ve dışsal yayılması itibarıyla oğlu Shulgi zamanında gücünün zirvesine ulaşan Ur-III hanedanı, kral Ibbi-Sin’in saltanatının 24. yılında doğudan gelen ani bir saldırı ile yıkıldı. Başka bir barbar topluluğu, Gutiler duvarın bulunmadığı doğudan saldırmış; Ur kentini yerle bir etmişlerdi.

Ur’un düşmesini Guti saldırısına bağlayan açıklamalar günümüzde itibardan düşmüştür. Son kral İbbi-Sin’in arşivinden çıkan bazı belgeler ekonomik ve siyasal istikrarsızlığa işaret etmekte; fiyat artışları ve eyaletlerin çoğunun çözülmekte oluşu bugün için kavranması güç bir krizin varlığını ima etmektedir. Zaten birkaç nesildir sendelemekte olan krallık için, Guti istilası bir dirsek vuruşundan fazlası değildi.
Ur-III krallığının yıkılışı Sümer edebiyatında anılmıştır. Bazı parçaları günümüze kadar ulaşan bir Sümer ağıtı, barbar istilası ile içerdeki devrimci kalkışmanın birleştiği o kritik momenti şöyle anlatır:

Devrim dağdan kente, ülkeye indi; kimsenin önceden bilmediği bir şey olarak.

Görülmemiş bir şey, adı olmayan, anlaşılamayan bir şey.

[…]

Baba karısından kaçtı, “ah karıcığım” demedi.

Anne çocuğundan kaçtı, “ah çocuğum” demedi.

Değerli bir malı olan “ah malım” demedi.

Zengin mallarını bıraktı ve bilinmeyen bir yol tuttu.

İngiltere’deki -Roma devrinden kalma- Hadrian duvarından Çin seddine kadar çok sayıda antik uygulamaya bakarak “içerdekiler - dışardakiler” ayrımını somut işaretlerle vurgulama eğiliminin Sümerlere özgü olmadığını söyleyebiliriz. Dahası, bu eğilim insan türünün toplumsal gelişim seyri ile uyumlu görünmektedir.

TERİTORYAL İÇGÜDÜ

Beslenme, üreme ve güvenlik kaygıları, belirli bir bölgedeki kaynaklara erişimin topluluk lehine düzenlenmesini ve “Öteki”ni dışarıda tutacak önlemleri koşullandırır. Bu yönüyle sınır, “düzen”e ilişkin kavrayışımızla ilgilidir. Topluluğu kuran şey sınırın kendisidir ya da topluluğun bir sınırı vardır. Dolayısıyla, her bir sınır ihlali arka planda işleyen bir düzene işaret eder.

Etnografik veriler, primatlarda komşu topluluğun bölgesine sızmanın potansiyel maliyetinin olağanüstü yüksek olduğunu göstermektedir. Özellikle hasım durumdaki komşularla karşılaşma riski “sınırdan sakınma” eğilimini desteklerken sınır bölgesindeki gıda kaynaklarından tam olarak istifade edilememesi grup topraklarının etkin kullanılabilen alanını daraltır.

Sınırdan sakınmanın modern dünyadaki karşılığı, ulusal sınırların her iki yanında da çoğunlukla “askeri yasak bölge” ya da mayınlı arazilerin uzanmasıdır. Keza, hiçbir ordu sınır çizgisinde tahkimat yapmaz; tarımsal ve endüstriyel üretime nadiren izin verilen serhat boyları, savaş senaryolarında düşmana ilk terk edilecek yerlerdir.

Şempanzeler ve Bonobolarla insanlar arasında gruplar arası ilişkiler bakımından kayda değer benzerlikler vardır. Gruplar arası öldürücü şiddet potansiyeli, her iki türde de varoluşu çevreleyen bir koşuldur ve Paleolitik çağın başından (2 milyon yıl öncesi) günümüze kadar insan evriminin ayrılmaz bir özelliğidir. Her iki türde de bu koşula üç farklı yanıt verildiği gözlenir: (1) Sakınma, uzak durma, (2) dostane ilişkiler kurma, (3) toprak kaybı veya kazancıyla sonuçlanabilen saldırılar.

Düşmanca ilişkiler sınırdan uzak durmaya ve buralardaki kaynakların kullanım dışı kalmasına yol açarken dostane ilişkiler sınıra yakın bölgelerdeki kaynakların tam kullanımını kolaylaştırır. Dostane ilişkilerin tahkimini sağlayan araçların ve kaynakları komşularla paylaşma kapasitesinin gelişmesi, insanları şempanze ve bonobolardan ayrı bir kültürel yörüngeye yerleştirmiştir.

Esasen avcı-toplayıcı grup üyelerinin, birbirleri üzerinde “tahakküm” kurmaya dönük çabalardan sakınıp gıda, cinsellik ve güvenliğe erişimde paylaşıma dayalı eşitlikçi ilişkilere yönelerek üreme şanslarını (fitness) artırdıkları söylenebilir. İşbirliğine dayalı ilişkiler, insan topluluklarının Üst Paleolitik dönemde dünyanın hemen her bölgesine yayılmasında kilit rol oynamış; gruplar arası işbirliği açık çevrelere hızla yerleşilmesini kolaylaştırmıştır.

New Mexico Üniversitesinden antropolog Keith M. Prufer ve arkadaşlarının geliştirdiği “İdeal Serbest Dağılım” modeline göre, ilk göçenler en uygun açık çevrelere yerleşirler. Yoğunluk ve rekabet arttıkça ikinci dereceden alanlara yerleşilir ve bu böyle devam eder. Dolayısıyla, “Allah’ın arzı geniş” olsa da insanların yeryüzündeki dağılımı “yoğunluk-bağımlı” bir dağılımdır.

İnsanların serbest hareketi, bütün yerleşilen alanların (habitat) eşit derecede uygunluğunu koşullandıran bir dengeye ulaşılıncaya kadar devam eder. Nüfus içerisindeki bir ya da daha fazla bireyin, habitatın uygunluğunu belirleyen faktör ya da faktörlerin orantısız bir kısmına el koymaya ve kontrol etmeye yetenekli olması ise serbest hareketi manipüle eder ve despotik dağılıma yol açar.

Yine de “ilkel” insan, kaynaklarından yararlandığı bölgeye dair bir sınır duygusuna sahip olsa da hiçbir sınırın “ebedi” karakterde olmadığının bilinciyle hareket etmiş; ölümcül çatışma riskini “teritoryal” (bölgesel) içgüdüsünü evcilleştirerek dengelemiştir. Kuşkusuz bu başarı biyolojik evrimden çok kültürel evrimle ilişkilidir ve henüz evrensel bir yaygınlığa ulaştığı söylenemez.

SINIRLAR KİMİ SINIRLAR?

Modern devletlerde ise sınır kısa dönemli amaçlar için inşa edilmez; ebedi olarak kalması için inşa edilir. Sınır yeni bir “hakikat” üretmez; hâlihazırda var olan bir ebedi hakikati ilan eder: “Etrafını çevirdiğim bu topraklar falanca ulusa aittir.” Sınırlar, geniş bir işlev yelpazesine sahip girift, siyasal, sosyal ve retorik araçlardır.

Yunanistan - Arnavutluk sınırındaki uzun dönemli sosyal değişimi inceleyen antropolog Sarah F. Green, özellikle sınırın her iki tarafındaki insanların çoğu için, onun doğal çevrenin bir parçası gibi algılandığını gözlemiştir. Sınır, üzerinden geçtiği dağlar ve nehirlerle yaşıt biçimde “oradadır” ve insanlar onu geçmenin neredeyse imkansız olduğunu bilirler.

Doğu ve güney sınırlarımızdan her gün yüzlerce kişinin kolayca giriş yapmasının çoğumuzu hayrete düşürmesi belki de bundandır. Burada, sorun sadece “dışardakiler”in sınır duygusundan yoksun oluşu değildir. Dağlar ve nehirler yerinde dururken sınır aniden ortadan kalkmış; sanki topoğrafyayı yeniden düzenleyen bir deprem olmuştur.

Bununla birlikte, Soğuk Savaş’ın ardından sınır dinamiklerinde dramatik değişimler yaşandığını görmekteyiz. Eskiden devletler sınırlarını saldırgan komşularına karşı korumak için askeri tahkimat yaparlardı. Günümüzde ise göçmenler, teröristler, kaçakçılar gibi devlet-dışı tehdit unsurlarına karşı duvarlar, tel örgüler vb. inşa edilmekte; geniş alanlar termal kameralarla taranmaktadır.

Son elli yılda, çok uluslu sermaye ve onunla ilişkili insan, mal, hizmet ve fikirler ulus-devletlerin sınırlarını yıkıp geçti. Buna karşın hükümetlerin sınır bölgelerinde çeşitli tiplerde fiziksel engeller inşasına ağırlık vermesi anlamlıdır. Bu engellerin katı fizikselliği, dünyanın artık “global köy” haline geldiğini savunan liberal kuramcılara meydan okurken “sınırlar sadece yoksulları sınırlar” klişesini doğrulamaktadır.

Siyaset bilimci Wendy L. Brown, bu ikilemi Aralık 2001’de ABD ve Kanada arasında imzalanan anlaşmanın başlığına (Akıllı Sınırlar Eylem Planı) atfen “akıllı sınır” kavramıyla açıklar: Uygun görülen mal ve insanların geçişine izin verirken istenmeyenleri engelleyecek şekilde gelişmiş gözeneklere sahip sınırlar. Keza, AB dış sınırları da bu yönde tahkim edilmekte; düzensiz göç dalgasının yarattığı “moral panik” ırkçı çağrışımlara sahip “Avrupa Kalesi” (Fortress Europe) metaforunu canlandırmaktadır.
AB dış sınırları, uygun teknolojik donanım üzerinden her iki taraftaki insan hareketlerini kontrol etmekle akıllı bir “özne” gibi davranırken dahili sınırlarda durum farklıdır: AB Parlamentosu, sınır geçişlerini kolaylaştıran teknik düzenlemeler yanında, üye ülkelerin 38 dahili sınır bölgesinde “sınır ötesi işbirliği” programlarını desteklemek üzere sadece 2014-20 bütçesinde 6.6 milyar Euro ayırmıştır. 2021-27 bütçesinde de yaklaşık aynı tutarda bir kaynak tahsis edildiği görülmektedir.

Ilkka Liikanen and Petri Virtanen’in Avrupa Komşuluk Politikası üzerine çalışması (2006), AB’nin bu politikayı geliştirmedeki belirgin niyetinin, AB düzeyinde “içerdekiler” ve “dışardakiler” arasındaki ayrımı bulanıklaştırmak olduğunu göstermiştir. Bu anlamda sınırlar, öte tarafa geçişin modalitesi ve geçirgenlik derecesiyle birlikte içerme ve dışlamanın kapsamını da tayin eden kurumlardır.

SONUÇ

Sınır dinamiklerindeki değişime dair özetlediğimiz gelişmeler, resmi görüşler, siyasal söylemler ve idari yapılar düzeyinde bile sınırın karakteristik bir doğasının bulunmadığını ima etmektedir. Her yerde ve her zamanda geçerli evrensel bir “sınırlılık” (borderness) durumu yoktur. Johns Hopkins Üniversitesinden R. A. Del Sarto’nun saptadığı gibi, “sınırlar ve onlara yüklenen anlamlar tarihsel koşullara bağlıdır.”
Sınırlar ile devletin bir şeyin vukuuna mani olma(ma) ya da onun için sonsuz bir bekleme süresi üretme(me) iradesi arasında güçlü bir ilişki vardır. Sınır dinamikleri bu anlamda çoğu kez toplumsal dinamiklerin tam tersi bir istikamet takip eder. Birçok ulusal sınırın, insanların, nesnelerin ve bazen fikirlerin bir yerden başka bir yere hareketini engelleme işlevi gördüğü dikkate alındığında, bu şaşırtıcı değildir.

Asıl şaşırmamız gereken, AB iç sınırları kaldırıp dış sınırlarını tahkim ederken bu yapının bir parçası olamayan Türkiye’nin sınırlarının nasıl bu kadar geçirgen olabildiğidir. “Hudut namustur” türünden tepkiler siyasal anlam ve değerden yoksundur. Yaşanan gelişmeler, akıl sahiplerini “Vize Serbestisi” müzakerelerinden “güvenli üçüncü ülke” tartışmalarına giden yolun nasıl döşendiği üzerinde düşünmeye sevk etmelidir.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir