Görüşler

İktidar temel ürünlerin fiyatını artırırken neden açıklama yapmıyor? Meşruiyet krizi

İktidar temel ürünlerin fiyatını artırırken neden açıklama yapmıyor? Meşruiyet krizi

Kamuoyu araştırmaları yürüten Muhsin Altun “İktidarın, vergileri ve akaryakıt başta olmak üzere temel ürünlerin fiyatını istikrarlı biçimde yukarı doğru güncellerken açıklama yapma gereği duymamasını nasıl açıklamalıyız?” sorusunu yöneltiyor.

Sütün litresini 10 liradan 12 liraya çıkaran sütçümüz, neden böyle yapmak zorunda kaldığını -üstelik sormadığım halde- güzelce açıkladı ve beni aydınlattı.

İktidarın, vergileri ve akaryakıt başta olmak üzere temel ürünlerin fiyatını istikrarlı biçimde “yukarı doğru” güncellerken açıklama yapma gereği duymamasını nasıl açıklamalıyız?

Bunun nedenlerinden biri, iktidarla olan ilişkimizin doğasıdır: İktidar, seçimle işbaşına gelmiş olmaktan beslenen ve yönetme hakkına gönderme yapan toplumsal “meşruiyet” algısı üzerinden bizimle ilişki kurar. İktidar sütçü değildir; mahcubiyet duymaz.

Kuşkusuz sıradan insanlar olarak kendi yaşam koşullarımızı kolayca değiştiremeyiz. Günlük yaşamsal talepleri karşılamak, irade ve mukavemetimizi zaten yeterince tüketmektedir. Yine de bütün bunlar hayatımızı olumsuz etkileyen resmi müdahale ve düzenlemeleri neden uysalca kabullendiğimizi açıklamaya yetmez. O zaman bir soru daha soralım: Tartışılmaz görünen dini dogmaların bile sorgulandığı bir çağda, iktidarlar hala peşin bir meşruiyetten yararlanmayı nasıl başarabilmektedir?

Sosyal psikolog Jérôme Blondé ve arkadaşlarının 670 katılımcıyla yürüttüğü üç ayrı deneyin sonuçları, meşruiyet algısının itaati kolaylaştırıcı etkisine dair fikir verebilir. 2021 yılında Social Justice Research dergisinde yayınlanan çalışma, dezavantaj yaratan kararların meşru otorite figürlerinden kaynaklandığı durumlarda, karardan olumsuz etkilenen bireylerin protesto eylemlerine katılma eğiliminin -otoritenin meşruiyetinin düşük olduğu senaryoya göre- daha düşük olduğunu gösterdi. Bireylerin kolektif eylemlere katılımının büyük ölçüde algılanan grup dezavantajlarından türediğini varsayan çalışmaya göre, öfke kontrolü ve düşük protest katılım, katılımcılar nispeten düşük bir dezavantaj deneyimlediğinde ortaya çıkmaktadır. Bulgular, otorite meşruiyetinin toplumsal eşitsizlikleri sürdürmede ve adaletsizlikle mücadeleyi engellemedeki rolünü göstermesi açısından önemlidir.

Yüksek dezavantaj algısının öfke ve kırgınlık yoluyla kolektif eyleme teşvik ettiği şeklindeki bulgulara karşın, insanların çoğu kolektif eylem başlatmak ya da başlamış bir eyleme katılmak için ağırdan alma eğilimindedir. Nitekim Julia Becker ve arkadaşlarının 2017 tarihli benzer bir çalışmasında, sosyoekonomik eşitsizliklerin ve sosyal gruplar arasındaki statüye dayalı farklılıkların, bunlardan en olumsuz etkilenenler tarafından olumlu değerlendirilebileceği ve nispeten az muhalefete neden olabileceği saptanmıştır. Yetkililerin rolüne odaklanan Blondé ve arkadaşlarının çalışması ise otorite figürlerinin algılanan meşruiyetinin haksız bir muameleye yanıt olarak protesto hareketlerine katılma isteğini zayıflattığını göstermiştir. Keza, yakın zamanda yürütülen çok sayıda çalışma, bireylerin meşru algılanan yetkililer tarafından alınan kararlarla daha uyumlu olma eğiliminde olduğuna işaret etmektedir. Örneğin resmi makamlarla işbirliği, yargı kararlarının kabulü, yasalara itaat ve vergi ödeme eğilimi, otorite meşru görüldüğü ölçüde daha güçlüdür.

Öte yandan, meşruiyetin gücü sadece otoritenin eylemlerinin yurttaşlar için önemsiz olduğu durumlarla sınırlı değildir. Bir dizi sosyolojik çalışma, güçlü meşruiyete sahip yetkililerin dezavantaj yaratan kararların kabulünü teşvik edebileceğini göstermektedir. Buna göre, güçlü meşruiyete sahip yetkililer tarafından ne kadar çok dezavantaj yaratılırsa bireyler bu dezavantajların tolere edilebilir olduğunu o kadar çok hissederler. Otoritenin meşruiyeti, kararın lider tarafından onaylandığı ya da akranların da bu kararı benimsediği algısını yaratarak haksız uygulamaların kabulünü kolaylaştırır.

Sosyal psikolog Cathryn Johnson ve arkadaşlarının çalışmasında ise meşruiyetin haksızlığa karşı -öfke gibi- olumsuz duygusal tepkileri azalttığı, buna karşılık otoriteyle işbirliği yapma eğilimini azaltıcı yönde hayal kırıklığı veya kırgınlık yarattığı bulunmuştur. Meşruiyet, adaletsizliğin uyardığı duygusal motivasyon güçlerini frenleyici bir işlev görmekte ve mukabil davranış eğilimlerini (direniş ve muhalefet gibi) zayıflatmaktadır. Direniş ve muhalefet eğilimi, bireyin kendi duyguları hakkında belirsizlik yaratarak yaptırım ve dışlanma korkusu ile dengelenir. Meşruiyet algısı ise haksız uygulamalara verilen duygusal tepkilerin yoğunluğunu düzenleyerek bir tür kontrol mekanizması işlevi görür.

KIRMIZI ÇİZGİ?

Bununla birlikte, Blondé ve arkadaşlarının çalışması, kolektif dezavantaj duygusu yüksek seviyelere ulaştığında meşruiyet etkisinin zayıflayacağını da gösterdi. Bunun iki nedeni vardır: (1) Güçlü bir dezavantaj, meşruiyetin hafifletemeyeceği yoğun öfke duyguları yaratır. (2) Bir karar son derece dezavantajlı olduğunda güçlü ahlaki kaygılar ortaya çıkar ve meşruiyet algısını devre dışı bırakır. Nitekim çok sayıda araştırma ahlaki normların ihlalinin yoğun tepkilere neden olabileceğini göstermiştir. Liderlerin uygulama ya da kararları ahlaki değerlerle çeliştiğinde meşruiyetin yumuşatıcı etkisi azalma eğilimindedir. Özellikle ekonomik-mali kararların sonuçlarıyla ilgili ahlaki yankılar, durumun açıkça kötüye gittiğinin sinyallerini vermekle direniş hareketlerine katılma eğilimini desteklemektedir.

Bu eğilimleri, tanınmış sosyolog Jurgen Habermas’ın “Geç Kapitalizmde Meşruiyet Sorunları” başlıklı çalışmasında “meşruiyet krizi” olarak tanımladığı koşullarla mukayese etmek öğreticidir. Habermas’a göre, siyasal sistem mümkün olduğunca yaygın bir “kitlesel sadakat” girdisi gerektirir. Sistemin çıktısı ise egemenliğe dayalı olarak alınan ve uygulanan idari kararlardır. Çıktı krizleri, devlet aygıtının ekonomik koşulların dayattığı zorunlu işleri (para-kredi politikası, fiyat istikrarı, bütçeleme, ücretler vs.) çatışan çıkarları uzlaştıracak şekilde ifa etmeyi başaramadığı bir “rasyonalite krizi” biçimindedir. Buna karşılık girdi krizleri “meşruiyet krizi” formundadır. Sistemi meşrulaştırmaya ayarlı üstyapı kurumları (din, ideoloji, sanat, hukuk vs.) ekonomik sistemden aktarılan zorunlu işlerin ifası bağlamında ihtiyaç duyulan kitlesel sadakat seviyesini tutturmayı başaramadığında bir meşruiyet krizinden söz edilir.

Rasyonalite krizi, nihayet devlet aygıtının çözülmesiyle sonuçlanırken meşruiyet krizi doğrudan bir kimlik krizidir. Meşruiyet krizi, sistemin bütünlüğünün tehlikeye girmesiyle ilgili olmayıp, hükümetin planlı müdahalelerinin üretim araçlarının özel mülkiyeti ilkesiyle çatıştığı noktada ortaya çıkar. Böylece ileri kapitalizm koşullarında meşruiyet krizi, müdahalenin kapsamı konusunda egemen sınıflarla devlet arasında çıkan, özünde ekonomik karakterli gerilimleri ifade eder görünmektedir.

Sermaye ve toprak sahipleri, görece daha gelişkin bir sınıf bilincine sahip olmakla, tarihsel süreçte “kırmızı çizgilerini” iyi tanımlamış ve anayasal güvenceye almayı başarmışlardır. Dahası, sosyo-kültürel sistemi ekonomik sistemin gereksindiği meşruiyeti üretecek şekilde yapılandırabilmişlerdir. Bu yüzdendir ki ileri kapitalist toplumların müzakereye kapalı tek ilkesi üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Ekonomik krizden çıkış vadeden siyasi liderlerin, bu ilkenin sorgulanmasını gerektiren koşullarda bile -örneğin- özelleştirmenin erdemlerinden dem vurması bu açıdan anlamlıdır. Özel mülkiyetin dokunulmazlığı, aynı zamanda çıkış stratejileri için bir “ekonomi-politik” çerçeve işlevi görmektedir.

Buna karşılık, geniş halk kitlelerinin meşruiyet eşiğini tayin eden böylesine açık ve kesin bir kırmızı çizgi yoktur. Dezavantaj yaratan politika ve uygulamaların derin ahlaki kaygılar ürettiği koşullar kolektif eylemleri teşvik eder görünse de liderlerin ahlaki değer sistemlerine açıktan meydan okuduğu durumlar nadirdir. Dahası, bu değerlerin kapsamı ve göreli ağırlığı konusunda toplum kesimleri arasında her zaman bir mutabakat bulunmaz.

Bu koşullar altında, insanların siyasal sisteme kitlesel sadakat girdisi sağlamasını, katılımlarını düzenli seçimlerle sınırlı tutmasını, meşruiyet algısının doğal bir sonucu olarak görmeliyiz. Eğer yasalara ve devlete karşı moral olarak itaatle yükümlü olduğunuza inanıyorsanız isyan ya da -en azından- kolektif eylem için çok güçlü ve önemli gerekçeleriniz olmalıdır. Böyle bir momentte, moral ispat külfeti, itaat yükümlülüğünün birincil karakteri nedeniyle sizin üzerinizde kalacaktır -ki bu da pek çoğumuzun tercih etmeyeceği bir durumdur. Dolayısıyla, toplum felsefecisi Peter T. Manicas, meşruiyeti “bazılarının diğerleri tarafından baskılanmasının mistifiye edici mazereti” olarak değerlendirirken çok da haksız değildir.

SONUÇ

Özetlediğimiz çalışmalar, Hitler’i iktidara taşıyan “otoriteye itaat” koşullarından çok da uzak olmadığımızı gösteriyor. Meşruiyet algısı öfke duygularını azaltabilir ve zararlı kararların kabul edilebilirliğini artırabilirken kolektif eylemlere katılma eğilimini zayıflatabilmektedir. Meşru bir otoriteden kaynaklanan olumsuz kararlara karşı, insanların çoğunun eyleme geçmek için ağırdan alması, evrimsel anlamda “adaptif” (uyarlı) bir davranış gibi görünmektedir. “Cevabımızı sandıkta veririz” türünden tepkiler de esasen bu eğilimle ilgilidir.

Deneysel bulgular, meşruiyet algısının bireylerin otoriteye uyumunu, işbirliğini ve daha zayıf bir muhalefeti garanti eden güçlü bir faktör olduğunu göstermektedir. Bulgular, sosyoekonomik eşitsizliklerin dünya çapında yükselişte olduğu bir dönemde kolektif eylemlerin sayısının orantılı olarak artmamasını ve özellikle en çok acı çekenler arasında paradoksal biçimde düşük kalmasını da açıklayabilir.

Siyasi kurumların ya da liderlerin meşruiyetine olan inancımız, bir taraftan adaletsizliklerin sineye çekilmesine katkıda bulunurken, diğer taraftan toplumsal eşitliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan kolektif hareketlere meşruiyet atfedilme olasılığını azaltmaktadır. “Sokağa çıkmayalım, iktidara koz vermeyelim” türünden sözde muhalif öğütler, meşru muhalefetin ancak parlamento çatısı altında “var” olabileceğini ima eden bu inancın ifadesidir. Hala bir meşruiyet krizi yaşamıyor gibi görünmemizin nedenlerinden biri de budur.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir