Görüşler

Jack Kerouac'ın romanlarındaki caz

Jack Kerouac'ın romanlarındaki caz

'Şenlik Sanat ve Sabotaj' kitabının yazarı Halil Turhanlı "Jack Kerouac hayatını, deneyimlerini dramatize etmiş ve okuruna romantik serüvenler olarak sunmuştur" diyor.

Gazeteci ve şair Lawrence Lipton savaş sonrası Amerika’nın en önemli akımı olan Beat edebiyatının yazar ve şairlerini “kutsal barbarlar” olarak nitelemişti. Onlar anaakım (mainstream) beyaz Amerika’nın değerlerine, kapitalizmin kurumlarına, tüketim toplumunun kültürüne, askeri-endüstriyel komplekse, ırkçılığa, ekolojik yıkıma karşıydılar.

Akımın önde gelen yazarı Jack Kerouac 1960’larda karşı-kültürün kurucu metni niteliğini kazanacak, bu kültürün mitlerini yaratacak olan Yolda’yı üç hafta içinde yazmıştı. Fakat 1951 Nisan’ında tamamladığı romanını ancak altı yıl sonra yayımlatabildi. Kerouac hayatını, deneyimlerini dramatize etmiş ve okuruna romantik serüvenler olarak sunmuştur. Yolda ve diğer romanları yakın çevresini oluşturan arkadaşlarıyla birlikte başlarından geçenleri, bu insanların adlarını değiştirerek anlattığı birer 'roman a clef' sayılırlar. Bunlar, özellikle de Yolda birkaç kuşak için yol gösterici aşkın bir özgürlük arayışının romanları oldular.

Kerouac’ın caza asıl ilgisi doğduğu ve çocukluk yıllarını yaşadığı Lowell, Massachusetts’ten New York’a geldiğinde başladı. Caz kulüplerine gidiyor, orada hayranlıkla dinlediği müzisyenlerle tanışmak istiyor, okul gazetesine caz hakkında yazılar yazıyordu. Üslubunda daha o yazılarda kendini belli eden ilginç bir şey vardı; dinlediği bebop’a yakınlık arz ediyordu.

Kerouac’ın New York’da yaşamaya başladığı yıllarda caz radikal bir değişimden geçiyordu. Saksafoncu Charlie Parker, piyanist Thelonious Monk, trompetçi Dizzy Gillespie ve diğerleri 52. Cadde’deki kulüplerde yeni bir müziği seslendiriyor, cazda yeni bir dönemi başlatıyorlardı. Bebop adı verilen yeni müzik swing dönemine, bu dönemin orkestralarınca cazın beyazlaştırılmasına, anaakım kültüre eklemlenmesine bir tepkiydi.

Swing dans ritimleri üzerine kurulu, yumuşak vokalli, eğlendirici ve ticari bir müzikti. “Caz Çağı” olarak anılan 1920’lerin müziğiydi. İçki yasağı (Prohibition) dönemi dansların, partilerin, eğlencenin, sonuçta hazcı (hedonist) bir kültürün bu döneme damgasını vurmasına engel olmamıştır. Swing bu dönemin ruh halini ve duygu dünyasını yansıtıyordu. Hayli popüler olmuştu, radyoda çalınıyordu, günün koşullarına göre büyük sayılabilecek bir pazarı da vardı, plakları iyi satıyordu Beyaz orta sınıflar seviyorlardı bu müziği. Oysa bebop alternatif kültürün, öteki Amerika’nın müziğiydi. Eğlendirmiyordu. Dinleyicisinin ruhsal arayışına eşlik ediyordu.

Bebop teknik, estetik ve hissiyat olarak radikal biçimde farklıydı. Swing orkestralarından farklı olarak bu yeni müziği küçük topluluklar çalıyordu. Saksafon ve trompet ön plana çıkıyor; ritim bölümü ise bas, piyano ve davuldan oluşuyordu. Bu çalgılar cazın doğduğu, geliştiği, yaygın dinleyici bulduğu New Orleans ve Kansas City’deki topluluklarda ve elbette swing orkestralarında da vardı ama bebop müzisyeninin çalgısıyla kurduğu ilişki çok farklıydı, yüksek tekniği sayesinde çalgının tüm potansiyelinden yararlanıyordu Swing düzenlenmiş şarkıların, kompozisyonların müziğiydi; bebop’u ise doğaçlama karakterize ediyordu. Öngörülebilir, kestirilebilir bir müzik değildi. Dinamik, karmaşık, sansürsüz denetimsiz bir ifadeye sahipti. Belki de en önemlisi bebop müzisyenleri eğlendirici (entertainer) olmayı, gösteri (show) yapmayı reddediyorlardı. Onlar aydınlanmış siyah müzisyenlerdi.

Anaakım caz eleştirmenleri hayli şaşkındılar, Down Beat sayfalarında bu yeni müziği anlamaya çalıyorlardı. Fakat beri yandan bebop New York’un entelektüel dünyasına etkide bulunan bir güce ve çekiciliğe sahipti; öncelikle de yeni bohemleri, Beat yazarlarını etkiliyordu. Bebop onların beyaz Amerika’ya karşı kızgınlıklarını ateşliyordu. Kısa sürede bebop ve Beat sözcükleri neredeyse eşanlamlı oldular. Beat sözcüğü de caz müzisyenlerinin jargonundan alınmıştı; perişan, yolsuz, meteliksiz, darbe yemiş, yıkılmış anlamlarına geliyordu.

Swing’in öncülerinden sayılan ve cazın eski dönemine ait bir müzisyen olarak bilinen Louis Armstrong bebop’da melodi bulunmamasından şikâyet ediyor "Bu müziği hatırlamak mümkün değil, çünkü melodisi yok" diyordu. Oysa doğaçlama yapan bebop müzisyeni halkının geçmişini çok iyi hatırlıyordu; çünkü o çalgısını çalarken siyahların kolektif belleğine dayanıyordu. Cazın hiçbir türü siyah kolektif bellekle böylesine sıkı temas kurmamıştı.

Charlie Parker sözü edilen karmaşık ve yenilikçi müziğin akla ilk gelen temsilcisiydi. Caz eleştirmeni Gary Giddens, Parker’ın müziğini anlayabilmek için cazın bütün tarihsel gelişimini bilmek gerektiğini, çünkü onun cazı baştan itibaren yeniden değerlendirdiğini vurgular. Üstelik Parker Avrupa’daki avangard müziğin takipçisi ve hayranıydı. Kendi müziğini de bu öncü çalışmaların bir türü olarak görüyor, öyle kabul edilmesini istiyordu. Böyle bir talepte bulunmaya hakkı vardı; zira Arnold Schonberg’in Batı müziğinde yaptığının bir benzerini gerçekleştirmiş, caza yoğun uyumsuzluk (disonans) getirmiş, müziğini uyumsuz tınılarla dokumuştu.

Anaakım eleştirmenlerin anlamada güçlük çektikleri ve eski ekolün temsilcisi Louis Armstrong’un hatırlayamadığı bebop’u Jack Kerouac gayet iyi kavramıştı. Çünkü onun ruhu siyahtı, hatta simsiyahtı. Bu nedenle ruh kardeşlerinin müziğini kavramada hiç güçlük çekmedi. Bebop’a canlılık ve dinamizm veren siyahların kölelikten beri duydukları, kuşaktan kuşağa aktardıkları öfkeydi. Kerouac da bir siyah ruhlu olarak bebop’da bu öfkeyi, bu kızgınlığı duyuyordu.

Kerouac derisinin de siyah olmasını istemişti . Denver’ın 'leylak renkli geceleri'nden birinde siyahların oturdukları bir mahalleden geçerken bir siyah olarak doğmamış olduğuna hayıflanır. Burada söz konusu olan empatiden çok daha fazlasıdır. Siyah bir derinin altına girme arzusudur. İşte bu nedenle Kerouac, Charlie Parker’ın ruh kardeşi oldu. Beyaz Amerika’nın sunduğu her şeyi geri çevirdi.

Caz tarihçisi Ted Gioia’nın da hatırlattığı üzere, bebop müzisyenleri kamusal alandaki, çalışma hayatındaki ırk, cinsiyet temelindeki ayrımcılığa 1964’de son veren Sivil Haklar Yasası’nın kabulünden önceki son kuşağa aittiler. Onların kariyerlerinin en parlak döneminde kulüplerde ve benzeri mekânlarda siyah-beyaz ayrımı henüz varlığını koruyordu. Beatler ırkçılığın çizdiği bu sınırları ihlal ettiler, yasakları çiğnediler. Bazı mekânların ırkçı yasalarla siyahların girişine yasaklandığı dönemde onlar özünde siyahların alanı sayılan caz kulüplerine gittiler, oralarda ruh kardeşleriyle buluştular. Dumanlı, gürültülü, mahzen, sığınak benzeri caz kulüpleri ırklar arasında çizilmiş sınır çizgilerinin aşıldığı yerlerdi ve Beatler bu yeraltı mekânların müdavimleriydiler. Şu da vurgulanmalı: Yeni cazın, bebop’un çalındığı kulüpler eğlence mekanları değildi; ruh kardeşlerinin buluşma ve kaynaşma yeriydi.

Kerouac bebop öncesi cazdan uzak durmamış, sırt çevirmemişti. Louis Armstrong için "Âdem gibi New Orleans’ın çamurlarından doğdu" demişti bir defasında. Ama onun üslubunu “kendiliğinden bop prozodi” olarak adlandırdığı tekniğini etkileyen, hatta belirleyen bebop’du, özellikle de saksafoncu Charlie Parker’ın doğaçlamaları, soloları Kansas City, Missouri doğumlu Charlie Parker daha henüz çocukluğunda kafasının içinde o güne değin kimsenin duymadığı bir müzik duyuyordu. Doğduğu şehir cazın geliştiği merkezlerden biriydi, o da bu şehrin kulüplerinde çalarak başladı. Bütün yaşamı boyunca ırkçılığın neden olduğu ıstırapları ruhunun derinliklerinde duydu. Kerouac onun 'ırkçı bir toplumda acı çekmiş heybetli bir kurban' olduğunu söylüyordu.

Kerouac, Parker’ın müziğine hayranlık duymakla kalmadı, romanlarını yazarken onun tekniğine de başvurdu. Parker nasıl doğaçlama yapıyorsa, saksafonuyla nasıl temas kuruyorsa Kerouac da öyle yazıyor, daktilosunun tuşlarına öyle vuruyordu. Bebop onun yazınsal deneyciliğini, tekniğini ve üslubunu, cümlelerini, sözdizimini, belirleyen itici güç oldu.

Yazı yazmayı Parker’ın doğaçlamaları gibi kesintisiz bir akış olarak görüyordu. Yolda’yı kâğıt değiştirmenin yazma sürecini kesintiye uğratmaması için daktilosuna rulo kâğıt takarak yazmıştı. Noktalamayı ise solo yapan cazcının nefes alışına benzetiyordu. Romanları bebop’da olduğu gibi yüksek enerjiyle yazılmıştı. Sözcükler enerji yüklü oldukları için titreşim içindeydiler. Onun hüzünle coşku, arasında gidip gelen romanlarında okura kendini yavaş yavaş duyuran bir müzik vardır. Harfler, sözcükler notalar gibi ses verir, bebop’u örnek alan bir müzik oluşur.

Kaynaklar
DeVeaux, Scott, The Birth of Bebop: Social and Musical History, University of California Press, 1997
Gioia, Ted, The History of Jazz, OUP, Third Edition, 2021
Theado, Matt, Understanding Jack Kerouac, University of South Caroline Press, 2000
Werner, Simon&Sempas, Jim (Ed.), Kerouac on Record: A Literary Soundtrack, Bloomsbury, 2019

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir