Görüşler

Kibir ve yaşamdan yansımalar

Kibir ve yaşamdan yansımalar

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Çamdalı "İnsanlık değişmese de insanlar değişiyor. Yaratılıştan gelen pek çok özellik ortak, asıl önemli olan farklı pozisyonlarda, çok farklı davranışlar içerisinde olmamak" diyor.

Büyüklenme anlamına gelen kibir, tevazuun karşıtı olarak kendini herkesten üstün görmek, küçümseyici ve aşağılayıcı davranışlarda bulunmak şeklinde tanımlanmaktadır. Kibirle ilgili literatürde oldukça fazla bilgi bulunmakla birlikte konu teorik yapısından ziyade pratik yaşamda karşılaşılan olgular üzerinden değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Üniversiteyi bitirdikten sonra başladığım ilk iş yerinde ve hatta daha öncesinde hem okulda hem de diğer alanlarda, pek çok kibirli insanla karşılaştım. O dönemler, ülkemiz daha farklı bir atmosfer içerisindeydi. Genellikle belli makam ve mevkilerde belli insanlar vardı. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de sadece zamanın ruhuna uyum sağlayanlar, belli yerlerdeydi. Onlar ekonomik alanda da etkiliydi. Bir kısmı da hayli kibirliydi. Hepsini itham etmek, elbette haksızlık olacaktır. Ancak genel atmosfer böyleydi. Özellikle iş dünyasında ve bürokrasinin belli kademelerindeki insanların yanına varmak, ne mümkündü! Uzun yıllar çalıştığım kurumun en üst düzey yöneticisiyle ancak bir kez görüşebilmiştim. O da bin bir zorlukla. Görüştüğüme de bin pişman olmuştum. “Keşke görüşmeseydim!” demiştim. Çünkü samimiyetle söylediğim her şeyi, aleyhime kullanmıştı. Ben o zamana kadar, belli makamlarda bulunan kişilerin hiç değilse biraz insaflı olabileceklerini düşünürdüm. Halbuki tek gayeleri, makamlarını korumak, hep tepede kalmak ve tepeden bakmakmış. Sadece onlar, bir de diğerleriymiş, bunlar asıl bakış açılarıymış. Bunları sonradan öğrendim, acı da olsa…

Aradan yıllar geçti ve ülkemiz bu sefer farklı bir atmosferin etkisine girdi. Belli zincirler kırıldı. Makamlara, o zamana kadar gelemeyenler geldi. Onlar da belki benim gibi aynı davranıştan muzdarip kişilerdi. Başlangıçta, toplum tarafından o döneme kadar çok da benimsenmeyen eski anlayış ve davranış kalıplarını değiştirmişlerdi. Daha mütevazı ve halka yakın davranışlar sergilemişlerdi. Ancak bu durum, belli bir süre sonra değişti. Onlarda da kibir ve/veya vurdumduymazlık gelişti. Tamamında olmasa da belli bir kesiminde olduğu belliydi. İnsan fıtratı galiba benzerdi. İnsan güce erişince veya güçlü olunca, pek çok şeye hükmedeceği duygusuna kapılıyordu, galiba. Ancak biliyoruz ki her şeyin bir sonu var; gücün de ömrün de varlığın da hatta yokluğun da… Ancak gel gör ki insanoğlu bunu her zaman göremiyor. Yaşamın hep aynı tonda ve çizgisel olacağı gafletine kapılıyor ve geçmişi unuttuğu gibi akıbeti de unutuyor... Hz. Muhammed “Kabirleri ziyaret ediniz, size ahireti (ebediyeti) hatırlatır” diyor. Dolayısıyla insan nerden geldiğini ve nereye gittiğini, zaman zaman da olsa hatırlasa, belki yaşam hem kendisi hem de diğerleri için daha kolay ve daha yaşanılır olacaktır. Yapaylıktan ziyade doğallık hâkim olacaktır. Elbette sosyal ve iş dünyasında hiyerarşi de olacaktır. Bu da doğaldır ancak abartılı olmaması daha anlamlıdır. Zira Fransız bir filozofa göre peygamberler doğal aklı egemen kılmak için gönderilmiştir. Doğal akıl; doğal yaşamı ve doğal davranışı tavsiye etmektedir. Suniliği ve aşırılığı ise tasvip etmemektedir.

Son zamanlarda, geçmişte kendisi veya yakını mağdur olup da şimdi mağrur olan kesim de gözlenmektedir. Bunların bir kısmının geçmişi bilmediği, bilenlerin ise geçmişi önemsemedikleri kanaatindeyim. Bu noktada bazılarının tabiri caizse ne oldum delisi olduğunu ve bunun da sağlıklı olmadığını düşünmekteyim. Gücün mutlak sahibinin unutulduğunu; unutulmuşluğun da her alana yansıdığını gözlemliyorum. Söz konusu yansımaların, toplumun yapısını değiştirerek farklı bir yapıya dönüştürdüğü, kuşkusuz bilinen bir gerçek. Bunu iş dünyasında, pazarda, yollarda, trafikte, işyerlerinde ve daha pek çok yerde gözlemlemek mümkün iken nedenini tam anlamıyla anlamak ise o kadar da mümkün olmasa gerek. Ancak hiç değilse anlamaya çalışmak, önemli olsa gerek…

İçinde yaşadığımız dönem, geçmişe göre farklı toplum anlayışının egemen olduğu bir zaman dilimidir. Çağın düşüncesi ve anlayışı her yerde ve her kesimde kendini hissettirmektedir. Geçmişin değerlerini ve güzelliklerini yeni nesillere aktarmada, eskilerin (şimdiki zamana göre) yani bizlerin çok da başarılı olduğu söylenemez. Hatta başarısız olunduğu bile söylenebilir. Zamanının önemli kısmını, sosyal medyada geçiren bir gençliğin, etkilenme alanı da elbette medya olacaktır. Yaşam, gençlerin evlilik, meslek seçme ve diğer benzer alanlarının şekillenmesi noktasında hayatlarının neredeyse tamamının ebeveynler tarafından belirlendiği bir anlayıştan, onlara öğüt ve tecrübe aktarma anlamında da olsa söz söylenemeyen bir anlayışa evirilmiştir. Kadim değerlerden beslenemeyenlerin, beslendikleri alan da salt sosyal medya olunca, salt gençlerin suçlanması elbette çözüm olmayacaktır. Ebeveynlerin, toplumun hatta eğitimcilerin suçu öncelikle kendilerinde araması daha anlamlı olacaktır. Geçmişin katı anne baba otoritesini ortadan kaldırmaya çalışırken; evlat otoritesinin egemen olduğu alana savrulmanın, sonucu bu olsa gerek. Böyle yetişen insanlardan mütevazi olmalarını beklemek, çok da anlamlı olmasa gerek. Konunun böyle bir boyutunun olduğu da bir gerçek.

Toplumumuzun farklı kesimlerinin dünya görüşü, yaşam anlayışları, değerleri birbirlerinden farklılıklar gösterse de davranış ve hayata bakışları hususunda birçok benzerliklerin olduğu da muhakkak. Şairin ifadesiyle aslında gaye tek. Herkes kendini ve menfaatini koruma peşinde. Bunların söz konusu olduğu ortamlarda, diğerleri (değerler vb.) aslında araç haline dönüşmektedir. Bu yüzden derin anlayışlara, sorgulamalara, samimiyete dayanmayan düşünce ve görüşlerin savunucularından, tevazuu beklemek, beyhude olacaktır. Onların davranışları, daha çok bulundukları pozisyondan güç alarak, kibir kılıfı ile mevcut durumu lehlerine çevirmek olacaktır. İşyerlerinde dünya görüşü olarak insani ve toplumsal düşünceyi esas alan, ancak belli pozisyona gelince de insanları kendi lehine kullanmaya çalışanları da tanımıştım.

Burada kişiler üzerinden hareket ederek tüm insanlar ile ilgili genel yargılara varmak elbette doğru değildir. Ancak yaygın anlayış ve davranışı hem zaman hem de elde edilmiş tecrübe itibariyle gözlemek mümkün olmaktadır. O bakımdan konuyu ilkeler ve bilimsel temeller itibariyle değerlendirmek ise en anlamlısı olacaktır.

İnsanlık değişmese de insanlar değişmektedir. Aslında yaratılıştan gelen pek çok özellikler ortaktır. Asıl önemli olan farklı pozisyonlarda, çok farklı davranışlar içerisinde olmamaktır. Dün eleştirdiği şeyi, bugün imkân ve inisiyatif kendine geçince yapmamaktır. Kendini ve kişileri kandırmamaktır. Aksi takdirde bu tür davranışlar hem kişiyi hem de etrafını tehlikeye atacaktır. Böyle davranan insanlar da tanıdım. Düşünce ve davranışlarında, o zamana kadar çelişki olmaz sanırdım. Yanıldığımı anladım. Hepsi olmasa da bir kısmının kibre kapıldığını da gördüm. Belki de en kötüsü de buydu. Zira kibir belki de insanlarda bulunmaması gereken, en kötü manevi hastalıkların başında gelmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed; kalbinde zerre kadar kibir olanların cennete giremeyeceğini, yaklaşık bin dört yüz yıl önce ortaya koymuştu.

Son tahlilde insan olma noktasında kimsenin kimseden üstünlüğü olmasa gerek. Çünkü herkes embriyolardan, bir anne ve babadan meydana gelmektedir. Akıbet olan ölüm herkesi mutlaka bulacaktır. Hayata gelip de onun bulmadığı olamayacaktır…

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir