Görüşler

Kılıçdaroğlu’nun İngiliz İşçi Partisi lideri Keir Starmer’dan alması (ve almaması) gereken dersler

Kılıçdaroğlu’nun  İngiliz İşçi Partisi lideri  Keir Starmer’dan alması (ve almaması) gereken dersler

King’s College London üniversitesinde akademik çalışmalarına devam eden Siyasal İletişim Danışmanı Derin Koçer “Kılıçdaroğlu’nun bir değişim hikayesi anlatması gerekiyor” değerlendirmesinde bulunuyor.

Sol partiler için değişim zordur. İngiliz İşçi Partisi’nde daha zordur. Cumhuriyet Halk Partisi için ise neredeyse imkânsız. Partiyi değiştirmek isteyen lider; kendini bir anda parti bürokrasisinin altında ezilmiş bulabilir. Çoğunlukla büyük hezimetler ya da destansı zaferler arzulanan değişimlerin yolunu açar.

1997’de eski Labour lideri Tony Blair, partisini dogmatik sosyalist doktrinden bu şekilde kurtardı ve tarihi seçim zaferi, bu ‘yeni yol’u sürdürülebilir kıldı. Bugün ise Labour, Jeremy Corbyn döneminde alınan son yüzyılın en büyük hezimetinin ardından yeni bir değişim süreci içinde; tekrardan aklıselim ve makul siyaset zeminini arıyor.

***

Aslında Cumhuriyet Halk Partisi tarihine baktığımızda da aynı değişime kapalılığı görürüz. Parti lideri, kendi siyasi anlayışını partiye hâkim kılmak yerine, parti kadrolarını memnun edecek cümleleri tekrar edip durmak zorunda kalır. Değişim yaşanır elbette ama adım adım ve sessizce gelir. Ancak liderin siyasetini onaylayan bir galibiyet ile gerçekten parti kendini yeniden tanımlama alanını bulur.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi seküler-muhafazakâr kültür savaşının dışına taşıyıp, Türkiye’nin merkezine oturtma projesi için de 2019’da kazanılan yerel seçime ihtiyacı vardı. Bugün Kürt sorununu açıkça konuşabilmesinin de muhafazakarların haklarının garantisi olarak kendisini ve partisini gösterebilmesinin de temelinde, değişmiş bir CHP (ve elbette dönüşen seçmen kitlesi) var.

Fakat değişimi anlatmak kolay iş değil. İnsanların onlarca yıllık markaların, yani partilerin, değiştiğine inanması anlatmaktan da zor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin, Keir Starmer’ın Labour’ından öğrenebileceği ve öğrenmemesi gereken çok şey var.

İngiliz İşçi Partisi geçtiğimiz haftayı parti konferansında önemli önemsiz tonla tartışmayla geçirdi. Bildiğimiz anlamda siyasete verilen pandemi arasının ardından bu, partinin yeni lideri Starmer ve ekibinin yönetiminde yaşadığı ilk büyük buluşmaydı. Starmer da ilk defa parti kadrolarına doğrudan hitap etme imkânı buldu. Birleşik Krallık’ta siyaset, zorunlu duraklamanın ardından, yeniden başladı aslında.

***

Zira pandeminin başında lider seçilen Starmer; dükkanının kirası için yardım almaya, Covid geçiren aile büyüklerine yardım bulmaya çalışan; yani bugününü kurtarmaya odaklanmış topluma da gelecek hayallerini anlatamadı doğal olarak. Düşsüz bir lider olarak görüldü. Fakat parti konferansında yaptığı konuşma, ülke siyasetinde de Labour’ın çizgisinde de yeni bir dönemin başladığını duyurur cinstendi.

Konuşmanın temelinde iki önemli siyasi çıkarım yatıyordu: Birincisi; açıkça kötü yönetilen bir ülkede başbakanın kişiliğine ya da görüntüsüne saldırmanın bir geçerliliği yok ama işlerin neden yolunda gitmediğini anlatmak ve çıkış yolunu göstermek elzem. Ciddi sorunların ciddi çözümlere ihtiyacı var; Starmer’ın kendisiyle dalga geçmeye çalışan partinin aşırı sol kanat aktivistlerine söylediği gibi “ucuz sloganlar ve insanların hayatlarını değiştirmek” arasında ilkini tercih etmemek gerekir. Bu değişimi de topluma anlatmak, tek çıkış yoludur.

Tam da bu sebeple Starmer, konferans konuşması boyunca hem Britanya’nın önündeki en büyük sorunları anlattı. Hayat pahalılığının Brexit ve pandemi sebebiyle gittikçe artmasından, ev fiyatlarının dramatik yükselişi sebebiyle yeni jenerasyonların bir ‘barınma krizi’ içinde olduğundan ve iklim krizinin hem bir tehdit hem de istihdam olanağı olduğundan bahsetti.

Ama sorunu tanımlamak da hükümeti beceriksizlikle suçlamak da kolay. Daha iyisini yapabileceğini göstermek asıl maharet. Starmer da bu yüzden konuşmasının büyük çoğunluğunu bu sorunların çözümü için partisinin ürettiği politika önerilerine ayırdı: Gittikçe yaşlanan bir toplum için sağlık sistemini ‘acil yardım’ odağından çıkıp hastalığı önlemek için çalışan bir yapıya dönüştürmekten; 10 yıl içinde ülkedeki bütün konutları çevreye zarar vermeyen teknolojilerle modernleştirmekten (ve bunu yaparken yüz binlerce yeni iş olanağı yaratmaktan); eğitim sistemini mezun olan herkesin iş bulabilecek yeteneklere sahip olacağı bir müfredata geçirmekten bahsetti.

***

Belki de en önemlisi, bütün bunların finansal yükünün hesaplanacağı ve kamu harcamalarını doğrudan denetleyecek, bağımsız bir ‘Paranın Değeri Ofisi’ kurulacağını duyurdu.

Bütün bunlar, Starmer yönetimindeki İşçi Partisi’nin yönetmeye hazır bir parti olduğunu anlatmak içindi. Ciddi, rasyonel ve geleceğe bakan bir parti. Değişmiş bir parti.

Şüphesiz ki Türkiye’de şu an muhalefetin en büyük sorunu, bu mesajı topluma bir türlü verememesidir.

Her ankette gittikçe büyüyen ‘kararsızların’ Türkiye’nin en büyük üçüncü siyasi partisi kadar kalabalıklaşmış olmasının da ana sebebi budur. Seçmen, Cumhur İttifakı’nın çözüm değil sorun üreten bir yönetimi olduğunu biliyor ama çözüm üretebilecek bir alternatif göremiyor. Bu yüzden de oy tercihini değiştirmiyor. Bekliyor.

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu ve CHP’nin de daha iyi fikirler ve daha yetkin bir kadro ortaya koyması; Türkiye’nin derin krizlerine; ekonomisine, barınma sorununa, enerji fiyatlarına karşı somut çözüm önerilerini topluma göstermesi gerekiyor. Toplum, yeni bir iktidarın ilk gününde, haftasında, ayında ve yılında Türkiye’yi neyin beklediğini görmek ister.

CHP’nin elindeki en önemli koz da aslında bugün artık bir ‘yönetim partisi’ olduğu hakikatidir. 2019’da kazanılan büyük şehirlerde Millet İttifakı’nın belediye başkanlarının icraatları, olası bir iktidar değişiminde ülkenin rotasını anlatmak için kullanılmalıdır. Eğer Kılıçdaroğlu, adaylığı cidden düşünüyorsa elindeki en önemli koz, bu belediyelerin koordinasyonunu yapmak ve bunun üzerinden iktidar diliyle konuşmaktır. Starmer, en son 24 yıl önce seçim kazanmış partisinin kurduğu son hükümetin başarıları üzerinden bu bağlamı kurabildi; Kemal Bey’in elinde çok daha gerçek bir fırsat var.

Kimliksel aidiyetiyle, yani seküler olduğu için CHP’ye ya da dindar olduğu için AKP’ye, oy vermeyen ‘kararsız’ seçmen, aklıselimdir. Aklıselimle konuşmak gerekir. Dolayısıyla çıkıp Özgür Özel gibi ‘üç harfli market zincirlerine’ karşı cephe alarak bu iş olmaz. Tutarlı bir siyasi ajandayla olur.

***

Fakat siyasette sadece fikirlerin kavgası yetmez; liderin karakteri, bu “dava”ların çözümüne talip olan kadronun da omuriliğidir. Sonuçta siyaset, hem parti yöneticileri için hem de seçmen için şahsi bir meseledir. Siyasinin seçmene anlattığı şahsi hikâye, ülke için kurguladığı gelecek hayalinin temellerini atar.

Starmer için bu hikâyenin iki ana kolonu vardı: Ailesi ve işi…

Labour lideri hayatının önemli bir kısmını devletin sağlık sisteminin sağladığı imkanlarla hastanelerde geçirmek zorunda kalan annesini de ona alın terine saygı göstermeyi öğreten, inşaat işçisi babasının hikayesini de işçi sınıfıyla kurduğu şahsi bağı anlatmak için kullandı.

“Bunlar benim değerlerim” diyebildi. Çünkü o değerleri “üniversitede siyaset dersinde” değil “evde, mutfak sehpasının etrafında” toplanan ailenin ihtiyaçlarında görmüştü.

İşiyse, adalet duygusunun temelini oluşturuyordu: Avukat ve Başsavcı olarak çalıştığı yıllarda kızları tecavüze uğramış, öldürülmüş aileleri temsil etmiş; hukukun tıkandığı yerde, yasaların değiştirilmesini sağlamıştı.

O ailelerden biri, parti konferansının onur konuklarıydı…

Fakat, bütün bunların ötesinde, Starmer konferansa tutarlı bir Britanya Hayali anlatamadı. Fakat kazanan kampanyalar için bu temel bir gerekliliktir. Örneğin son seçim kazanan Labour yönetimi hem partiyi hem de ülkeyi modernleştirmeyi vaat ediyor; tutarlı bir ‘yeni Labour, yeni Britanya’ hayali anlatıyorlardı.

Türkiye için de bir hayal anlatımı artık elzem. Zira yıllardır süren kutuplaştırma ve kimlik siyaseti sebebiyle birbirinden duygusal olarak kopmuş, ortak yaşam ve hayal iradesini kaybetmek üzere olan bir toplum var karşımızda. Bu Türkiye hakikatinin kırılması ve tekrardan ortak dertlerde ve aklıselim siyasette buluşulması gerek.

Bu yüzden Türkiye’nin hem hikayesi hem de hayali olan liderlere ihtiyacı var şu anda. Örneğin artık cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda hiç çekince göstermeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun hem ortaya bir Türkiye Hayali koyması lazım hem de kendi karakterini o hayalin teminatı olarak göstermesi…

Mesela… Siyasete en uzak insana sorsanız dahi Kemal Bey’in Alevi kimliğinin olası bir seçim yarışında Cumhur İttifakı’nın “karalama” kampanyasının bir parçası olacağını öngörebilir. Kılıçdaroğlu’nun da bu kimliği reddedecek hali yok. Yapılabilecek en büyük yanlış bu olur. Fakat bundan çok da hafif olmayan ikinci hata, Kemal Bey’in kimliğini Cumhur İttifakı’nın tanımlamasına izin vermektir.

Zira Kılıçdaroğlu’nun kişiliği, dini kimliği üzerinden bir anti-kampanyanın unsuru haline gelirse yapılabilecek tek şey buna cevap üretmek olur. Oysa bugünden Kemal Bey’in kendi kişiliğini herkesin ait olabileceği bir Türkiye hikayesinin parçası yapması mümkündür. Saldırının gelmesini beklemek, zaten neredeyse bütün algı yaratma gücünü elinde tutan iktidara karşı dayak yiyeceği anı gözleyen boksör olmaktır. Bunun önüne geçmek için ahlaki bir hikâye anlatmak; Türkiye’de adaleti ve vatandaşlığı yeniden tanımlamak gerekir.

Kılıçdaroğlu için bu sadece kendiyle ilgili bir mesele de değil aslında. Zira şu anda Kemal Bey, birbirine benzemeyen, siyasi kimlikleri ve travmaları birbirini tutmayan bir koalisyonu bir arada tutmaya çalışıyor. Olası bir adaylıkta da kentli milliyetçi-muhafazakarların, modernlerin ve Kürtlerin oylarını alması gerekecek.

***

28 Şubat’ın travmaları yüzünden karikatürize seküler kimlikten korkan muhafazakarların endişelerini de AKP’nin siyasi hegemonyası altında yaşam stili her gün saldırıya uğrayan modernlerin öfkesini de on yıllardır kimlikleri ve dertleri reddedilen Kürtler’in siyasi önceliklerini de reddetmek mümkün değil. Dolayısıyla bu siyasi kimliklerin sadece birine konuşarak seçim kazanmak da Türkiye için yeni bir sayfa açmak da olası gözükmüyor.

Herkesin kendini kimliği ne olursa olsun ait hissedebileceği Türkiye Hayali de bu yüzden sadece Kılıçdaroğlu’nun adaylığı için gerekli bir ‘stratejik söylem’ değil; siyasi ve toplumsal bir gereklilik. Bu öykünün hem bir sözcüye hem de o sözcünün samimiyetini ortaya koyacak hikayesine ihtiyacı var.

Dolayısıyla muhalefetin taşıyıcı unsuru olan CHP’nin de adaylığını bile isteye konuşturan Kılıçdaroğlu’nun bir değişim hikayesi anlatması gerekiyor: Hem CHP’nin nasıl değiştiğini hem de Türkiye’nin nasıl değişeceğini toplum görmedikçe, ikna olmuyor.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir