Görüşler

Meraklısı için Afyonkarahisar izlenimleri...

Meraklısı için  Afyonkarahisar izlenimleri...

Kırklareli Üniversitesi Pazarlama ve Reklamcılık Bölümü Öğretim Görevlisi Kadir Metin Akbaş, mimarisindan tarihi camilerine kadar Afyonkarahisar üzerine değerlendirmelerde bulunuyor.

Klasik bir tartışmadır: Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? Cevabı kişiden kişiye değişen bu tartışmayı, bence karşı tarafı ikna eden kazanır. Ancak, hem gezen hem de okuyan daha çok bilir diyerek, olaya farklı bir perspektif kazandırmak gerekir. İnsan, hem okuyacak hem de elden geldiğince gezecek ki yeni şeyler öğrenmeye devam edebilsin. Her ikisi de yoksa, işte o zaman ziyandadır insan. Son yıllarda ailece, yaz tatilini, farklı şehirleri keşfetme serüveni olarak görmeye başladık. İmkânımız elverdiği ölçüde, planlı programlı bir şekilde, daha önce hiç gitmediğimiz, görmediğimiz şehirlere gidiyor ve o şehirler hakkında yeni şeyler öğreniyoruz. Bu yaz tatilinde de, memleketim Uşak’a gidiş yolunda Bursa, Eskişehir, Afyon, Denizli güzergâhını seçtik ve her şehirde bir gece konaklayacak şekilde programımızı yapıp yola düştük.

Bu yazıyı kaleme almamdaki amacım, bu şehirlerde neler gördüğümüzü, nereleri keşfettiğimizi anlatmaktan ziyade, tek bir şehri odağa almak olacak: Afyonkarahisar’ı… Neden tek başına bu şehri yazı konusu ettiğimi şöyle açıklayabilirim: Güzergâh olarak belirlediğimiz şehirler arasında, gezilip görülecek yer ve mekân anlamında Afyonkarahisar, diğerlerinden bir adım geride duruyordu. Hatta bizim Afyonkarahisar’a gittiğimizi duyanlardan, ‘ne işiniz var orada? Gezilip görülecek yeri yok oranın. Yanlış tercih yapmışsınız’ yorumlarını bile duyduk. Gezi öncesinde nereye gideceksek, orasıyla ilgili mutlaka Google araması yapıp, gezginlerin paylaşımlarına bakıp, fikir sahibi olmayı ihmal etmiyorduk. Ancak Afyonkarahisar ile ilgili doyurucu ve ilgi çekici bir paylaşımın olmadığı da gözden kaçmıyordu. Her şeye rağmen, ‘bu küçük Ege şehrinde gezilmesi, görülmesi gereken bir yer mutlaka vardır’ diye düşünüyorduk. Nitekim dediğimiz gibi de çıktı.

Öncelikle, bizim ailenin, yeni bir şehirde ilk olarak görmeyi istediği mekânların başında, o şehrin tarihi camilerinin olduğunu söylemeliyim. Her gezimizde ilk olarak şehrin en tarihi camiini ziyaret eder, mimari özelliklerini inceler, havasını teneffüs eder, vaktin namazını kılar ve ardından da camiin çevresinde yer alan tarihi medrese, bedesten, han, hamam, müze ve benzeri yerleri gezeriz. Bir şehri tanımanın yolunun, o şehrin merkezinde yer alan tarihi camileri ziyaretle başladığını düşünürüz ki eski şehirler, hep bu şekilde, tarihi bir camiin çevresine kurulmuştur zaten. Afyonkarahisar gezi programımızı da, internetten öğrendiğimiz kadarıyla, Ulu Camii, Mevlevihane ve İmaret Camii’ni ziyaret etmek, eski şehri gezmek ve nihayetinde de meşhur Afyonkarahisar Kalesi’ne çıkmak olarak planlıyoruz. Ve düşüyoruz yola…

Eski şehrin yer aldığı semti size şöyle tarif edeyim: Karagöz- Hacivat gölge oyunlarından aşina olduğumuz evlerin yer aldığı bir semt düşünün… Sıra sıra, yan yana iki katlı, küçük pencereli, sevimli, rengârenk Osmanlı evleri… O sokaklarda yürürken, sanki herhangi bir pencereden Karagöz çıkacak ve size laf atacakmış ya da başında kırmızı fesiyle bir külhanbeyi, pencereye çıkıp size racon kesecekmiş gibi hissediyorsunuz. Bu hisleri Afyonkarahisar’da yaşayacağımı hiç tahmin etmezdim. Restore çalışmalarının sürdüğü sokakları geçip, ilk durağımız olarak belirlediğimiz Ulu Cami’ye ulaşıyoruz. Kayıtlara göre ‘Anadolu Selçukluları Devri’nde, 1272-1277 yılları arasında Sahipata Nusretiddün Hasan tarafından yaptırılan Afyonkarahisar’ın bu en büyük camii, dış görünüş olarak, bildiğimiz anlamda Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyor. Üniversiteyi Selçuklu Başkenti Konya’da okumuş bir aile olarak, bu mimariye aşina idik. Ancak camiin içerisine girdiğimizde, tek kelimeyle ‘sadeliğin ihtişamına’ vurulduk.

Dışarının kavurucu sıcağına inat, insanın içini ferahlatan tatlı bir serinlik içerisinde, zamana meydan okuyan ahşap direkler karşıladı bizi. On yaşındaki oğlumun tabiriyle, sanki bir portal açılmış ve biz 13. yüzyıla ışınlanmıştık. Anadolu’daki eski köy evlerini anımsatan ahşap tavanı, el işçiliğinin en nadide örneklerini sergiliyordu. 40 ahşap direk, tavanı yüzyıllardır huşu içerisinde ayakta tutuyordu. Gözlerimiz bu harikulade sanat eserini incelerken bayram ediyordu adeta. Biz, bu tarihi mekânın tadını çıkarırken, oğlum da ilk kez girdiği her camide yaptığı klasik ritüelini yerine getiriyor, camiin içerisinde coşkuyla taklalar atıyordu. Ailece mest olmuştuk. Her şehrin mutlaka bir Ulu Camii var, ancak Afyonkarahisar’ın Ulu Camii, bence Anadolu’daki en nadide, en sade, en fazla ahşap direğe sahip ulu camilerin başında geliyor. Afyonkarahisar’a giderseniz, bu camii mutlaka görülmesi yerlerin başına eklemelisiniz.
Ziyaretimize böyle harika bir başlangıç yapmak, bizi ziyadesiyle mutlu etmişti. Camiden ayrılıp, yan mahallede yer alan Mevlevihane’ye doğru yürümeye başladık. Yine, yüzyıllardır Karagöz ve Hacivat’ın ikamet ettiği tarihi evlerin arasından geçiyoruz. Geçtiğimiz her sokak başında tarihi bir cami ya da mescit selamlıyor bizi. Çoğunlukla Osmanlı’nın son dönemlerinde inşa edilmiş bu tarihi cami ve mescitler, mahalle aralarına ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağılmış. İnsan, bu kadim geçmiş karşısında, ‘500 yıl önce bu mahallede Ramazan ayı nasıl da şenlikli geçiyordu acaba’ diye düşünmekten alıkoyamıyor kendini.

Ve nihayet Mevlevihane’ye ulaşıyoruz. Aman Allah’ım! Bu nasıl bir güzellik, bu nasıl bir estetik, bu nasıl bir mimari! Semazen eteklerini andıran kubbeleriyle karşımızda duran bu mekân, kuruluşu 13. yüzyıla kadar giden, resmi adıyla ‘Sultan Divanî Mevlevihanesi.’ Konya’dan sonra, tarihte kurulan ikinci Mevlevihane özelliği taşıyan bu yer, özellikle 16. yüzyılda Mevlana’nın yedinci kuşak torunlarından olan Sultan Divanî zamanında, Mevlevîlik açısından çok önemli bir merkez olmuş. Aşevi, çilehane, semahane, dergâh ve misafirhanesiyle kapısına gelen herkese gönlünü açan, zamanla deprem ve yangın gibi birçok badire atlatan bu tarihi mekân, en son 1900’lü yıllarda II. Abdülhamit Han’ın şahsi servetinden yaptığı harcamayla, yeniden inşa edilmiş ve bugünkü halini almış. Mevlevihane’nin bahçesini gezerken, camii girişinde gözümüze bir kabir çarpıyor. ‘Burada kim medfun acaba’ diyerek baktığımızda, kabirde yatan kişinin, vatan şairi Namık Kemal’in annesi Fatma Zehra Hanım olduğunu görüyoruz. Fatiha’mızı okuyup camiye girdiğimizde ise bizi yine muhteşem bir atmosfer karşılıyor. Mevlana’nın torunlarının sandukalarının yer aldığı camii, aynı zamanda sema ayinlerinin yapıldığı bir mekân olarak inşa edilmiş. İçimizi saran huzurla, adımlıyoruz camii. Saatlerce kalsak, yetmeyecek gibi geliyor bize. Nihayet, camiden çıkıp bu kez bahçesinde derviş odaları ve benzeri mekânların yer aldığı Mevlevihane’yi dışarıdan uzun uzun seyrediyoruz. Aklımızda tek bir soru var: Böyle önemli ve güzel bir mekânı daha önce neden ziyaret etmedik!

Aklımızda bu soruyla yeniden yola düşüyoruz. Bu kez hedefimizde halk arasında ‘İmaret Camii’ olarak da bilinen ‘Gedik Ahmet Paşa Camii’ var. 1472 yılında külliye halinde inşa edilen camiye girdiğimizde, bir kez daha büyüleniyoruz. Eşime, ‘bu zamana kadar çok sayıda tarihi cami gördüm ancak bu kadar oturaklı, ciddi duruşlu ve bir o kadar da estetik bir cami görmedim’ diyorum. O da katılıyor bana. Mimarisiyle, süslemeleriyle, ruhuyla, havasıyla zamanının çok ötesinde inşa edilmiş gibi duruyor. Oğlum yine yün halılar üzerinde taklalar atarken, biz camiin ayrıntılarında kayboluyoruz. Camiin sadece içi değil, bahçesi de muazzam. Şehrin merkezinde, havuzlu, yemyeşil devasa bir bahçe; sıcaktan bunalanlar, asırlık ağaçların gölgesinde dinleniyor. Biz de soluklanıp, kendimize geliyoruz. Bu arada, bahçedeki şadırvanının akustik olduğunu öğreniyoruz. Oğlumla akustiğini deniyoruz. Şadırvan kubbesi altında uzaktaki fısıltıyı sanki yanı başımızda yüksek sesle konuşuluyor gibi duyuyoruz. Bu ilginç özellik eğlendiriyor bizi.

Ulu Camii, Sultan Divanî Mevlevihanesi ve İmaret Camii, bu üç muhteşem mekân da, merkezde bir hat üzerinde yer alıyor. Gökyüzünde Avcı Takım Yıldızı’nda yer alan ve yan yana görünen Alnitak, Alnilam ile Mintaka yıldızlarını anımsatıyorlar. Üçü de bizi büyülemiş durumda. Bu üç güzelin ardından, yeni keşfimizi yapmak için yeniden yola düşüyoruz. Bu kez hedefimizde Afyonkarahisar Kalesi var. 226 metre yükseklikteki volkanik bir kaya kütlesi üzerinde yer alan kale, Yüzüklerin Efendisi ve Game of Thrones gibi fantastik bir öyküden buraya düşmüş gibi görünüyor. Şehrin her yerinden rahatlıkla görülebilen kale, rivayetlere göre milattan önce 1350 yılında Hitit İmparatoru II. Murşili zamanında Arzava Seferi’nde müstahkem mevki olarak kullanılmış. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de kale olarak kullanılan bu devasa kartal yuvası, adeta bizi kendine çekiyor. Gökyüzüyle komşu gibi duran kaleye çıkmak için bizi nasıl bir serüvenin beklediğini bilmeden, yüzlerce merdivenin ilk basamağına adımımızı atıyoruz. İnsanın enerjisini tüketen Temmuz sıcağında kaleye çıkmak, en büyük meydan okumalardan biriymiş, bunu çok kısa bir süre sonra anlıyoruz. Her 5 dakikada bir mola verip, kalp atışımızın düzelmesini bekliyor, terimizi siliyor, su ihtiyacımızı gideriyoruz. 600 basamaktan oluştuğu söylenen taş merdiveni tek tek adımlıyoruz. Nefes nefese son noktaya ulaşıyoruz. Zirvede ne hayal ettiysek, hiç birini bulamıyoruz ancak şehre bu yükseklikten kuş bakışı bakmanın keyfini çıkarıyoruz. Daha önce yürüyerek bu yüksekliğe hiç çıkmamıştık. Tatlı bir yorgunluk sarıyor bedenimizi. Bir yandan şehri seyrediyoruz bir yandan da bu zamana kadar sadece kaplıcalarıyla meşhur olduğu sanılan Afyonkarahisar’ın bağrında ne kadar çok hazine sakladığını düşünüyoruz. Bu tarihi güzelliklerin herkes tarafından bilinmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Ve başta bahsettiğim kadim tartışmaya son noktayı koyuyoruz: Ne kadar çok okursan oku, çok şey bilmek için mutlaka gezmelisin…

Meraklısı için son bir not, Afyonkarahisar’a yolunuz düşerse –ki mutlaka düşsün-, çarşı içerisinde yer alan Nur Lokantası’nda mutlaka bir tas ‘Emirdağ Çorbası’ için. Böyle bir lezzet anlatılmaz, yaşanır…

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir