Görüşler

Salgının gölgesinde başlayan eğitim öğretim sezonumuz

Salgının gölgesinde başlayan eğitim öğretim sezonumuz

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Bütün eğitim-öğretimin yüz yüze verileceği noktada mevcut fiziksel kapasite ve personel sayısıyla tedbirlerin alınması teorik olarak da pratik olarak da mümkün değil” diyor.

Salgın nedeniyle yaklaşık bir buçuk yıldır uzaktan/online devam eden eğitim-öğretimimiz yüz yüze olacak şekilde başlıyor. Uzaktan/online eğitimin niteliğine ilişkin bir tartışma yürütmenin bugün itibariyle bir anlamı yok. Çünkü öğrencilerimizin üçte ikisi verilen eğitime erişemedi. Sosyo-ekonomik gerçekliğimizin acı bir yansıması olan bu durum dikkate alındığında yüz yüze eğitime geçişin tüm bileşenler için neden arzulandığı da görülecektir. Diğer taraftan kamuoyunun, eğitim çalışanlarının ve öğrencilerin de istekli olduğu görülen bu geçişin bir takım problemleri, zorlukları, belirsizlikleri de beraberinde taşıdığı görülüyor. Salgınla ilgili kaygılar, aşı, PCR testi tartışmaları, geçen bir buçuk yılın kayıpları, salgınla baş etmek için belirlenen kriterlere uygun tedbirlerin alınıp alınamayacağı gibi hususlar tatminkâr bir cevap bekliyor. Bu açıdan MEB’in “yüz yüze eğitime geçiş için tüm tedbirler alındı” açıklamasını paranteze alarak yukarıda değindiğim hususlara parmak basmakta yarar görüyorum.

Telafi eğitimi nasıl olacak?

MEB dâhil tüm eğitim bileşenleri son bir buçuk yılda ciddi bir öğrenme kaybının yaşandığında hem fikir. Salgının, uzaktan/online eğitime erişememenin ve erişilse bile bu eğitimin niteliğinin veya sınırlılıklarının neden olduğu öğrenme kayıplarının nasıl giderileceği belirsizliğini koruyor. Diğer taraftan öğrenme kayıplarının geniş ölçüde sosyal-ekonomik fay hattıyla örtüşecek şekilde olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla sosyal eşitsizliği derinleştiren bir sürecin ardından görece bu eşitsizliği gideren bir mekanizma olan veya olduğu iddia edilen eğitim-öğretim yapılanmasının ne tür koruyucu, telafi edici stratejiler geliştireceği önemli bir sorun başlığı olarak önümüzde duruyor: Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca oluşan öğrenme kayıplarının tespiti ve giderilmesi konusunda ne yaptık, yapıyoruz? Neredeyse tek tek öğrenci merkezli bir planlama ve çözüm gerektiren gerçekliğimize ilişkin MEB ne tür tedbirler aldı,öğretmenler ne yapacaklar?

Okullarda salgın tedbirleri nasıl alınacak?

Bilindiği üzere salgın henüz atlatılmış değil. Belirli oranda aşılama yapılmış olsa da hem aşılama süreci özellikle öğrenci gruplarında çok düşük düzeyde hatta kimi kademelerde henüz açılmamış durumda hem de aşılamaya rağmen salgın devam etmekte. Dolayısıyla yüz yüze eğitime geçişte tedbirler büyük önem arz ediyor. Okula geliş ve eve dönüş sürecinin bireysel/kurumsal bir planlama gerektirdiğini belirterek okul içindeki tedbirlere ilişkin bazı hususları paylaşmak istiyorum. Bilindiği üzere salgın sürecinde ara ara yüz yüze ve uzaktan/online eğitimi birlikte sürdürmüştük. Bu süreçte özellikle maske, sosyal mesafe ve hijyenin altı çizilmişti. Bu kapsamda öğrenciler arasında mesafenin özellikle 1,5 metre olacak şekilde bir planlamaya gidilmiş ve sınıflar ikiye bölünmüştü. Sağlık Bakanı’nın sosyal mesafeyi 2 metre olarak açıkladığı durumda bu tarz bir düzenlemenin fiilen/fiziken mümkün olmadığının altını çizelim. Bütün eğitim-öğretimin yüz yüze verileceği noktada mevcut fiziksel kapasite ve personel sayısıyla bu tedbirin alınması teorik olarak da pratik olarak da mümkün değil. İlave dersliğin yapılmadığı, büyük çaplı bir öğretmen alımının olmadığı dikkate alındığında bu MEB’in bu tarz bir tedbiri nasıl alacağı da merak edilen başka bir sorun başlığı. Okullarda ortak kullanım alanlarında (bahçe, kantin vs.) sosyal mesafe kuralına riayet edilmesi, sınıfların en az 10 dakika olacak şekilde dersler arasında boşaltılıp havalandırılması hem fiziksel kapasite, hem zaman planlaması hem de iklimsel gerekçelerle ne kadar mümkün olduğu da bağlantılı diğer bir husus.

PCR Testi nasıl olacak?

Diğer önemli bir başlık ise PCR Testi tartışması. Mesele sadece testin haftada iki kez istenmesi ve bunun hukukiliği ile ilgili sınırlı değil. Aynı zamanda bu testin alınmasının mümkün olup olmadığıyla veya sağlık kuruluşlarımız üzerinde nasıl bir yük oluşturacağıyla da ilgili. PCR Testinin güvenilirliğine ilişkin tartışmalar bilim çevrelerinde de yapılıyor. İkincisi usul açısından PCR Testi zorunluluğunun hukukiliğinin olmadığı hukukçuların kahir ekseriyeti tarafından dile getiriliyor. Üçüncüsü ise belirttiğim gibi haftada iki gün PCR Testi vermenin ve sonuçlarını almanın fiilen mümkün olup olmadığıyla ilgili. Örneğin Bingöl’de yaklaşık 5000 bin öğretmen var ve aşı olmayanların oranı 1800 civarında. Haftada iki kez PCR testi demek bu ildeki sağlık kuruluşlarının en az 3600 ilave işlem yapması anlamına geliyor. O halde bir diğer sorun başlığımız da PCR Testinin mevcut gerçekliğimiz içinde ne kadar uygulanabilir olduğu hususudur.

***

Bu süreçte okulları açmaktan daha önemli olan şey okulları açık tutmak, tutabilmektir. Daha önceki uygulamalarımızdan da gördüğümüz üzere açtık-kapattık sarmalına yakalanmamak için gerçekçi, uygulanabilir kararlar almamız gerekiyor. Belirsizliği arttıran, risk oluşturan veya mevcut riskleri görmezden gelen kararlar daha yüksek bir maliyetle bize geri dönüyor. Spesifik olarak öne çıkardığım bu başlıklarla sınırlı değil şüphesiz sorunlarımız. Detaylandırılabilecek bu sorun alanlarına ilişkin MEB’in hem işlevsel bir kamu politikası oluşturması hem de güçlü bir kamu diplomasisi yürütmesi gerekiyor.

Diğer taraftan mevcut eğitim sistemimizin kronik sorunlarının salgın nedeniyle askıya alınmış olsalar da oldukları gibi durduklarını da not etmemiz gerekiyor. Salgın parantezinde tartıştığımız LGS ve YKS sınav istatistikleri ile yerleştirme verileri çok daha büyük bir açmazla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Eğitimdeki krizimizi bir taraftan derinleştiren bir taraftan da görünmez kılan salgını dikkate alan geniş çaplı eğitim-öğretim değerlendirmesi bizleri bekliyor. On milyonlarca öğrencinin yaşam döngüsünü doğrudan etkileyen, kalıcı şekilde yönlendiren bir alana ilişkin hayatımızın diğer alanlarıyla senkronizasyonu dikkate alınarak katılımcı bir planlamaya gidilmesi elzem görünüyor. Aksi taktirde neredeyse toplumsal kaderimize dönüşen “benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” tavrıyla durduğumuz yerde kalmaya devam edeceğiz.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir