Görüşler

Sığınmacı olgusunun doğa yasaları açısından yorumu

Sığınmacı olgusunun doğa yasaları açısından yorumu

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Çamdalı “Bilimsel verilerden ve benzeşim yaklaşımlardan yararlanmak, tarihi (veya zamanı) doğru anlamak açısından önemli” değerlendirmesinde bulunuyor.

Ortadoğu ve diğer bölgelerdeki savaş, şiddet ve doğal afet gibi nedenlerden kaynaklı gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan ve pek çok ülkeyi ilgilendiren sığınmacı olgusu, daha doğrusu sorunu, ülkemizin gündemindeki en önemli ve ciddi sıkıntılardan biri haline gelmiştir. Sıkıntının boyutu gün geçtikçe artmaktadır. Sorun, tüm dünyayı ilgilendirse de Türkiye, göçlerden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Geleceğini de önemli ölçüde ilgilendirmektedir…

Konunun temelleri, siyasi söylemlerin dışında kalarak, doğa yasalarına dayalı oluşturulan, analojik bakışla analiz edilmeye, sonuçları da ortaya konmaya çalışılacaktır. Elbette konunun insani, vicdani, hukuki, dini hatta ekonomik boyutları da söz konusudur. Ancak burada salt fiziksel doğa yasaları esas alınarak değerlendirme yapılacaktır. Her zaman olduğu gibi esinlenecek doğa yasaları, termodinamik yasalardır. Özellikle de enerji ve entropi yasaları olacaktır…

TAŞINIMIN FİZİĞİ VE RESMİ

Bir sisteme canlı veya eşya (fark etmez) girdiği zaman girenlerin özellikleri de sisteme taşınacaktır. Girenler salt kendilerini değil, özelliklerini de taşıyacaktır. Bunlar, canlının veya eşyanın varlığı ile ilişkili olgusal karakteristikleridir. Kısacası her şeyidir. Örneğin kütlesi, enerjisi, entalpisi, boyu bosu ve daha niceleridir. Sisteme (devlet vb.) girenler, canlı veya bilhassa da insan olunca, kültürel ve geleneksel karakteristikler de beraberinde gelecektir.

Gençler bilmez, altmışlı yılların sonu ila yetmişli yılların başında, ülkemizde köylerden kentlere göç hızlanmıştı. O zamanlar nüfusun önemli kısmı, köylerde yaşamaktaydı. Birdenbire köylerden kentlere yoğun bir göç dalgası yaşandı. Kentlerin sosyokültürel yapısı hızla değişti. Tabiri caizse arabesk bir yapıya büründü. Değişimin en önemli göstergelerinden ve simgelerinden biri de gecekondu adı verilen konutlardı. Zira bunlar şehrin değil, kırsal bölgelerin yapısıydı. Köyden kente taşınan kültürün de en bariz görüntüsüydü. Belki de örüntüsüydü. Aslında bu durum biraz da modernizmin sonucuydu. Şehirlerde fabrikalar kurulmuş, emek (insan) gücüne ihtiyaç duyulmuştu. İhtiyacın sağlanması için köylerden şehirlere, gücün transferi yani göçün olması gerekiyordu. Fabrikalar köylere gidemeyeceğine göre köylülerin (işgücünün) fabrikalara gelmesi gerekiyordu. Köylünün (tarım) geliri ve yaşam seviyesi de zaten düşüktü. Bundan dolayı o yıllarda ve daha öncesinde, köylerde yaşayanların önemli kısmı ya yurt dışına ya da İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyük şehirlere göç etmişti. Sonrasında da bilindiği gibi şehirlerin (ve dolayısıyla da toplumun) karşı karşıya kaldığı pek çok sorun ortaya çıktı. Zira onlar çağa ve sorunlarına pek hazırlıklı değildi. Eski şehirlerin (ve toplumunun) oluşumundaki düşünceler ve görüşler çoktan değişmişti. Yeni çağ; yeni düşünce ve görüş demekti ancak sorunlarını da beraberinde getirmişti. O dönemler sorunlar, basında, sinema filmlerinde ve farklı zeminlerde sık sık dile getirilir olmuştu. Hatta uzun süre eleştiri konusu da yapılmıştı. Yapılan eleştirilerden biri de göçler sonucunda; insanların, şehirleri köylere benzetmesiydi. Bugün bile özellikle büyük şehirlerdeki çarpık gelişmenin en önemli nedenlerinden biri; belki de o yıllarda köylerden şehirlere doğru gelişen, ani ve plansız yığın göçlerdir. Şehirlerin olanakları söz konusu yükü taşımaya yeterli olamamıştır. Hâlâ da yetersizlik devam etmektedir. Sonuç da kaçınılmaz olarak gelişmiştir. Kaldı ki köyden göçen insanlar, yalnız kendilerini değil, değerlerini, kültürlerini, geleneklerini de şehirlere taşımıştır. Şehir ve kent olgusu da ekonomik ve sosyolojik manada dönüşüme uğramıştır. Bu da doğanın değişmez yasasıdır. Yasaya göre akıbet ise kaçınılmazdır…

ENERJİ BAKIŞI

Bir sistemin gelişmesi için elbette enerjiye ihtiyaç vardır. Ülkelerin yerli enerji kaynakları, gelişim için her zaman yeterli olmayabilir. Dışardan emek ve (diğer kaynaklar bakımından) enerji alımına (transferine) gereksinimi olabilir. Almanya gibi dünyanın en büyük sistemleri (ekonomileri) bile altmışlı yıllarda, ülkemizden oldukça fazla miktarda işçi (enerji, emek) almıştır. Çünkü kendi insan kaynağı yeterli değildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da Almanya’dan, Nazi zulmünden kaçan bilim insanları, ülkemizdeki bilimsel altyapının gelişimine katkı vermiştir. Bu noktada yetişmiş insan ve ekonomik değer oluşturacak kaynak (enerji, sermaye) taşınımı, faydalı sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla yukarıda da ifade edildiği gibi sisteme girenler, sisteme enerjilerini de taşıyacaktır. İnsanlar için enerji; ekonomik kaynağı bakımından sermayesi, serveti ile özelliklerine bağlı yeteneği, mesleği veya emeğidir. Bunlar sistem yararına, doğru şekilde kullanıldığında, sisteme ekonomik ve sosyal açıdan fayda sağlayacaktır. Yanlış kullanıldığında ise doğal olarak zarar verecektir. Bunun ekonomideki anlamı; eğer kişi tükettiğinden daha fazla mal veya hizmet (değer) üretirse ekonomik açıdan sorun olmayacaktır. Aksi takdirde sadece ekonomik açıdan da olsa önemli sorunlar ortaya çıkacaktır. Kaldı ki konunun ekonomik ayağından başka, sosyal, kültürel, güvenlik vd. pek çok boyutları da söz konusudur.

ENTROPİ BAKIŞI

Gerek canlı ve gerekse de eşyadan kaynaklı olarak sisteme enerji ile birlikte entropi de taşınmaktadır. Dolayısıyla sistemin enerjisinin yanında, entropisi de artacaktır. Canlılarda entropinin karşılığı, onların olumsuz özellikleri denilebilir. Bunlar insanlar için uyumsuzluk, eğitimsizlik, meslek sorunu, sorun çıkarmaya (suç işlemeye) yatkın olma ve başka pek çok özelliklerdir. Taşınanların sayıları (niceliği) da önemlidir. Onların sayısı ne kadar çoksa entropileri de o kadar çok olacaktır. Hele de bunlar kendi haline bırakılırsa yasaya göre sistemin (veya devletin) entropisi kesinlikle artacak; güvenlik, ekonomik, eğitim ve sağlık gibi dengeleri de bozulacaktır. Bu durum tıpkı kendi haline bırakılan diğer ifadeyle düzenlenmeyen veya yönetilmeyen her şeyin, entropiye mahkûm olmasına benzemektedir. Yasaya göre olumsuz sonuç, canlının ve eşyanın kaçınılmazı olacaktır. Bunun da bilinmesi gerekmektedir…

ENTROPİ İLE MÜCADELE

Taşınanların enerjisinin sistem yararına, faydaya dönüşmesi veya entropiye dönüşmemesi için düzenlenmesi gerekir. Bunun için de emeğe ve kaynağa ihtiyaç vardır. Düzenleme aynı zamanda yönetme anlamına gelmektedir. Düzenlenemeyen veya yönetilemeyen tüm olgular, nihayetinde entropi yani kaos üretecektir. Düzensizlik ortaya çıkaracaktır. Bu durum doğada kendiliğinden, otomatik olarak gelişmektedir.

Doğada en az kaliteli olan enerji türü, ısıdır. Zira en az düzenli olan da odur. Birçok kaynaktan da elde edilmektedir. Elektrik ise her ne kadar doğada kaynak olarak bulunmasa da dönüştürülerek üretilmektedir. Isıyı elektriğe dönüştürmek, bir anlamda onu düzene sokmak anlamına gelmektedir. Düzenli olduğundan da en kaliteli enerji türü olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla düzen oluşturmak ve geliştirerek onu korumak, sistemlerin kalitesi ve buna bağlı ömür süresi açısından önem ifade etmektedir. Aksi takdirde herkesçe bilindiği üzere düzeni bozulan tüm sistemlerin kalitesi kötü, ömrü de kısa olacaktır. Ömürleri uzun olsa bile sağlıklı veya kaliteli olamayacaktır. Tarihçilere göre Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasına; mezhep kavgaları, iç çekişmeler ve diğer birçok faktör neden olsa da kavimler göçü sonrasında, Germenlerin imparatorluk topraklarına gerçekleştirdikleri saldırılar sonucunda, gelişen entropi üreten olgular, imparatorluğun yıkılışına son darbeyi vurmuştur.

SONUÇ

Tarih gibi sosyal bilimler ile fen bilimleri kuşkusuz önemlidir. Tarih, pek çok olayın döngüsel olarak sürekli tekrarlandığını belirtirken fen bilimleri de (Termodinamik dahil) düzenlenmeyen veya yönetilemeyen olguların, kaos üreteceğini ve benzer nedenlerin, benzer koşullarda, benzer sonuçlar doğuracağını yani yaşamın bu noktada determinist (belirlenimci veya nedenselci) olduğunu belirtmektedir. Bu bakımdan bilimsel verilerden ve benzeşim (analojik) yaklaşımlardan yararlanmak, tarihi (veya zamanı) doğru anlamak açısından önemlidir.

Ülkemizin kendi içinde gerçekleşen, yığın bölgesel göçlerin bile kentlerin (ve toplumun) sosyokültürel yapısının değişiminde, ne kadar ciddi rol oynadığı, yukarıda açıklanmaya çalışılmıştır. Kaldı ki farklı kültür ve coğrafyalardan gelen insanların, ülkemizin entropisini artırması ise kaçınılmazdır. Sığınmacı olgusunun; insani, vicdani, hukuki, dini boyutları da vardır. Milyonlarca insan malını, mülkünü, kültürünü, işini, geleneğini hatta eşini, dostunu ve/veya çocuğunu terk etmek zorunda kalmış veya bırakılmıştır. Sorunun ölçeği, bölgesel olmaktan çıkıp, küresel boyutlara ulaşmıştır. Dolayısıyla insanlık açısından da soruna yaklaşmak elbette önemlidir. Mazluma sahip çıkmak, onun yanında olmak, ona destek vermek bizim kadim değerlerimizin ve kültürümüzün bir parçasıdır. Ancak tüm bunlara rağmen göç olgusuna; tarihi gerçekler ve doğa yasaları çerçevesinden de bakmak ve bunlara göre önlemler almak, çözümler üretmek, yetkililer açısından sorumluluk; ülkenin ve milletin geleceği açısından da hayati önem ifade etmektedir. Tıpkı büyük Türk hekim ve filozof İbn-i Sina’nın “Hareketin hayırlısı iyi niyetten doğdu, iyi niyetin hayırlısı da bilimden doğdu” dediği gibi en hayırlı eylemler, iyi niyet kaynaklı ve bilime dayalı olanlardır. Aksi halde bilime veya en azından belli bilince dayalı olmayan eylemlerin, iyi niyet kaynaklı olsa da çoğu zaman yeterli olamayacağı ya da hayırlı sonuçlar doğuramayacağı, unutulmamalıdır…


YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir