Görüşler

Skandal ve istismar üreten hiyerarşiler dini ve ahlakı sömürüyor

Skandal ve istismar üreten hiyerarşiler dini ve ahlakı sömürüyor

Araştırmacı Yazar Bülent Şahin Erdeğer, infial yaratan cinsel istismar davası için “Böyle bir skandal ortaya çıkınca gösterilen tepkileri, alınan tavırları analiz etmek gerekiyor. 11-16 yaş arası evlilik kimsenin aklının ucundan bile geçemeyecek hale getirilmeli” diyor.

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Bir kız çocuğu 14 yaşında doğum yapıyor. Mahkemenin delil kabul edip ciddiye alıp kabul ettiği iddianameye giren ses kayıtlarına göre sanık, davacı ile 6 yaşında evlendirilmiş. Sanığın itiraf niteliğindeki kendi ifadesine göre çocuk, 6 yaşından ergenlik yaşına girene kadar da cinsel birlikteliğe zorlanmış yani tecavüze uğramış. Mağdur, 14 yaşında hamile kalınca konu devletin sağlık kayıtlarına giriyor. Tarikat kızın kemik yaşını büyütmek için başkasını muayeneye sokuyor. Bu travmatik süreç sonunda boşanan kadın yaşadıklarını delilleriyle birlikte mahkemeye, bir gazeteci de iddianame üzerinden olayı kamuoyuna taşıyor.

Aslında benzeri pek çok davaya adliye muhabirleri şahittir. Halkımız da özellikle sabah ve ikindi kuşağı Müge Anlı-Esra Erol tarzı programlardan haberdar oluyor böyle vakalara.

Olayın adliyeye intikal eden boyutlarından ziyade böyle bir skandal ortaya çıkınca gösterilen tepkileri, alınan tavırları analiz etmek gerekiyor. Çünkü insanın olduğu her yerde insanın tüm çelişkilerinin de olduğu gerçeğini yok saydığımızda doğru tavır almayı da göz ardı ediyoruz. Hukuk da bunun için var. İnsanın suç potansiyelinin başka insanlara zarar vermemesi, suçun işlenmeden önce engellenmesi yani hem potansiyel olarak suç işleyebilecek insan(lar)ı ve o suçtan zarar görebilecek insan(lar)ı korumak için hukuk var. Hukuku yok sayıp ilişkileri sadece insanların kendilerine bıraktığımızda ise istismara yol vermiş oluyoruz.

Yukarıda özetlediğim durum gazeteci tarafından ortaya çıkartılınca sanık da tarikatın liderlerinden biri olduğu için konu sadece adli bir vaka olmaktan çıkıyordu. İsmailağa tarikatı 2000’li yıllarda genişleme gösterince tarikata bağlı alt gruplar ortaya çıktı. Bu alt gruplar da genellikle ilçe ya da mahalle eksenli dernek ve vakıflar şeklinde örgütleniyorlar.

Hatırlayalım: Temmuz 2020’de Ümraniye’de İsmailağa Cemaatine mensup Fıkıh-Der Kur’an Kursu’nda yatılı kalan 6 öğrenciyi istismar ettikleri ve onlara eziyet ettikleri gerekçesi ile tutuklu yargılanan 3 sanık “Çocuğun zincirleme cinsel istismarı” ve “Çocuğa eziyet” suçlarından toplam 139 yıl 5 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkemeye çıktıklarında ise mollalar kendilerini çocukların eşcinsel eğilimleri vardı, Mahmud Efendi ve Cübbeli Hoca’ya küfrediyorlardı diyerek savunma yaptılar.

Hatırlayalım: Kasım 2021’de Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde İsmailağa Cemaatine mensup Ömer San “Hoca” bir genci “Sana eşcinsel cin musallat olmuş” diyerek cinsel ilişkiye yönlendirdi. İfadeler o kadar pornografik ki burada detayları yazmaktan utanıyorum.

Erzurum’daki Kur’an kursunda cinsel istismar davasını hatırlayalım: Belletmenin ‘cinsel istismar’ ve ‘işkence’ davalarına Ekim 2022’de birleştirme kararı verildi Erzurum’da bir Kur’an kursunda 7 çocuğa cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle yerel mahkemenin verdiği 119,5 yıl hapis cezası karar istinaf mahkemesi tarafından bozulan belletmen Hakan Aslankafa, bu kez de çocuklara işkence ve eziyet suçundan 7’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde hakkında açılan davada hakim karşısına çıktı.

Bu yaşanan son üç olayda da dindar camia, cemaatler kendilerinden beklenen ahlaki refleksi vermediler. 300’ün üzerinde STK’ya sahip geniş bir örgütlenme ağına ve sosyal tabana sahip bu çevreler havaya bakıp ıslık çalmayı tercih ettiler. Oysa yaşanan bu suçların hepsi hiyerarşik piramit yapılar içerisindeki emir-komuta disiplininden yararlanılarak işlenmişti. Peki bu sessizlik ve hatta tevil, örtbas çabaları neden?

Konu 3 boyutlu. Bu 3 alanda da at izi it izine karıştırıldığından, mevzuyu anlama ve çözüm arama yerine sorun üzerinden geçinme, siyasi hesaplaşma yapma aracı olarak kullanma maalesef ülkemizin tüm kesimlerine, medyasına ve siyasetine nüfuz etmiş bir zehirlenme durumu...

1. DİNİ MÜKTESEBAT / ZİHNİYET

Birinci boyut bu gibi skandallara kaynaklık eden suçları meşrulaştıran dini müktesebat alanı. Müslüman tarihinde gelişen geleneksel fıkıh literatürü, küçük kızlar ile ergenliğe girer girmez nikahlanılmasına yani cinsel ilişki kurulabilmesine izin verir. Gelenekçi bakışa göre evlilik için herhangi bir yaş sınırı yoktur. Ancak zifafa girmek yani cinsel ilişki için regl görmesi beklenir. Mezheplerin geneli bu konuda uzlaşı halindedir.

Bu izin/meşrulaştırma da bazı ayetlerin yorumuna ve çeşitli rivayetlere dayandırılır. Gelenekçi dindarlık bu sebeple ailelerin rızası varsa küçük kızlar regl olur olmaz büyük erkeklerle ya da yaşıtlarıyla evlendirilmesini normal karşılar. Bu sebeple günümüzde de kimi vaizler ve gazeteler İslam’ın olmazsa olmaz bir hükmüymüş gibi(!) bu hususu hararetle savunurlar. Oysa Kur’an’a göre küçük yaştaki çocuklarla evlenmeye izin şöyle dursun evlilik çağının kişinin kendi kararlarını verebilecek olgunluğa Rüşd çağına gelebilmesi olarak tanımlanır. (Nisa 4/6)

Bir de tüm gelenekçi dindarları kapsamayan ama kimi Tasavvufi kaynaklarda olumlanan eşcinsellik olumlanır. Bu sorunlu dini müktesebat psikolojik sorunlar ve travmalar, aşırı bastırılmış cinsellik gibi sağlık problemleri ile birleşince ortaya çift kişilikli, kendi içinde çatışan, davranış bozukluklarına malül bir insan tipi çıkartıyor. Böyle bir suç/istismar potansiyeli emir komuta zincirinde kendisine sorgusuz sualsiz boyu eğen küçük çocukları, erkekleri ve kadınları istismar edebileceği kendine özel bir gizli alan yaratıyor. Bu alanı koruyan ve suçların devam etmesine münbit bir atmosfer sağlayan da en azından kurumsal itibarını tehlikeye sokmamak için suçları örtbas eden, denetime kapalı hiyerarşik sistem de cabası.

Bu tip vakalar sadece Müslümanlar içerisinde örgütlenen tarikatlarla sınırlı da değil. Katolik Kilisesi’nde, Protestan ve Mormon tarikatlarda, Hindu ve Budist kültleri, ezoterik New Age Teosofi yapılarında da seküler ideolojik örgütlerde de benzer şeylere rastlıyoruz.

Piramit şeklinde kayıtsız şartsız emir komuta örgütlenmesiyle organize olan inanç grupları bir süre sonra yapıları gereği çıkar grubuna dönüşmekte, sivilliklerini kaybetmektedirler.

28 Şubat döneminde bizzat devlet eliyle dindar kesime yönelik yürütülen psikolojik harp operasyonları sebebiyle muhafazakarlar skandal haberlerine kuşkuyla yaklaşıyor. Hiyerarşik yapıların yönetim kademelerinde olanlar kendi yapılarının itibarını koruma pahasına bu tip suçları sümenaltı ederken iyi niyetli taban ise ahlaki değerleri sebebiyle kendi grubu içinden böyle çelişkili hareketlerin zuhur edemeyeceğini düşünüyor. Yapıya olan mutlak güvende oluşacak en ufak bir çatlağın tüm dini hayatını yıkacağına dair bir endişe/korku hakim. Yapıya ve kardeşlerine böylesi suçları yakıştırmama da cabası. Oysa her ne pahasına olursa olsun “kabile asabiyeti” korumacılığı yerine hakkın ve hukukun herkese eşit uygulanması ve özeleştiri kültürünün yerleşmesi gerekiyor.

BEYİN DAMARLARI TIKALI AKADEMİ FELÇ

Özellikle son 10 yıldır İlahiyat fakülteleri ve İmam Hatipler açıkça kuşatılmış ve bu hiyerarşik çıkar grupları tarafından felç edilmişlerdir. Konu özelinde örnek vermek gerekirse çocuk yaşta evliliklerin İslâm açısından gayrimeşru olduğunu akademik çalışmalarla anlatan İlahiyatçı Dr. Fatih Orum’un akademik hayatı bahsi geçen grupların çabalarıyla engellenmiştir. Benzeri itibarsızlaştırma kampanyalarına bir çok akademisyen maruz kaldı. Sağlıklı dinî bilgilenme-eğitim alanlarının bu kuşatmadan azade kılınarak özgürleştirilmeleri muhalefet partilerinin eylem planları arasında yer almalı. Bugüne kadar bu konuda herhangi bir siyasal söylem geliştirilebilmiş değil.

2. HUKUKU ESAS ALMAK: KUTUPLAŞMA PARANTEZİNDEN ÇIKABİLMEK

Bu durum elbette tüm tarikat mensupları böyledir demek değil. Tasavvufi gruplara mensup pek çok insan da vicdan sahibidir, fıtratına sadıktır. Gerek tasavvufi gerekse de sufi olmayan dini cemaatler aşevleri, okul, yurt, sosyal dayanışma, insani yardım gibi alanlarda topluma pozitif işlevlere de sahiptir. Kamuoyu araştırmalarına göre toplumumuzun %6’sı doğrudan bir cemaate ya da tarikata mensup. %10 ilâ %20’lik bir toplumsal kesim de cemaatlere tarikatlara mensup olmasalar bile bu grupların nüfuzlarının etkisinde.

PEKİ GENELLEMELERDEN NASIL KURTULACAĞIZ?

Bu gibi skandalların medyada yer alış tarzı, kurulan dil laik-anti laik ekseninde kurulduğunda kullanılan semboller, atılan sloganlar 28 Şubatçı bir retorik üzerinden şekillendiğinde dindar taban arasındaki kuşku, tevil ve korumacı eğilimler de artış gösteriyor. Bu sebeple insan hakları ve hukuku eksene alan bir dil, inanç özgürlüğünü güvence alan ama hiyerarşik içe kapalı yapılar yerine şeffaf, sivil ve yatay örgütlenmeleri teşvik eden denge-denetleme sistem gerekiyor. Yasakçı söylemler, sosyolojik tabanı olan hareketleri “kapatmak” bu gruplara mazlumiyet kazandırarak yeraltına çekilmelerine, aşırı politize olmalarına dahası bu tip suçların çok daha gizlice üremesine yol açmakta. En azından tarih buna şahit. Velhasılı HDP’yi kapatarak terör sorununu çözmeyeceğimiz gibi tarikatları kapatarak da bu suçların önüne geçemeyiz.

3. ERKEN EVLİLİK İLE ÇOCUK İSTİSMARINI AYRIŞTIRMAK

Erken evlilik sorunu hassas ve mayınlı bir arazi. Kayıtlara göre ülkemizde takriben 20 bin aile, 16 yaşından küçük kızlarını evlendirebilmek için mahkemelere dava açmış. Yasalara göre 16-17 yaş gençler zaten hakim izniyle evlenebiliyor. 11-16 arası evlilikleri mazur-meşru görmek ise çocuk istismarına kapı aralamakta. Kur’an’ın rüşd tanımıyla medeni hukuktaki 16 ilâ 18 yaş süreci uyumludur.

Erken evlilik sorunu kutuplaşma sebebiyle sağduyulu biçimde konuşulamamakta. Mevcut mağdurlar için bir defalığına mahsus düzenleme yapılmalı ama sonrası için çok net bir tavır alınmalı. Böyle net bir tavır maalesef görülemiyor. Bu da kutuplar arası güvensizlik savaşını körüklüyor. 11-16 yaş arası evlilik kimsenin aklının ucundan bile geçemeyecek hale getirilmeli. Ancak mevcut gelenekçi din anlayışı buna engel. Suçu meşru gören Din anlayışı ile Hukuk arasında sıkışmış bir iktidar ve tabanı var. Oysa Allah’a göre Rüşd’e ermeden evlenmek haramdır. Allah razı olmaz!

11-16 yaş arası Rüşdüne ermemiş bir kız çocuğuyla evlenmeyi ya da evlilik dışı cinsel ilişki kurmayı aklından geçiren biri pedofildir. Bunu tartışmak bile zuldür. Ancak toplumsal bir sapma olarak bugüne kadar gelmiş aile çocuklar doğmuş ise ona özel bir düzenleme getirilmelidir. Rakamlar erken evlilik sorununun çok küçük bir yüzde olduğunu gösteriyor. Bu kadar küçük bir yüzdenin mağduriyeti giderilirken ülke genelinin pedofili, çocuk ve kadın istismarının meşrulaştırılmaması gibi hassasiyetleri de gözetilebilir bu kadar zor değil!

İlgili Haberler
YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir