Görüşler

Terörsüz Türkiye’nin anahtarı: Öcalan’ın devlete karşı bilinçdışı mücadelesini anlamak

Terörsüz Türkiye’nin anahtarı: Öcalan’ın devlete karşı bilinçdışı mücadelesini anlamak

Freud’un ayrılma-bireyleşme kuramı bu tür erken yaş travmalarının bireyde aidiyet, suçluluk ve kimlik krizlerine yol açtığını belirtir. Öcalan’ın “Aileye duyduğum sevgiyi örgüte verdim” ifadesi, aidiyet ve duygusal bağların aileden ideolojik örgüte aktarılmasının simgesidir.

Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin en tartışmalı figürlerinden biri olan Abdullah Öcalan, yalnızca terör örgütü liderliğiyle değil, aynı zamanda kurduğu ideolojik yapı ve muhatap olduğu barış süreçleriyle de dikkat çekmektedir. Öcalan’ı anlamak için salt politik arenadaki rolünü incelemek yeterli değildir; onun kişisel psikodinamik yapısı, bilişsel süreçleri ve geçmişindeki ailevi travmalar, örgütsel aidiyet ve liderlik biçimleri bir arada değerlendirilmelidir. Bu yazı, Öcalan’ın liderlik kapasitesini, psikolojik yapısını ve barış arayışının arka planındaki bilinçdışı motivasyonları kapsamlı biçimde analiz etmeyi amaçlamaktadır.

PSİKODİNAMİK TEMELLER: BABA’NIN ÇÖKÜŞÜ VE ANNENİN BASKINLIĞI

Psikodinamik kuramların temel önermelerinden biri, bireyin erken dönemde kurduğu ailevi bağların kişilik ve davranış yapısını derinden şekillendirdiğidir. Abdullah Öcalan’ın psikolojik portresi, bu kuramsal çerçevede değerlendirildiğinde, babasının edilgen, pasif ve sessiz bir otorite figürü olması önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır. Sağlıklı bir süperego gelişimi için güçlü, tutarlı ve karşılıklı güvene dayalı bir baba figürü gereklidir. Ancak Öcalan’ın çocukluk döneminde bu modelin yetersiz olması, onun otoriteye karşı karmaşık bilinçdışı tepkiler geliştirmesine yol açtığı söylenebilir. Bu tepkiler, bazen aşırı idealizasyon biçiminde, bazen de düşmanlık olarak kendini gösterdiği ileri sürülebilir.

Öcalan’ın sık sık dile getirdiği “Mustafa Kemal devletten başladı, ben halktan başladım” ifadesi, bu psikodinamik yapının dışavurumudur. Burada kendisini devlet karşısında alternatif bir baba figürü olarak konumlandırma eğilimi, bilinçdışı bir ödeşme sürecidir. Bu durum, onun devletle olan çatışmasının temel psikolojik dinamiğini yansıtmaktadır.

Annesinin ise baskın, kavgacı, kontrolcü ve cezalandırıcı bir figür olması, Öcalan’ın erken bağlanma deneyimlerini belirgin biçimde şekillendirmiştir. Anne-çocuk ilişkisinde aşırı korumacı ve tehditkâr tutumların varlığı, çocuğun öfke, direnç ve saldırganlık gibi karmaşık duyguları bastırmasına neden olur. Öcalan’ın “Annemin tavuğuna biri ‘kış’ dese kavga sebebiydi” sözleri, bu tutumun somut örneklerindendir. Böyle bir aile ortamında büyüyen çocuk, şiddeti norm olarak benimseyebilir ve saldırganlık, benlik tanımının temel unsuru haline gelebilir. Bu bağlamda, Öcalan’ın siyasi eylemlerinde ve örgütsel liderliğinde şiddetin sadece taktiksel değil, aynı zamanda varoluşsal bir anlam taşıması anlaşılır hale gelir.

Bu dinamiklerin bir arada değerlendirilmesi, Öcalan’ın baba figürüne karşı bilinçdışı mücadelesinin ve annenin baskınlığının, hem kişisel hem de örgütsel davranışlarının merkezinde yer aldığını ortaya koyar.

AİLEDEN TRAVMATİK AYRIŞMA VE ÖRGÜTSEL BAĞLANMA

Öcalan’ın 10 yaşında yaşadığı köyden kaçış deneyimi, psikodinamik açıdan sıradan bir bireyleşme hareketinden çok, travmatik bir kopuş olarak değerlendirebilir. Freud’un ayrılma-bireyleşme kuramı bu tür erken yaş travmalarının bireyde aidiyet, suçluluk ve kimlik krizlerine yol açtığını belirtir. Öcalan’ın “Aileye duyduğum sevgiyi örgüte verdim” ifadesi, aidiyet ve duygusal bağların aileden ideolojik örgüte aktarılmasının simgesidir.

Terör örgütü PKK, Öcalan için sadece bir ideolojik aygıt değil; aynı zamanda psikolojik bir aile işlevi görmüştür. Bu noktada, örgüt üyeleri salt siyasi destekçiler değil, bağlanma nesneleri ve hatta çocukları gibi algılanmıştır. Bu psikodinamik yapı, liderlik ilişkisinde hem otoriter hem de manipülatif unsurların güçlenmesine zemin hazırlamıştır.

Bağlanma kuramı perspektifinden bakıldığında, Öcalan’ın örgüt üyeleriyle kurduğu ilişki, hem aşırı sahiplenici hem de cezalandırıcı tutumları barındıran güvensiz bağlanma örüntüleri sergiler. Öcalan’ın kendisini mutlak süper ego konumuna yerleştirerek örgütü psikolojik ayna olarak kullanması, örgütsel hiyerarşi ve bağlılık yapısının anlaşılması için kilit bir noktadır.

Bu karmaşık bağlanma ve aidiyet ilişkisi, Öcalan’ın liderlik tarzını şekillendirmiş ve örgütsel sadakat ile disiplin mekanizmalarının psikolojik temelini oluşturmuştur.

NARSİSİSTİK SAVUNMALAR VE PARÇALI BİLİŞSEL YAPI

Öcalan’ın çocuklukta yaşadığı değersizlik ve dışlanma deneyimleri, kişiliğinde narsisistik telafi mekanizmalarının gelişmesine neden olmuştur. Narsisizm, öz değer eksikliğinin bilinçdışı savunulma biçimidir ve Öcalan’ın “Benim gibi adam doğmaz bir daha” gibi büyüklenmeci ifadeleri, bu savunmaların dışavurumudur. Bu tür savunmalar, yetersizlik ve kayıp duygularını örtmek, benlik bütünlüğünü korumak için gelişir.

Ancak Öcalan’ın entelektüel yapısı, bu savunmalarla paralel olarak parçalı ve süreksizdir. Yalçın Küçük’ün belirttiği gibi, Öcalan “ konuşmaya başladığında sonunu getirmez bir konudan diğerine atlar” ifadesi parçalı bilişsel yapısına örnek teşkil etmektedir. Bu durum, düşünsel kopukluklar ve tutarsızlıklar yaratarak ideolojik argümanlar ile stratejik meşrulaştırmayı iç içe geçirir. Parçalı bilişsel yapı, hem içsel çatışmaların hem de örgütsel stratejilerdeki tutarsızlıkların beslenmesine yol açmaktadır.
Bu psikolojik yapı, Öcalan’ın karar alma süreçlerinde ve söylemlerinde gözlemlenen dalgalanma ve kararsızlıkların temelinde yatan önemli bir faktördür.

PSİKOPOLİTİK BOYUT: TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ VE ÖCALAN’IN LİDERLİK DİNAMİKLERİ

Öcalan’ın barış sürecine yönelik tutumu, erken çocuklukta deneyimlenen koşullu sevgi ve tanınma ihtiyacının siyasi yansımalarını yansıtır. “Barışı isterim ama onlar da adım atsın” söylemi, psikolojik tanınma, onaylanma ve güç paylaşımı arzusunun politik dildeki tezahürüdür. Bu bağlamda barış, gerçek bir güven ortamı ve karşılıklı uzlaşıdan çok, sembolik bir onay ve psikolojik denge arayışıdır.
Günümüzde Öcalan’ın liderliği, karizmatik bir figürden çok tarihsel bir simgeye dönüşmüştür. YPG ve PEJAK’ın Öcalan’ın çağrılarına karşı isteksiz yanıtları, onun örgütsel kontrolünün mutlak olmadığını ve etkinliğinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan KCK içindeki karar alma süreçlerinin çok aktörlü, parçalı ve dolaylı meşruiyet zemini üzerine kurulduğu söylenebilir.

Öcalan’ın devletle ilişkisinde yaşanan yumuşama ve Terörsüz Türkiye’ye yönelik stratejik adımlar, yalnızca taktiksel manevralar değil, aynı zamanda varoluşsal tanınma ve aidiyet arzusunun psikopolitik dışavurumlarıdır.

BELLER, KİMLİK VE GERÇEKLİĞİN YENİDEN İNŞASI

Öcalan’ın anlatılarında sıkça rastlanan geçmişin yeniden yazımı ve bellek üzerinde oynama, psikolojik gerçekliğin inşasında önemli bir rol oynar. Kendi geçmişine dair belirsizlikler, “Babamın kim olduğunu bugün bile sorgularım” ifadesiyle somutlaşır. Bu otobiyografik bellek kopuklukları, mitolojik unsurların örülmesiyle birleşir ve liderlik otoritesinin psikolojik temelini güçlendirir.

Travmaların bastırılması ve ideolojik çerçeveye uygun yeniden yorumlanması, kimlik inşasında hem liderlik hem de örgütsel meşruiyet açısından kritik bir işlev görür. Bu yeniden inşa, Öcalan’ın hem kendisi hem de örgüt içindeki imajını korumasını sağlar.

BABA FİGÜRÜ VE DEVLETLE BİLİNÇDIŞI ÇATIŞMANIN PSİKOPOLİTİK YANSIMALARI

Abdullah Öcalan’ın liderlik kapasitesi ve “Terörsüz Türkiye” hedefine ortaklığı, baba figürüne ve devlet otoritesine karşı süregelen bilinçdışı çatışmaların doğrudan ürünüdür. Öcalan’ın çocuklukta yaşadığı baba eksikliği ve annenin baskın otoritesi, onun otoriteyle kurduğu ilişkiyi derinden şekillendirmiştir. Devleti, eksik bıraktığı baba figürünün alternatifi ve hatta düşmanı olarak konumlandırması, bu psikodinamik çatışmanın en belirgin dışavurumudur. Bu bilinçdışı ödeşme ve çatışma süreci, onun siyasal duruşu ve örgütsel liderlik tarzında, sürekli bir mücadele ve karşıtlık ekseninde tezahür etmiştir.
Devletle olan bu çatışma, salt politik bir hesaplaşma olmaktan öte Öcalan’ın içsel dünyasında çözülmemiş baba figürü sorunlarının yansımasıdır. Dolayısıyla, onun barış ve uzlaşı arayışları da, temelinde psikolojik onarım ve tanınma ihtiyacını taşır. Bu nedenle Öcalan’ın hem bireysel psikolojisinde hem de örgütsel ilişkilerinde baba-devlet çatışmasının gölgesi hep varlığını sürdürmüştür.

Türkiye’de sürdürülebilir ve güvenilir bir barışın tesis edilmesi için, bu karmaşık psikopolitik dinamiklerin açıkça tanımlanması ve bilinçli biçimde yönetilmesi elzemdir. Öcalan’ın liderliğinde, baba figürüyle ve devletle olan bilinçdışı çatışmalar ve travmalar çözülmeden gerçek anlamda kalıcı bir barışın mümkün olamayacağı anlaşılmalıdır.

DR. HASAN MESUT ÖNDER KİMDİR?

Doktorasını uluslararası ilişkiler alanında Süleyman Demirel Üniversitesi’nde tamamlayan Dr. Hasan Mesut Önder’in milli güvenlik ve istihbarat alanlarında çalışmaları bulunmaktadır.

YORUMLAR (4)
4 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir