Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı E. Fuat Keyman “Yeşil Partilerin ülke yönetiminde iddia sahibi olduğu ve güçlü/etkili konuma geldiği bir döneme girmiş durumdayız” değerlendirmesinde bulunuyor.
Siyasi partilerin kuruluşuna çoğunlukla bir günde onay veren İçişleri Bakanlığı, Yeşiller Partisi’nin başvurusuna yaklaşık bir yıldır yanıt vermiyor.
Yeşiller Partisi, anlaşılmaz bir şekilde “kurulamıyor”.
Hem de, dünyada ve Türkiye’de, iklim, ekonomi-güvenlik-demokrasi ile birlikte giderek merkezi önemde bir sorun, konu, alan olmaya başlarken. Yeşil Mutabakat kavramı, küresel, bölgesel, ulusal, yerel ölçeklerde toplum yönetiminin önemli bir boyutu olmuşken.
Türkiye, bir taraftan, Yeşil Mutabakata uyum sağlama ve Paris Anlaşmasına imza atma sürecini ve gerekliliğini yaşıyor, diğer taraftan da, Yeşiller Partisi’nin kurulamama kafkaesk durumuyla karşı karşıya kalıyor.
Niye?
Türkiye siyaseti her zaman siyasi parti odaklı olmuştur; hem akademik, hem kamusal tartışma içinde “parti siyaseti” olarak ele alınmıştır.
Siyaset konuşulurken, demokrasinin bir ülkede pekişmesinin önemli unsurları olan ekonomik aktörler ve sivil toplum ikincil, hatta üçüncül önemde görülmüş, siyasi parti odaklı analizler ve yorumlar kamusal, hatta akademik tartışmanın merkezine oturmuştur.
Son otuz yıldır kutuplaşmanın, bölünmenin, cemaatleşmenin temel nedenlerinin başında gelen “kimlik siyaseti”nden konuşurken bile ana referans kimliklere tekabül eden siyasi partiler olmuştur.
Son yıllarda yaşadığımız demokrasinin zayıflaması ya da rekabetçi otoriterleşme üzerine yapılan çalışmalarda da parti odaklı siyasi analizlerin merkezi konumu değişmemiştir.
Türkiye siyaseti, bir taraftan siyasi parti odaklı hareket eden siyasi alan olma, diğer taraftan da siyasi parti sayılarındaki aşırı artışla parti enflasyonu sorunuyla karşılaşmıştır; güçlü partilerin bile (ANAP, DYP, Demokrat Parti gibi) zamanlarını hızla tamamlayıp, siyasi tarihten silindikleri bir tablo sergilemiştir.
Dahası, bu tarih içinde, parti liderleri partilerden çok daha önemli ve etkili olmuş, Türkiye siyaseti giderek artan biçimde “lider temelli” bir nitelik de kazanmıştır.
Tüm bu noktaların ışığında şu soru meşru ve önemlidir: böyle bir tarihsel ve siyasi gerçeklik içinde, Türkiye’nin yeni bir partiye, somutta Yeşiller Partisi’ne gereksinimi var mıdır? Yeşiller Partisi, zayıf ve lider temelli siyasi partiler tarihine bir ek mi olacaktır?
Bu soruya net yanıtım şudur:
“Türkiye’nin sadece bugün değil, dün de, daha somutta son on yıldır Yeşiller Partisi’ne gereksinimi vardır; ve Yeşiller Partisi, bir ek değil, varlığıyla, toplumsal sorunlar ve talepler alanında giderek önem kazanan ve büyüyen bir boşluğu dolduracaktır.
Yeşil Parti’nin başarılı olup olmayacağı ya da siyasi olarak ne kadar başarılı olacağı sorularından önce şu saptamayı yapmalıyız: daha yaşanabilir, demokratik, adil, birlikte yaşama kültürü güçlü, ve sürdürülebilir kalkınma alanında başarılı bir Türkiye olasılığını siyasi alanda Yeşiller Partisi olmadan düşünemeyiz, düşünmemeliyiz.
2012 yılında, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kurulurken de bu düşüncedeydim. Yeşiller Partisi’nin tek başına kurulmasının ve hareket etmesinin hem sosyolojik ve tarihsel hem de politik ve stratejik olarak daha doğru ve tutarlı olacağını yazılı ve sözlü olarak belirtmiştim.
On yıl sonra ve bu dönemde küreselleşen dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtiği değişim ve dönüşüm içinde, bugün bu gereksinim çok daha netleşmiştir.
2020’ler dünyasının “ısınan dünya” olması; iklim değişikliği ve küresel ısınma sorunlarının temel sorun haline gelmesi; ama aynı zamanda, bu alanda yapılacak çalışmaların ekonomik eşitsizlik ve işsizlikten temel gereksinimlere ve güvenliğe uzanan alanda yaşanan sorunların çözümü için kritik önem taşıması; ve, yeşil partilerin giderek artan sayıda ülke siyasetlerinde ve küresel yönetişimde etkili ve kilit aktör konumuna gelmeleri, Türkiye’nin niye Yeşiller Partisi’ne gereksinimi olduğunun bir göstergesidir.
Bugünün ve yarının küreselleşen dünyasında ve Türkiyesi’nde, iklim değişikliği ve küresel ısınma alanı ve bu alandan çıkılarak yapılacaklar artık diğer siyasi partilere ve onların tercih sıralamasına bırakılmayacak kadar hayati ve önemlidir. Tüm siyasi partilerin bu alanla ilgilendiğini biliyoruz; ama kendilerinin ana ve temel çalışma alanı olarak değil. Bu partiler, ne kadar önem verseler de, ya güvenlik, ya ekonomi, ya kimlik, ya ideoloji ana odak olarak hareket etmekte, iklim değişikliği ve küresel ısınma alanını bu odaklara eklemleyerek düşünmektedirler.
Bu yaklaşım bir tercihdir ve siyasi partilerin iklim alanını parti programlarının önemli bir boyutu konumuna koymaları önemlidir. Zaten, seçmenlerine iklim ve ısınma sorunlarına çözüm bulmak için çalışma sözü vermeyen partilerin seçimlerde başarılı olma şansının giderek düştüğünü görüyoruz. Bu nedenle de, ekonomi, güvenlik, demokrasi alanına iklimin de eklendiğini son dönemde yapılan seçimleri incelediğimiz zaman görüyoruz. Hatta, iklim değişikliği ve küresel ısınma sorunlarına çözüm için dile getirilen “Yeşil Mütabakat” ile işsizlik ve eşitsizlik sorunlarına çözümün ilişkilendirilmesi, farklı ülkelerde siyasi alanın merkezine oturmuş durumda. Tüm bu gelişmler olumlu görülmeli.
Fakat, Yeşiller Partisi için, iklim değişikliği ve küresel ısınma alanı, doğanın korunması, farklı bir dünya tehayülü, farklı çalışma alanları içinde bir alan değil, aksine toplum yönetiminin “ana ve temel odaklanma alanı”dır. Ve, karşılaştırmalı ülke örneklerde görüleceği gibi, yeşil partiler bu şekilde hareket etmeleriyle ülke siyasetlerinde kilit aktörler ya da iktidar adayı konumuna gelmişlerdir.
Yeşil Partilerin ülke yönetiminde iddia sahibi olduğu ve güçlü/etkili konuma geldiği bir döneme girmiş durumdayız.
26 Eylül’de yapılacak Almanya Seçimleri buna bir örnektir. Yeşil Parti’nin ya birinci parti ya da iktidar ortağı olarak bu seçimleri tamamlama olasılığı çok yüksektir. Partinin liderlerinden Annalena Baerback, yeni siyaset, başka bir değişle “gelecek siyaseti” anlayışının önemli aktörlerinden biri olmaya adaydır. Almanya örneği gibi, diğer ülke örneklerinde de, sadece yeşil partilerin güçlendiğini değil, dahası, Kanada örneğinde olduğu gibi, merkez sol partilerin yerini aldığını görüyoruz. Türkiye örneğinin bu gelişmelerin bir örneği olması için zaman gelmiştir, hatta geçmektedir.
Son olarak önemli bir noktanın altını çizmek isterim: son yıllarda, küresel ve Türkiye ölçeğinde gerek gençlik, gerek toplumsal eğilimler, gerekse de ülke sorunları üzerine yapılan araştırmaların gösterdiği gibi, toplumsal talep iklim-eşitsizlik-haysiyet-temel ihtiyaçlar sorunlarını öncül görmektedir. Aşırı kalkınmacı ve piyasacı neoliberal yaklaşımların aksine ve bu sorunları kendi odaklarına eklemleyerek düşünen siyasi partilerin yerine, Yeşil Parti bu talebin karşılanmasında önemli bir konumdadır ve gereklidir. Yeşil Partisiz bir Türkiye, bu anlamda, toplumsal talepleri çözemeyen ya da birincil önemde görmeyen bir ülke olacaktır.
Gerek küresel düzeyde gelişen “Yeşil Mutabakat” tartışmaları; Türkiye’nin “Paris Anlaşması”nı imzalaması, ve UNDP’nin “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”ne ülkemizin uyum gösterme gerekliliği noktalarında; gerekse de, ülke örnekleri içinde “iklim-işsizlik-haysiyet-temel ihtiyaçları ilişkili gören gelecek siyaseti” ve böyle bir yaklaşıma doğru giderek artan toplumsal talepler temelinde, hiç şüphe yok, Türkiye’nin Yeşiller Partisi’ne gereksinimi vardır.
Belki bu yüzden, böyle bir partinin nasıl bir performans göstereceği sorusundan bağımsız olarak, yaklaşık 9-10 aydır ve ikna edici olmayan gerekçeler içinde Yeşil Parti fikri ve Yeşiller Partisi’nin çalışmalarına başlaması İçişleri Bakanlığı tarafından engellenmektedir.
Ama, nereye kadar?