Togan, Orta Asya’daki kuraklık sorununu tarih öncesinde çok eski çağlara ait olabileceğini dile getirdi. Kuraklığın Orta Asya’dan göçün tek sebebi olamayacağını ileri sürdü. Göçlerin iklim koşulları nedeniyle değil; iktisadi ve siyasi etkilerden kaynaklandığını açıkladı, nüfus yoğunluğundan olabileceğini söyledi.
Başkurt asıllı siyasi düşünür ve eylem insanı Zeki Velidi Togan, döneminin siyasal hareketleri içinde etkin biçimde bulunmuş; yirminci yüzyıl başından itibaren siyasette de önemli rol(ler) üstlenmiştir. Siyasi ve ilmi kimliklerini bir arada düşünmüş, bunları birbirinden ayırmamıştır. Türk bilim dünyasının öncü simalarındandır; ömrünü eyleme ve ilme adamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin düşünce hayatında önemli izler bırakmıştır. Türk tarihinin az bilinen yönlerini bilimsel metodolojiyle ele alınmasında ve yazılmasında önemli rol oynamıştır. Geniş bir tarihsel dönemi kapsayan araştırmaları, bilimsel çalışmaları tarihçiliğimizde köklü izler bırakmıştır.
Özellikle 1940’lı yıllarda ismi Turancılık davasında anılmış ve bu yüzden Türkiye’de sol kesim tarafından itibar görmemiş; onun gençlik ve erken dönemindeki solla dirsek teması bilerek ve kolayca sol tarafından bir kenara bırakılmıştır. Bunun da ötesinde, en azından gençlik döneminde sola açık oluşu, düşünceleri bir bütünlük içinde ve evrimi izlenerek ele alınmamıştır. Hayatının bu evresi adeta yok sayılmıştır. Siyasi düşüncelerinin geçirdiği evrim süreci üzerinde pek durulmamıştır.
Togan 1890 yılında Çarlık döneminde Rusya’da, Başkurdistan’da varlıklı bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi: çocukluk ve ilk gençlik yıllarını orada geçirdi. Ailesinde çok sayıda molla bulunuyordu; babası bir medrese yöneticisiydi. Togan’ın bilim insanı ve eğitimci kimliğinin yanı sıra bir de siyasetçi, hatta gençlik yıllarında reformcu, giderek devrimci kimliği de vardı. Bilimsel çalışmalarla uğraşırken beri yandan 1915 sonundan itibaren siyaset alanında da giderek radikalleşen faaliyetlerde bulundu.
Duma’da Müslüman Ufa temsilcisi seçildi. Siyasi hayatı başladı, Rusya İmparatorluğu’nda azınlıklar sorunuyla ilgilendi. Federal yapı kurulmasıyla bu sorunun çözümleneceğini düşünüyordu. Bolşeviklerle bir noktaya kadar yol arkadaşlığı yapmış, ancak daha sonra aralarında anlaşmazlık belirmiştir. Yaşamının bu bölümü hakkında yeterince söz edilmez; oysa önemlidir ve sonraki siyasi faaliyetleri hakkında da fikir verir.
Rusya’da devrimden sonra her milletin bağımsızlığı, bağımsız cumhuriyetler düşüncesi onu heyecanlandırmıştı; ancak kısa süre sonra bu heyecan düş kırıklığına dönüştü. 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte bağımsız Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti girişimlerinde bulundu; Başkurdistan’ın bağımsızlık mücadelesinde önde gelen isimlerden biri oldu. Başkurt Cumhuriyeti ilan edildi; ancak cumhuriyet Bolşeviklerden onay görmemiştir.

1921’de Türkistan’a geçti ve mücadelesini burada sürdürdü; Türkistan Milli Birliği hareketine öncülük etti. Ancak Bolşevikler her türlü bağımsızlık hareketini ezmeye, kendilerine bağlamaya kararlıydılar. Bolşeviklerin bu bölgede de egemen olmaları ve başka hiçbir güce söz hakkı tanımamaları üzerine İran’a geçmek zorunda kaldı.1925 yılında dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin davetine icabet etti . Genç Türkiye’nin onun geniş ve bir o kadar da derin bilgi birikiminden öğreneceği gerçekten çok şey vardı. İstanbul’da Darülfünun Edebiyat Fakültesinde görev aldı.
Togan, I.Türk Tarih Kongresinde tartışmaya yol açan tez(ler) ortaya atmış ve kararlılıkla savunmuştu. Tartışılan Orta Asya’daki Türk uygarlığını yıkıma uğratan, göçlere yol açan bir kuraklığın olup olmadığı konusuydu. Sadri Maksudi kuraklığın meydana geldiği ve bunun göçe yol açtığı tezini savunanların başında geliyordu. Aslında Sadri Massudi ararındaki eski bir sorun nedeniyle hasmane bir tavır alıyordu. Togan ise böyle bir kuraklığın olmadığını savunuyor; kuraklığın ancak tarih öncesi devirlere ait olabileceğini belirtiyor.
Togan, Orta Asya’daki kuraklık sorununu tarih öncesinde çok eski çağlara ait olabileceğini dile getirdi. Kuraklığın Orta Asya’dan göçün tek sebebi olamayacağını ileri sürdü. Göçlerin iklim koşulları nedeniyle değil; iktisadi ve siyasi etkilerden kaynaklandığını açıkladı, nüfus yoğunluğundan olabileceğini söyledi. Fakat bilimsel tartışma olmaktan giderek çıktı. Mualiflerince Togan’ın geçmişi gündeme getirildi. Sadri Maksudi, Şemsettin Günaltay başta olmak üzere ona ağır sözlerle saldırdılar. Sadri Maksudi ile ikisi arasındaki eski tartışma ve husumet alevlendi.
Görüşlerini dürüstlük ve açık sözlülükle dile getirmişti. Eleştirileri son derece bilimseldi. Beri yandan Reşit Galip ve diğerleri aksi görüşteydiler. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Umumi Kâtibi ve Aydın Mebusu Reşit Galip, Orta Asya’daki kuraklık ve iç denizin kurumasından dolayı göç vuku bulduğunu iddia etti. Togan gayet açıkça ve bilimsel verilere dayanarak kuraklık tezine coğrafi, demografik ve jeolojik bulgulara dayanarak itiraz etti; bunların sentezine kendi görüşlerini ekledi. Göçün “iktisadi ve siyasi” sebeplerden ileri gelebileceğini bir kez daha vurguladı. Diğerleri de çoğunluk görüşüne karşı çıktığı için ona cephe aldılar. Şunu da eklemek gerekir: Kuraklık tezini savunanlardan Reşit Galip ve Şemsettin Gülaltay’ın Orta Asya Türk toplumları hakkındaki görüşlerinin Togan’a kıyasla yetersiz kaldığı görülüyordu.
Tam burada bir parantez açmak bilimsel eleştirilerin nasıl karşılanmasına dair bir olayı örnek olarak sunmak gerekiyor: Zeki Velidi Togan’ın henüz Rusya’da bulunduğu yıllarda, Rus şarkiyatçı Wilhelm Bartold “Orta Asya’da Hıristiyanlık” başlıklı makalesalesini yayınlamıştı. Togan bu makaleye karşı yazdığı yazısında Bartold’un Oğuzların Hıristiyan olduğu fikrine karşı çıktı; Oğuzların Müslümanlığı konusunda İbn Fadlan’ın kaleme aldığı seyahatnamesine dayanarak bu savın yanlış olduğunu ileri sürdü ve savını delillendirdi. Selçuk Bey oğullarından birinin Hıristiyanlığı onların hepsinin Hıristiyan olduklarına kanıt sayılamayacağını, bunun Türklerde rastlanan bir istisna olduğunu öne sürdü. Bu eleştiri ve düzeltme Bartold’da hiçbir kızgınlığa ve dargınlığa neden olmadı. Bartold öğrencisinin eleştirilerini olgunlukla karşıladı. Verdiğimiz bilimsel eleştirinin nasıl karşılanması konusunda olumlu bir örnektir.
Togan’ın I.Türk Tarih Kongresi’ndeki tezlerinin “devlet prensiplerine, millet davasına zıt” düştüğü dile getiriliyordu. Raşit Galip onun ileri sürdüğü düşünceleri “hafif malumat” olarak nitelemişti. Kuraklık tezini savunanlardan Şemsettin Günaltay ise isim vermeden Togan için “zavallı ve sınırlı bilgi sahibi kişiler” nitelemesini kullanmıştır. Dahası, genel olarak Togan’a verilen tepkide terbiye ve tartışma kuralları çiğnenmiş, nezaket ve hoşgörü hiçe sayılmıştır. Küçük düşürülmeye çalışılmıştır; bunlara rağmen doğru bildiğini sonuna kadar savunmuştur. Eleştirileri kesinlikle art niyet taşımıyordu. Ancak yaptığı eleştiriler onun hedef tahtasına yerleştirilmesine neden olmuştur. Bu saldırı ve hakaretler karşısında Mustafa Kemal Atatürk’ün sessiz kalmasına ise çok üzülmüştür.
Togan doğru bildiklerin açık sözlülükle dile getirmişti. Aslında bir bilim insanı ne yapması gerekiyorsa aynen onu yaptı; ilkeleri doğrultusunda davrandı. Türk Tarih Tezi’ni çekinmeden eleştirmesinden onun bilimsel cesarete sahip olduğu anlaşılıyor. Çok ağır tepkiler karşısında gerçek bir bilim insanına yaraşır olgunlukla davranmış, doğrularından ödün vermemiş, onları uzlaşmaksızın ve çekinmeksizin dile getirmişti. Yıllar sonra genel kabul gören görüşler için Türk tarihinin “uydurmalara” muhtaç olmadığını söylemiştir. Şunu da eklemek gerekiyor: Özelikle Dr.Reşit Galip ve Şemsettin Günaltay’ın savundukları görüşlerin esasında yaratıcısının Mustafa Kemal olduğu; onların ise gözüne girebilmek için öyle davrandıkları ileri sürülmüştür.
Togan bu kongreden sonra Türkiye’den ayrılmaya karar verdi; Darülfünun Rektörlüğüne yazdığı telgrafla fakültedeki görevinden istifa etti. 8 Temmuz 1932 günü doğruca Viyana’ya gitti. Haziran 1935’te doktorasını tamamladı; “İbn Fadlan Seyahatnamesi”ni hazırdadı. Kongredeki tartışmalar yedi yıl Türkiye’den ayrı kalmasına neden oldu. Bonn’da dersler verdi.1939’da İnönü döneminde İstanbul Üniversitesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’ndeki görevine geri dönmesi için bir davet aldı. Bu daveti kabul ederek Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarih bölümünde profesör olarak resmi görevine başladı. Ama kötüye doğru seyreden şansı maalesef sürüyordu. İkinci Dünya Davaşı’ndan hemen sonra 1944’de hükümet savaş yıllarında Almanlara olan yakınlığını unutturmak için Turancılık suçlamasıyla aralarında onun da olduğu tutuklamalar yaptı. On yıl hapse mahkûm edildi ise de bu karar temyiz aşamasında bozuldu.
*1980’lerde yazmaya başlayan Halil Turhanlı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir.
