DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, KARAR TV’de Taha Akyol ve Elif Çakır’a verdiği röportajda, özellikle yolsuzlukların "ısmarlama fetvalarla" meşrulaştırıldığını dile getirerek dinî inancın yönetim pratiklerind nasıl istismar edildiğine dair dikkat çeken bir tablo ortaya koydu.
"Yanlışların üzerine uydurma bir din örtüsü serildi" diyen Babacan, 2010'lardan itibaren iktidar çevresinde dindarlık kisvesi altında yürütülen çıkar ilişkilerinin nasıl meşrulaştırıldığını şu sözlerle anlattı:
"Şöyle, biraz önce bahsettiğim uluslararası anlaşmalar var ya… Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, OECD, Birleşmiş Milletler… Dünyada artık bir ortak akıl oluşmuş durumda. Müslümanı, Hristiyanı, Ateisti fark etmiyor; herkesin imzası var. Ne tür ödemeler rüşvettir, ne türü değildir tanımlı. Türkiye de bu tanımların altına imza attı. Peki sonra ne oldu? Uluslararası tanıma göre yolsuzluk ya da rüşvet sayılması gereken ilişkiler ‘dinimizce çok da sakıncalı değil’ denilerek meşrulaştırılmaya çalışıldı. Yazılı görüşler, yani fetvalar üretildi. Çok garip tanımlar yapıldı."
'DİNİMİZCE ÇOK DA SAKINCALI DEĞİL' FETVALARIYLA YANLIŞLAR ÖRTÜLDÜ'
Babacan, bu sürecin iktidarın ekonomik gücü zirvede yaşadığı yıllarda, yani 2012-2014 aralığında başladığını ve özellikle kamu imar izinleri, özelleştirmeler ve teşvikler gibi bağlamlarda "gri alanların" örtülü şekilde istismar edildiğine vurgu yaptı:
“2012-2013-2014… Türkiye’nin en güçlü dönemleri. IMF bizden para istiyor. Kasa dolu, borç/milli gelir oranı yüzde 27. Ama ekonomik gücün büyütülmesi yerine, bu servetin nasıl paylaşılacağı konuşulmaya başlandı. Menfaat şebekeleri iktidarın çevresini sarmaya başladı. Ve bu, kendisini en dindar gören bir iktidarın etrafında oldu. ‘Dinimizde bu yapılabilir’ denilerek yanlışlar örtülmeye çalışıldı. Ben bununla mücadele ettim. Çünkü din muameledir. Devletin gücünü belli şahıslara menfaat sağlamak için kullanıyorsanız bu doğru değildir. Hazine parasıyla da olması gerekmez. Devletin verdiği imtiyazlar, ruhsatlar, imar izni gibi haklar da aynı kapsamdadır. İstanbul’daki yüksek binaları düşünün. Beş kat sınırı olan yerde birden 30 katlı binalar yükseliyor. Nasıl? Emsal artışı. Parsel bazlı plan değişiklikleriyle inanılmaz değer artışları sağlanıyor. Bu iznin verildiği anda ortaya devasa bir rant çıkıyor. Ve bu rant genellikle paylaşılır. Eğer bu imar oyunlarından doğan değerin vergisi alınmazsa, kayıt altına alınmazsa, orada büyük bir gri alan doğar. O alan da yolsuzluk alanıdır. Biz bununla çok uğraştık. Bu alanı düzenlemek istedik ama siyasetin önemli bir kısmı buna direndi. Çünkü işine gelmiyor.”
'DEVLETİ YÖNETMENİN GÜCÜ BELLİ ŞAHISLARIN MENFAATLERİ İÇİN KULLANILDI'
Babacan, bu tip ilişkilerin iktidar çevresinde "en dindar biziz" diyenlerin eliyle yürütülmesinin hem kamu vicdanını, hem de dini değerleri aşağıladığını belirtti:
"Din muameledir. Devleti yönetiyor olmanın verdiği gücü, belli şahıslara menfaat sağlamak için kullanırsanız, bu doğru değildir. Hazineden para vermenize gerek yok; bir izni sadece bir firmaya verir, kimseye tanımadığınız imtiyazı tek bir gruba sağlarsanız bu da yolsuzluktur. Ben bu ülkenin vatandaşı olarak, nüfusunun çoğu Müslüman olan bir ülkenin adının dünyada yolsuzluklarla anılmasından hicap duyuyorum. Türkiye bunu hak etmiyor. Ama şu anda maalesef Müslümanlıkla yolsuzluğun yan yana anılmasına sebep olan bir ülke konumuna sürüklendik. Ve bunda hepimizin vebali var. Teşvikler, eskiden Resmî Gazete’de yayımlanırdı. Şimdi büyük firmalara verilen teşvikler gizli. Denetim yok. Kamuoyu denetimi yok. Özel ısmarlama teşvikler veriliyor. Şeffaflık ortadan kalktı. Avrupa Birliği’nin Kamu İhale Yasası var, biz zamanında hazırladık. Mevcut ekonomi yönetiminin masasında duruyor. Yarın Meclis’e getirseler, üç ayda yürürlüğe girer. Ama getirmiyorlar. Çünkü işlerine gelmiyor.”
'MÜSLÜMAN BİR ÜLKENİN ADI DÜNYADA YOLSUZLUKLA ANILIYOR, UTANIYORUM'
Babacan, röportajın ilerleyen bölümlerinde Türkiye’de yolsuzlukla dinin birlikte anılmasından utandığını belirterek, şu ifadeleri kullandı:
“Ben bu ülkenin vatandaşı olarak, nüfusunun çoğu Müslüman olan bir ülkenin adının dünyada yolsuzluklarla anılmasından hicap duyuyorum. Türkiye bunu hak etmiyor. Ama şu anda maalesef Müslümanlıkla yolsuzluğun yan yana anılmasına sebep olan bir ülke konumuna sürüklendik. Ve bunda hepimizin vebali var. Teşvikler, eskiden Resmî Gazete’de yayımlanırdı. Şimdi büyük firmalara verilen teşvikler gizli. Denetim yok. Kamuoyu denetimi yok. Özel ısmarlama teşvikler veriliyor. Şeffaflık ortadan kalktı. Avrupa Birliği’nin Kamu İhale Yasası var, biz zamanında hazırladık. Mevcut ekonomi yönetiminin masasında duruyor. Yarın Meclis’e getirseler, üç ayda yürürlüğe girer. Ama getirmiyorlar. Çünkü işlerine gelmiyor. O dönemde çok sayıda dinî görüş duyduk. Herkes kendi yaptığını doğru gösterecek bir yorum bulabiliyor. Bugün de İstanbul’da yüzlerce dini otorite var, her işe bir ‘caiz’ yorumu bulunabiliyor. Ama bakın, dinin temel ilkeleri vardır: adalet, liyakat, istişare. Bunları çiğniyorsanız, meşrulaştırdığınız şeyin adı yolsuzluktur. Adalet, devletin herkese eşit davranmasıdır. Ama siz bir izni sadece bir kişiye veriyorsanız, bir lisansı yalnızca bir firmaya verip tek başına piyasada çalışmasına izin veriyorsanız, bu adil değildir. Bu İslam’ın en temel ilkelerinden olan adalet ilkesine aykırıdır. Bizim devlet sistemimiz dini kurallara göre yönetilmiyor. Ama eğer öyle olsaydı, ülkenin cumhurbaşkanı sanal kumar için özel izin verebilir miydi? Sanal kumarın oynanmasına izin veren imzalar atılıyor, tek bir firmaya lisans veriliyor, hiçbir bedel alınmadan. Diğer tarafta bahis için de birkaç firmaya özel lisans veriliyor. Bütün bunlar olurken, hala 'biz dindarız' demek mümkün mü?”
BABACAN'IN KONUŞMASINDAN ÖNE ÇIKANLAR ŞÖYLE:
“YARGI, SİYASİ KOORDİNASYONLA HAREKET EDİYOR”
"Türkiye iktidarın yargı gücünü de kullanarak rakiplerini elimine ederek yürüdüğü bir süreçten geçiyor. İddialar var, yolsuzluk iddiaları var, CHP kurultayı ile ilgili iddialar var. İddiaların bağımsız yargının ele alması lazım. Böyle değil açıkçası böyle görmüyoruz. Yargı sürecinde gibi olan konuların siyasi koordinasyonda yürüdüğünü görüyoruz. Birbirinden farklı konuların aynı zaman dilimine denk getirildiği hedefli bir şekilde operasyona döndürülmesi yargının doğal akışında olmaz. Konu sadece İBB değil şu an 13 belediye başkanı tutuklu. Buna normal bir yargı süreci gibi bakamayız. Dava sürecinin televizyonlarda yayınlanması ile ilgili buna mahkeme heyetinin izin vermesi gerekiyor. Herkes kendine güveniyorsa iddialar ortaya konulur savunmalar yapılır, milletin vicdanında bazı konular yerini bulur. TRT'de duruşmayı Cumhurbaşkanına soracaklardır. Sayın Bahçeli'yi olumluyor ama ne olacağını göreceğiz. Erdoğan ister mi? Milletin vicdanından korkmamak lazım ama Cumhurbaşkanı bunu ister mi çok emin değilim.
“GÜÇ ZEHİRLENMESİ VE EMANET HİSSİNİN KAYBI”
Senin yargın, benim yargım olarak değil, yargının sadece siyasetten bağımsız değil kendi kendine çalışırken de tarafsız bir yapıya kavuşması işin aslıdır. Buraya nasıl gelindi? İşin aslı Sayın Erdoğan'ın görev süresiyle ilgili. Devlet gücünü kullanmak insanlarda güç zehirlenmesine yol açıyor. Sayın Erdoğan'ın 2001, 2002, 2003 konuşmalarına bakın, "Bizim partimizde lider suntası olmayacak. Benim dönemim 3 dönemle sınırlı" der. 3 dönem diye bir şey kalmadı. Erdoğan'ın 3 dönemi 2014'te doldu. 2014'ten sonra devam etmemesi gerekiyordu. Anayasa'da da cumhurbaşkanının görevi 2 dönemdir. Erken seçim kararını Meclis alırsa 1 dönem daha yapabilir diyor. Bize göre 2023'te bile aday olması mümkün değildi. DEVA Partisi olarak YSK'ya dilekçe verdik. YSK bize 2017'de Anayasa değişti o zaman Erdoğan'ın kilometresini sıfırladık önceki dönemleri saymıyoruz' dedi. Ana muhalefet partisi böyle bir dilekçe vermedi. Bir bankanın şube müdürlerini bile 5 yıldan fazla görevde tutmazlar. Çünkü 5 yıl sonra bankanın kurallarını dinlemez, kişisel ilişkilerle karar almaya başlar. Yargının bozulmasının sebebi budur işte. Bir süre sonra devlet yönetimi ve halkın verdiği yetki emanet olarak görülmüyor. Cumhurbaşkanı'nın ofisi, arabası, masası emanettir. Süre uzayınca o emanet hissi kalkar hepsi benim der. Yargıda 2017'de bütün yetkileri kendi elinde topladıktan sonra yargıdaki görevlendirmeler ve atamalar liyakat ve ehliyete göre değil 'bu benim dediğimi yapar mı yapmaz mı?' oldu. Kriter bu olmaya başladı. Devlet devam etmiyor kişi devam ediyor. Yargıya olan aşırı müdahale bugün yargı kararlarının yanlış çıkmasına neden oluyor. Adaletsizlik olur. Kendi Anayasa Mahkememizin aldığı kararları alt mahkemeler uygulamıyor bu ülkede. AİHM karar alıyor ancak mahkemede uygulanmıyor bunu Erdoğan teşvik ediyor. Kendisi de söylüyor 'kararları kabul etmiyorum' diyor. Bu çok uzun süre devlet yönetmenin getirdiği bir hastalık.
"13 BELEDİYE BAŞKANI TUTUKSUZ YARGILANABİLİRDİ"
Hukukta usül ve esas var. Yargı süreçlerinin usülüne baktığımızda tamamen siyasi yürüyor. Sayın Erdoğan yargı süreçleriyle ilgili herkesten önce yorum yapıyor. Yargı dosyaları ile ilgili pek çok bilgiyi biz herkesten önce cumhurbaşkanından duyuyoruz. Ya çok meraklı 'getirin arkadaşlar dosyalara bakayım' diyor ya da bazı yargı mensupları dosyaları kendiliğinden Erdoğan'a götürüyor. 'Turpun büyüğü heybede' diyor, nasıl biliyor bunu. Yargı bağımsız çalışsa bu bilgi nasıl gidecek Erdoğan'a? Diploma, kurultay, yolsuzluk iddialar ve SGK meselesi... Bunların hepsi paketleniyor, 18 Mart akşamı diploma, ertesi gün tutuklama. Birbirinden farklı konular nasıl oluyor da aynı zamana denk geliyor? Burada bir koordinasyon var. Dosyalara bakıyoruz tutuksuz yargılanabilir ancak tutuklanıyor. Sayın Erdoğan şiir okuduğu için kendisine dava açıldığı o dönemde dava sürecinde görevine devam etti. Mahkeme suçlu diye karar almıştır ancak görevine devam etmiştir. Bugün tutuklu 13 belediye başkanı arkadaşımız da tutuklanmadan yargılanabilir. Bu da bizim yargı sistemimizin en önemli yanlışlarından birisi. Normal şartlarda tutuklu yargılanma istisna olmalı. İktidara mensup belediyelerde hiçbir şey yok mu? Aynı iş insanı itirafçı olup 'rüşvet verdim' diyor aynı iş adamı iktidar belediyelerinde de çalışıyor çok daha fazla ihale almış ama orada 'hiçbir şey yapmadım' diyor. Belediyelerle böyle çalışan birisinin sadece CHP'li belediyelere rüşvet verip AK Partili belediyelere rüşvet vermemesi mantıklı mı?
"ERDOĞAN TÜRKİYE'DE DEMOKRASİNİN ÖNÜNÜ AÇMALI"
Yargı ne kadar bağımsızsa Merkez Bankası da o kadar bağımsızdır. Enflasyonun düşmesini istiyorsak Merkez Bankası bağımsız olmalı. Ama Erdoğan sürekli Merkez Bankası'na sürekli baskı yapmıştır. 'Laf dinlemiyorlardı' deyip Merkez Bankası Başkanı'nı görevden aldı ve laf dinleyenleri göreve getirdi. Sayın Erdoğan belki ilk 10 yılda güzel şeyler yaptı. Görev süresinin sonuna doğru yaklaştığı bir dönemde iyi bir iz bırakıp da ayrılsın. Türkiye'de demokrasinin önünü açsın. Akıllı bir lider bunu yapar. Merkel Almanya'da tekrar seçilemez miydi? Çok rahat seçilirdi ama kendisi istemedi. Hiç olmazsa bu tatta bıraksın diye ben Sayın Erdoğan'a tavsiyede bulunuyorum.
Bir belediye temiz yönetiliyor mu yönetilmiyor mu orasıyla iş yapan firmalardan ya da iş insanlarından öğrenirsiniz. Bizim derdimiz yolsuzluğun önünü kapatmak. Neden yolsuzluğa alan açıyorsunuz da sonrasında suç teşkilatıydı, ahtapottu, şebekeydi diyorsunuz. Kendi belediyelerinin 1 tanesiyle işlem yapmazken muhalefete bu kadar yüklenmek başka bir şey.
"BİR KİŞİNİN İNADI İÇİN REFAH KAYBI YAŞIYORUZ"
Bugün hak ettiğimizin yarısı bir refah seviyesinde sürünüyoruz. Bir kişinin inadı için. Bir kişinin kurumlar değil benim dediğim olacak dediği için. Umutsuzluğa kapılmayalım çabuk düzelir yeterki dürüst, ehil kadrolar olsun.
"ADALET, LİYAKAT, İSTİŞARE YOK SAYILIYOR"
İslam'da devlet yönetmenin 3 ilkesi var; adalet, liyakat, istişare. Adalet kimseye haksızlık yapmamak, devlet imkanlarını herkese eşit kullandırmak demektir. Devlet imkanlarını kullandırırken kimseye vermediğiniz izni sadece bir firmaya veriyor ve o firma büyük paralar kazanıyorsa bu adil değildir. Bizim devlet sistemimiz dini kurallarla yönetilmiyor. Devlet dini kurallarla yönetiliyor olsaydı ülkenin cumhurbaşkanı sanal kumar için izin verir miydi? Kumarla ilgili çok sağlam ayetler var. Ülkenin cumhurbaşkanı bir kişiye izin veriyor ve sadece siz oynatın diyor. çıksınlar bu konuları konuşalım. Devlet teşvikleri şeffaftı, Resmi Gazete'de yayımlanırdı. Ama bugün büyük firmalara verilen teşvikler gizli veriliyor. Hangi firma ne kadar teşvik alıyor bilmiyoruz. Enflasyonla mücadele sadece faiz artırmakla olmaz kamuda tasarruf edeceksiniz. Tasarruf etmezseniz enflasyonu asla düşüremezsiniz.
Mart operasyonlarının Türkiye'ye büyük maliyeti oldu. Merkez Bankası'nın faizleri düşme döngüsüne girmişti. Marttan sonra faiz arttı. Marttan bu yana faiz inmiyor. Mesele İmamoğlu ya da CHP değil. Mesele artık Türkiye'nin güvenilir bir ülke olmaması. Halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanlarının zayıf dosyalarla tutuklandığı bir ülkede ben nasıl yatırım yapacağım? Yerli iş insanlarımız neden Türkiye'de yatırım yapsın? Çin'de demokrasi yok ama Türkiye'de olmayan liyakat bazlı ve kural bazlı bir yönetim anlayışı var. Bugün Amerika'ya rakip bir ekonomisi var. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görürseniz 50+1'i cebe atarım Anayasa, hukuk tanımam derseniz olmaz. Demokrasi içinde de Türkiye büyüyemiyor.
"TÜİK'İN GERÇEKLERİ ORTAYA ÇIKTIĞI ANDA DAMADIN FOYASI ORTAYA ÇIKACAK"
TÜİK'in mutlaka bir dış göz denetime ihtiyacı var. TÜİK'in gerçekleri ortaya çıktığı anda damadın foyası ortaya çıkacak. TÜİK'in rakamlarıyla damadın Hazine Bakanlığı döneminde oynanmaya başlandı. Faizler inecek dedi, seçimi milleti aldatarak kazandı. Seçimlerden önce yüzde 8.5 ama seçimden sonra yüzde 50'lere çıkaracağım faizi deseydi kazanamazdı. Mülakatı kaldıracağım dedi kaldırmadı. 2023 seçimlerini helalinden kazanmadı. Montaj videolar gösterdi. Masanın altında teröristler var diyordu dün Külliye'de onları ağırladı.
"ERDOĞAN BÜTÇEDEN DAHA FAZLA PARA HARCAYABİLİYOR"
Mehmet Şimşek, Hazine'den borçlanıyor, maliyeden vergi topluyor ve bu parayı Erdoğan'ın emrine sunuyor, Erdoğan da o parayı harcıyor. Eskiden Maliye Bakanı'nın, Hazine Bakanı'nın izni olmadan ödenek serbest bırakılmazdı. Bütçeden daha fazla para harcayabiliyor Erdoğan. Türkiye'de bütçe hakkı şu an Erdoğan'ın. Böyle ekonomi yönetimi olamaz. Onun için fakirlik ve yoksulluk yaygınlaşıyor.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ
Bu süreç 1 Ekim'de sayın Bahçeli'nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başladı. Biz ilk günden destekledik. Maalesef biraz yavaş ilerliyor ben bu yüzden kaygılıyım. Terörün Türkiye'ye çok büyük zararı oldu. Ayın 11'inde silah bırakma kararının uygulanmasına başlanacak. Bu ilk bir adım ne zamana kadar sürecek belli değil. MİT Başkanlığı bunun denetim sistemini kurmadan ayın 11'inde bir açıklama gelirse bu milleti kandırmak olur. Ailesinden zorla koparılıp dağa çıkarılan gençler var. Hiçbir eyleme bulaşmamış. Yönetim kademesinde olmayan ancak talimatları yerine getirenler var. Her kategorideki örgüt elemanlarıyla ilgili düzenlemeler gerekir.
