MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 28. Dönem TBMM’nin 4. Yasama Yılı ilk grup toplantısında sert mesajlar verdi. Konuşmasına Meclis’in açılışına katılmayan CHP’yi eleştirerek başlayan Bahçeli, “Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmasına tahammülsüzlükle, aziz milletimizin iradesine saygısızlıkta üst bir faza geçen CHP gene baltayı taşa vurmuştur” dedi. CHP’nin sadece Cumhurbaşkanını değil, “Türkiye’yi ve Türk milletini yok saydığını” savundu.
Bahçeli, Meclis’te liderlerin bir arada yer aldığı fotoğraf karesi için yapılan eleştirileri de hedef aldı: “O fotoğraf Türkiye’nin fotoğrafıdır. Özgür Bey’in değerlendirmeleri kıskançlık ve nedamet psikolojisinin şifresidir.” CHP’de yolsuzluk ve rüşvet iddialarının araştırılması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi rüşvetin pençesindedir” dedi.
Gazze konusunda ise Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlayanlara tepki gösteren Bahçeli, “Hamas ülkesini, vatanını savunan bir direniş örgütüdür” ifadesini kullandı. Gazze Planı’na Hamas’ın olumlu yaklaşımını memnuniyetle karşıladıklarını belirtti.
“Terörsüz Türkiye” hedefinin devlet politikası olduğunu belirten Bahçeli, 27 Şubat’ta İmralı’dan yapılan çağrıya işaret ederek, “Gerekirse Meclis komisyonundan bir grup İmralı’ya gidip mesajı ilk ağızdan almalıdır. Bizi bağlayan açıklama budur” dedi.
Bahçeli'nin açıklamalarında öne çıkanlar şu şekilde:
"28. dönem TBMM'nin 4. yasama yılının ilk grup toplantısında hepinizi hasretle, hürmetle selamlıyorum. Toplantımızı televizyon ekranları, sosyal medya platformları aracılığıyla takip eden vatandaşlarımızı selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Yeni yasama yılının ülkemize, milletimize, siyaset ve demokrasi hayatımıza, milletvekillerimize hayırlı olmasını diliyorum. TBMM'nin ilk başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, gazi mecliste görev yapan milletvekillerimize Allah'tan rahmet, şu an hayatta olan milletvekillerimize de sağlıklı ve mutlu bir ömür niyaz ediyorum.
Değerli dava arkadaşlarım, bozkırın ve tozlu yolların ortasında serpilen, evsiz sokaklarla, sokaksız evlerin arasında sembolleşen TBMM aziz Türk milletinin göz bebeğidir. 1916 yılının ağustos ayında Ankara'nın 4'te 3'ünü yakıp kül eden o yangının mütemadi tesirlerine rağmen 23 Nisan 1920'de istiklal ve istikbalin diri ümitleri Ulus'taki taş binada güneş gibi parlamıştır.
TBMM, boykot ve protestolara sahne olacak, ucuz ve uçuk ayak oyunlarına alet edilecek, egoları şişkin hırs ve ihtirasları kabarık siyasilerin tahrik ve tahriplerine maruz kalacak bir yer değildir. Yeni yasama yılının açılış oturumuna sudan bahaneleri ileri sürerek katılmayan, Cumhurbaşkanımızın konuşmasına tahammülsüzlüğün yanında aziz milletimizin iradesine saygısızlıkta üst faza geçen CHP yine baltayı taşa vurmuştur.
Kendi düşenin dövünmeye hakkı yoktur. Sadece cumhurbaşkanımızı ve meclisimizi değil Türk milletini de yok saydığı ortada. Demokratik sonuçlarına katlanacaklar. Meclis açılışı oturumu hemen ardından sayın Kurtuluş'un davetine katılan parti başkanlarının yan yana olmaları milletimizi umutlandırmıştır. Teşekkül eden tek kare fotoğrafa milli iradenin özlemleri yansımıştır.
Sesimizi değil sadece sözümüzü yükseltmeliyiz. Kucaklaşmak varken kutuplaşmanın kime ne faydası olacaktır. Kutuplaşmanın ve yıkmanın getirecekleri nelerdir. CHP'nin siyaseti mefruş sakat bir siyasettir. Bu ağır siyaset kusurunun milletimize vereceği hiçbir şey de yoktur. Özgür Bey'in Meclis'teki malum fotoğraf karesi ile ilgili temelsiz eleştirileri esasen içten içe derinleşe bir kıskançlığın alegorik şifresidir. Samimiyetle ifade etmeliyim ki o fotoğraf Türkiye'nin fotoğrafıdır. Her şeyden evvel CHP'nin içine girdiği korku tünelinin, çırpındıkça battığı rüşvet ve yolsuzluk çamurunun elbette siyasi sonuçları olacaktır. Özgür Bey'in Cumhurbaşkanımızla ilgili sözde meşruiyet sorunu icat etmek yerine partisinin ve şahsının ne kadar meşru bir çizgide durduğunu kafa yorması akla en yatkın seçenektir. Egemenliğin ve meşruiyetin yegane kaynağı büyük Türk milletidir. Söz milletindir, karar milletindir. Eğer millet haricinde meşruiyet arayışlarında tenezzül edip mandacı siyasetçilerin izini sürmek isteyen çıkarsa tavsiyem ve temennim doğrudan CHP'ye bakmaları orayı kurcalamalarıdır. Kurcaladıkça mavi vatan masal ve safsata diye işbirlikçiler çıkacaktır. Kurcaladıkça yabancı medyaya Türkiye'yi şikayet eden, yabancı ülkelerden aman dilenen ciğersizlerin eşkali belirlenecektir. Camdan evi olanların komşuya taş atmadan evvel çok iyi düşünmeleri gerekmektedir.
Özgür Bey’in, Sayın Cumhurbaşkanımız ABD’de Türkiye’yi onurla ve takdir edilecek boyutlarda temsil ederken İsrail’in sesi olması, ülkemizi kötüleme yarışına tevessül etmesi kelimenin tam anlamıyla çarpıklıktır. Cumhurbaşkanımız Birleşmiş Milletler kürsüsünü vicdan mahkemesine dönüştürüp mazlumların tercümanı olurken, Özgür Bey’in “Netanyahu’yla kayıkçı kavgası yapıyorlar” sözü unutulmayacak siyasi bühtandır. “Trump’tan randevu dilenenlerin Filistin’in kardeşi olamayacaklarını” söylemesi ayıptır, günahtır ve yalandır.

"CHP’DEN HİÇBİR HALT OLMAZ, OLAMAZ"
Özgür Bey’in nasıl bir dolduruşa getirildiği, kimlerin tuzağına düştüğü az çok malumumuzdur. Nitekim kendisine ve partisine yazık etmiştir. Birleşmiş Milletler 80’inci Genel Kurulu’nda dünya Türkiye’yi konuşmuşken, Özgür Bey ve CHP yönetimi freni boşa almış, şarampole yuvarlanmıştır. Siyonist-emperyalist esaretin altına giren CHP’dir. Hep dedim, yine diyorum: Bu CHP’den hiçbir halt olmaz, olamaz.
CHP’nin mahkeme kapılarına yüz sürmesi öncelikle kendi iç meselesidir. Ne var ki bu partiyi kasıp kavuran siyasi kriz günbegün çıta yükseltmektedir. Mahkeme kararları, YSK’nın çıkışları, karşılıklı suçlamalar bölünme aşamasına doğru kayan bir CHP tablosunu gün yüzüne çıkarmaktadır. İtirafçı CHP’lidir, iddia sahibi CHP’lidir, müşteki CHP’lidir, fail CHP’lidir. Ne tuhaf, CHP’de kılıçlar çekilmiş, ortak akıl kaybolmuştur. CHP yönetiminin her önüne geleni suçlaması doğru ve omurgalı bir tavır değildir.
Aynada başka bir şey görmek istiyorlarsa aynayı değil aynanın karşısındaki görüntüyü değiştirmeleri en makul tercihtir. CHP’nin istikrarsızlığı, tarihsel çizgisinden derin kopuşu Türk siyaset ve demokrasi hayatını olumsuz etkileyecektir. CHP’nin içinde bulunduğu kaos, Türk siyaseti, bu partinin geleneği ve geleceği açısından esef vericidir, yürek yaralayıcıdır. Ancak CHP’nin hesabını vermesi gereken, hatta yüzleşmesi kaçınılmaz olan korkunç nitelikli rüşvet ve yolsuzluk iddiaları vardır ve ortadadır.
Özgür Bey’in savcı ve hâkimlerimizle uğraşması, her vahim iddiayı siyasileştirerek karalaması, meydan meydan dolaşarak zehir aşılaması suçluluk psikolojisinin yansımasıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi rüşvet ve yolsuzluğun pençesinde, eko-sistemin esareti altındadır. Yüzleşmek için özgüven, gerçekleri kabullenmek için de siyasi ahlak ve dirayet gerekmektedir. CHP’nin belediyelerde dönen gayrimeşru ilişkilerin hesabını vermesi şarttır. Türk yargısına güvenimiz tamdır, iddianamelerin süratle ikmal edilerek adil yargılama sürecinin derhal başlaması da samimi dileğimizdir.
'137 AKTİVİSTİN TÜRKİYE’YE GETİRİLMESİ MÜESSİR BİR BAŞARIDIR'
Gazze’deki soykırım ve insani felaket dünyayı ayağa kaldırmıştır. Bilhassa Gazze’ye insani yardım malzemesi götürmek amacıyla yola koyulan “Küresel Sumud Filosu” Siyonist kuşatmayı sarsmış ve uluslararası sularda uğradığı terörist saldırıya rağmen direniş umutlarını kamçılamıştır.
Alçakça gözaltına alınan 36’sı Türk vatandaşı 137 aktivistin yoğun girişimler sonucunda Türkiye’ye getirilmesi müessir bir başarıdır ve emeği geçen kim varsa tebrik etmek hepimizin görevidir. Birleşmiş Milletler’in üye ülke sayısı 193’tür. Bunun 157’si Filistin’i tanımıştır. Soykırımcı İsrail tecrit edilmiştir. Bu yılki Genel Kurul’da pek çok ülke Filistin’i tanımıştır. Bu vesileyle hepsine teşekkür ediyor, tebriklerimi iletiyorum.
Trump’ın “Filistin’i tanımak Hamas’a ödüldür” sözleri önyargılı, basit, bayağı ve bağnazcadır. Hamas terör örgütü değildir; gerçek manasıyla terör yöntemlerine başvuran haydut devlet İsrail’dir. Hamas, ülkesini, vatanını ve milletini savunan bir direniş örgütüdür.
Hazırlanan 20 maddelik Gazze Planı günlerdir Türkiye ve dünya gündemindedir. Bu plan’a Hamas’ın müspet yaklaşımı, ayrıca müzakereye yeşil ışık yakması en azından silahların susması, ateşkesin sağlanması, kısmi bir sükûnetin vasat bulması adına memnuniyet vericidir. Fakat süreç engebeli, çetin, zorlu ve tuzaklarla doludur.
İsrail ile Hamas arasındaki savaşı sonlandırması ve Gazze Şeridi’nde barış ortamının yeşermesine kapı aralaması ümit edilen planın dolaylı müzakereleri için adres Mısır’dır. Bu müzakerelerde İsrail’in ne yapacağı, hangi sinsi yolları takip edeceği, Doha’ya benzer bir sabotajı yapıp yapmayacağı muammadır.
Trump, Netanyahu’yla görüşmeden önce Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Endonezya ve Pakistan devlet ve hükümet başkanlarıyla bir toplantı düzenlemişti. Bu toplantıda masaya yatırılan ve görüş birliğine varılan Gazze Planı’nda daha sonra değişiklikler yapıldığı bizzat Pakistan Başbakanı tarafından açıklanmıştı.
İsrail-Filistin arasında bir an önce ateşkes ilan edilmeli, Siyonist barbarlık işgal ettiği topraklardan çekilmelidir. Batı Şeria’nın ilhak emelleri de ateşe benzin dökmekten farksızdır. “Gazze’yi unut, Batı Şeria’yı tut” aldatmacasına kanacak kimse yoktur.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İspanya Başbakanı, “Tarih sessiz kalanları yargılayacak” demişti. Ve haklıydı. Kolombiya ve Endonezya Cumhurbaşkanları Filistin’i savunmak için askeri güç kullanımını ve sevkiyatını önermişlerdi. Ve insanlık hafızasına altın harflerle kazınmışlardı.
Ne yazıktır ki, ne gariptir ki, 57 İslam ülkesinden birisi de bu denli kararlı ve mert duruşu göstermemiş, gösterememiştir. Önde çocuklar ölürken, arkada siyasi ve ekonomik işbirlikleri kurmak ne İslami, ne insani, ne de ahlakidir. 1967 sınırlarına haiz olmak kaydıyla başkenti Doğu Kudüs olan egemen, bağımsız ve coğrafi bütünlüğünü sağlamış Filistin devleti kabul edilmeli, Birleşmiş Milletler’e de tam üye yapılmalıdır.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ
TBMM’de tesis edilen Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu faal haldedir, toplumun her kesimiyle istişarelerini sürdürmektedir. 13 toplantı yapılmış, 14’üncüsü de yarın gerçekleştirilecektir. İhtiyaç duyulan siyasi ve hukuki düzenlemelerin yapılabilmesi için geniş ve gerçekçi mutabakat ve müzakere zemini oluşmalıdır.
Türkiye’nin istikbal ve istiklal haklarını muhafaza edeceğiz. Milletimizin her ferdi muhteremdir. “Biz”in içindeki sayısız “ben”ler milletimizin güzelliği ve zenginliğidir. Hiç kimseyi ayırmadan, ayrıştırmadan, dışlamadan, ötekileştirmeden; bunun da ötesinde bir ve eşit görerek yeni yüzyılda mucizelere imza atacak sosyal, siyasal ve ekonomik doğruluş iradesini ihyanın peşindeyiz.
Türkiye’nin biteviye devam edegelen kısır döngü çemberini muazzam kaynaşma ve kucaklaşma azmiyle kırması gerekmektedir. “Terörsüz Türkiye”, kucaklaşmanın sadırdan satıra, kuvveden fiile, retorikten pratiğe, düşünceden eylem ve erdem safhasına geçişini simgelemektedir.
Türk ile Kürt arasına saçılmak istenen emperyalizm menşeli nifak tohumlarının çürütülmesi, bu kutlu kardeşlik hukukunun arasına dikilmek istenen ayrımcılık bariyerlerinin yıkılıp atılması “Terörsüz Türkiye” hedefinin asıl ve esas amacıdır.
Nitekim amaç hasbidir, harbidir, haysiyetlidir ve hakikat temeline dayalıdır. Bakınız, Kürt kardeşlerimin terörle uzaktan yakından bağ ve bağlantısı yoktur. Farklı saik ve sebeplerle aldanıp kandırılan, fakat suça karışmamış, silahlı bir eylemde bulunmamış kim varsa gelip ailesiyle kucaklaşmalıdır. Silah varsa siyaset yoktur. Siyaset olacaksa, siyaset yapılacaksa silahların tamamı yakılmalıdır. Bizim kaybına göz yumacağımız, heba ve israf edeceğimiz tek bir insanımız yoktur.
"PKK’NIN KURUCU ÖNDERLİĞİ SDG'DEN MUTABAKATA UYULMASINI İSTEMELİDİR"
Millet olmak demek; mihnet ve melanete yüz çevirmek, kültür, demokrasi ve tarih sacayağında bayraklaşmak demektir. Türk’üyle Kürt’üyle, Alevi’siyle Sünni’siyle Türk milleti çok şükür bunu başarmıştır. Kürt kardeşlerim terörün en fazla ceremesini çeken, bedelini en çok ödeyen, ağır sonuçlarına ziyadesiyle katlanan hazin ve hüzün dolu bir maziye sahiptir. Bu maziyi parlak bir gelecekle tamir ve telafi etmek öncelikli sorumluluğumuzdur.
Eğmeden bükmeden söylemeliyim ki, PKK’nın kurucu önderliği elini taşın altına koymuştur. 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın hitamında PKK 12 Mayıs’ta silah bırakmış ve örgütsel varlığını lağvetmiştir. 11 Temmuz’da bir grup PKK’lı silahlarını yakmıştır. Ne var ki Suriye’nin kuzeydoğusunda tesir alanı bulunan SDG/YPG henüz silah bırakmamış, 27 Şubat İmralı çağrısına riayet etmemiştir. Halbuki İmralı’nın çağrısı PKK’nın yanı sıra bölücü terörün tüm bileşenlerini kapsamaktadır. En azından bizim anladığımız böyledir, yorumumuz bu doğrultudadır.
Beklentim şudur: PKK’nın kurucu önderliği SDG/YPG’ye direkt aynı mahiyet ve muhtevada bir çağrıda bulunarak, Şam yönetimiyle imzalanan 10 Mart tarihli mutabakata uyulmasını istemelidir.
Esad rejiminin devrilmesinden sonra ilk kez yapılan Halk Meclisi seçimlerinin demokratik istikrar içinde yeni dönemin, yeni siyasi ve toplumsal mekanizmanın ağırlık merkezi olması yönünde fikir birliği hasıl olmuşken; Rakka, Haseke ve Süveyda’nın bunun dışında kalması 10 Mart Mutabakatının ruhuyla çelişmektedir.
Gerekirse Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda görev yapan milletvekillerinden bir grup İmralı’ya giderek yüz yüze görüşme sağlamalı, mesajlar ilk ağızdan alınmalı ve kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bunda çekinilecek bir husus görmüyorum. Bizi bağlayan açıklama 27 Şubat İmralı açıklamasıdır. Bu açıklamanın güncellenerek daha detaylandırılması ve çerçevesinin genişletilmesi hayırlı gelişmelere yol açacaktır."
