Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi... Dünya Mirası listesindeki abidevi yapı, geçtiğimiz günlerde tarihi kapılarından birinin önüne yanaşan bir kamyonla değil, bu aracın girişiyle yol açtığı 'sessiz hasar' tartışmasıyla yeniden gündemimize oturdu. Tarihi dokunun taşıdığı riski gün yüzüne çıkaran bu olay, eserin yönetimindeki boşlukları ve koruma hassasiyetindeki zaafları bir kez daha gözler önüne serdi.
Karar gazetesi olarak süreci başından itibaren yakından takip ettiğimiz bu kritik meselenin detaylarını, koruma dünyamızın önde gelen isimlerinden, Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu Yöneticisi, arkeolog ve sanat tarihçisi Nezih Başgelen ile yerinde, Ayasofya'nın gölgesinde konuştuk.
Nezih hocam, siz UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'nun üyesisiniz aynı zamanda. Ayasofya ile ilgili yakın zamanda bir çalışma yaptınız mı?
Yapımın camii olma sürecinde UNESCO Somut Kültürel Miras Bölümündeydim, bütün komisyon üyelerine görüş sordular o dönem. Ne yazık ki çoğu kötü olmayalım diye görüş vermekten kaçındı. Ben oturdum yazdım, açıklanmaması kaydı ile UNESCO’nun görüşü olarak Bakanlığa verdik. O dönem Ayasofya'nın müdürü ile de görüşerek, nelere dikkat edilmeli, neler yapılmalı, didik didik inceleyerek yazdık. Hatta üst galerinin kapatılmamasını da önermiştim mesela o görüşte, ona uyduklarını görmek sevindiriciydi.
Son on gündür yaşanan tartışmaların ardından bugün de birlikte Ayasofya’ya geldik, gezdik, gördük. Siz, yapıya kamyonlu vinç girdikten ziyaret etmiş miydiniz?
Evet, sürekli geliyorum. Tepkilerden sonra da yedi kez gelip gezdim bu son on gün içinde. Tabii restorasyon başladıktan sonra kamyon görüntüsü yansıyınca biraz daha yakından bakmak, bilgi almak isteyince güvenlikle karşı karşıya geldim tabii.
ŞANTİYE ALANINDA BİLGİ ALINABİLECEK KİMSE YOK
Yani, güvenlik konusu ayrı mesele tabii. Basın kartım içeri girmemi sağlamadı şahsen benim de...
Önceden mesela ben gelirdim, Alparslan Koyunlu bey vardı. 83 ile 90’lı yıllar arasında buradaki restorasyonun müdürüydü. Ayrıca şantiyenin de şefiydi. O mesela her geldiğimizde gelip hemen bütün bilgileri aktarırdı. Bana özel değil, gelen gazeteciye, ilgili herkese aktarırdı yapılan çalışmaları. Ankara’ya soralım, valilikten izin alalım falan demezdi.
İyiymiş. Bugün bir saat boyunca gezdik Ayasofya'da ama kimse yanımıza gelmedi. Üstelik güvenlik üst yöneticilerine bilgi verdiği halde.
Senin şu an Türkiye’de kültür sanat basınındaki yerin belli. Bu fırsatı kaçırmış oldular. Eski müdür mesela burada olsaydı, yine böyle olmazdı. Şimdiki müdür ile tanıştım ben tepkiler sonrasındaki ilk gelişimde. Güvenlik nedeniyle tanıştık. Ramazan beydi galiba ismi. Ben 45 yıldır koruma dünyasında, arkeoloji alanında olan biriyim. Ramazan beyin konu hakkında fikri olmadığını, o bilgilere sahip olmadığını gördüm.
BİLİM KURULU'NUN GÖZLEMCİSİ NEREDE?
Hocam, eleştirilerden birkaç gün sonra Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy katıldığı bir etkinlikte açıklama yaptı. Bilim Kurulu'nu öne sürerek savundu yaşananları. Sonrasında ben Prof. Dr. Zeynep Ahunbay ile görüşerek, bir haber yaptım. Açıklamalardan ikna olmadığını belirten, hoca bilim kuruluna şeffaflık çağrısında bulundu. Üç beş gün sonra da gördük ki Ayasofya Bilim Kurulu Hürriyet gazetesini çağırıp bir açıklama yaptılar. Takip ettiniz mi?
Belli ki toplanmış gelmişler evet. Ama, böyle bir Bilim Kurulu'nun sekretaryasının normalde alanda bir yeri olur. Ayasofya’nın bir sürü bölümü var, şu an orda bir sekretaryası var mı? Olsa, biz de bilgi alabilirdik. Bu işler hassas, Bilim Kurulu tabii sürekli burada olamaz ama onlar adına yirmidört saat burayı takip eden birileri olmalı. Çünkü biz Türkiye’nin birçok kültür envanterini bu tür eksikliklerle kaybettik. Restorasyonun başında kimse olmayınca şantiye şefi işi bozabilir. Ki Ayasofya’da işte bugün etrafta kimseyi görmedik. Bir yetkili aradık, bilgilerimizi de verdik ama bulamadık.
NOTRE DAME İLE İLGİSİ YOKTU...
Peki Bilim Kuru’nun açıklamalarına ne diyorsunuz? Notre Dame örneği ile bir savunma yaptılar yapıdaki kamyonlu görüntüye karşı.
Notre Dame uygulaması kesinlikle örnek alınacak bir uygulama. Biliyorsunuz yapı yandı, Notre Dame adeta bir savaşta bombalanmış gibi çok kötü durumdaydı. Fransız hükümeti Notre Dame’ın yeniden ihyası için hızla bir birim oluşturdu, hemen bir web sitesi kurdular, bütün çalışmaları buradan şeffaf yürüttüler. Ben mesela o siteye üye oldum, her türlü bilgiyi aldım, almaya da devam ediyorum. Üst örtüyü, orta çağ şartlarına göre, 150 yaşındaki meşeler bularak yaptılar, modern teknolojiden de destek alarak yaptılar. Böyle bir restorasyon yaptılar. Senin de irdelediğin, niye örümcek tipi vinç kullanılmadı diye sorduğun haberinde paylaştığın o örümcek vinçleri akrobat gibi kullandılar içeride. Bütün bu çalışmalar canlı yayınlanarak yapıldı, insanlık adına gurur duyduğumuz bir iş yaptılar. Hayranlıkla izledik. Ancak Ayasofya'da kullanılan vinç kamyonla sokuldu içeriye. Notre Dame'daki çalışma ile ilgisi yoktu o görüntülerin.
Hocam, büyük bir restorasyon var şu an, 'Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı restorasyonunun yapıldığı belirtiliyor. Ancak biz kamyon görüntüsü ile konuya vakıf olduk ve aşamıyoruz. Ya restorasyon projesi?
Bu önemli bir konu. Çünkü Türkiye’de binlerce kayıp var bu konuda, binlerce yürek acımız var. Ama şunu bilmeliyiz ki, projeler iyi olabilir, bilim kurulları iyi iş çıkarabilir fakat uygulamayı tevdi ettiğiniz bölüm öyle bir ele alıyor ki bazen, aman Allahım, düz bir işçiyi alıyor, tarihi eserin içine sokuyor, onun yol açtığı tahribatın boyutlarını telafi etmenin imkanı kalmıyor. Bilim Kurulu her an buralarda bir gözlemcisini tutamıyorsa büyük sıkıntı. Bunu Edirne Muradiye Külliyesi’nde yaşadık. Şantiye sürecinde paha biçilemez Osmanlı çinileri olduğu gibi tahrip oldu. 20 yıldır hala daha bulmaya çalışıyorlar kayıp çinileri. Yüreğimiz yanıyor... Konya Sahipata’nın Selçuklu dönemine giden olağanüstü çinileri restorasyon sürecinde mahvoldu. 1995’lerden bu yana böyle çok örnek yaşadık. Mimar Sinan’ın şaheserlerinden Büyükçekmece Köprüsü mesela, çok ciddi sorunlar var. Hem çöplüğe dönmüş hem de orijinal bir sürü parçanın kayıp olduğu belirtiliyor. Korkuteli Alaaddin Camii, taç kapısı yok bugün ortada. Restorasyon uygulamasının başında ehil birilerinin olmamasının sonucu. Yüklenici müteahhit söktü, kaybetti. Böyle çok örneğimiz var. Yapılar tarih boyunca görmediği negatif müdahaleleri şantiye süreçlerinde yaşıyor. Bu anlayışla Türkiye’nin kültürel mirasını yok ederiz.
RESTORASYONDA ÇALIŞACAK İŞÇİYE DE EĞİTİM VERELİM
Peki ne yapmalı hocam bu hataların önüne geçmek için?
Bu tartışmalar, kamuoyunun hassasiyeti, sizlerin yaptığı haberler çok kıymetli. Şimdi bu tepkilerden sonra neyi yapmaları, neyi yapmamaları gerektiğini görebilirler. Şimdi mesela Bilim Kurulu’nun da verdiği Notre Dame örneğini daha dikkatli inceleyelim. Yayınladıkları videoları izleyelim. Benim önerim şu, Ayasofya’da çalışacak herkesin özel eğitimden geçsin. Projede çalışacak herkesin, düz işçiye, hassas işlerde çalışacak kişilere bu yapı hakkında bilgi verelim. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Ben mesela bu eğitimi gönüllü olarak veririm. Gösterelim onlara da, Fransızlar böyle çalışmış, Almanlar böyle yapmışlar diye örnekleri gösterelim. O zaman yapıyı bu hatalardan kurtarırız.
Geç kalmadık mı?
Hayır, hala daha vakit var. Restorasyon yeni başladı, işin başındalar. Hassas noktalara vardıklarında iş daha da ciddileşecek, ki altı ay içinde bu olacak. O yüzden hızla harekete geçmeli. Fransızlar tümüyle yanan Notre Dame’ı 4,5 yılda bitirdiler ve açılış töreninde hem yangında görev alanlar hem restorasyonda çalışanları bütün dünya liderlerinin alkışları ile karşıladılar. Biz de buraya emek veren, Dünya Mirası olarak hayatına devam etmesini sağlayanları alkışlayalım. Alkışlanacak bir iş, proje istiyoruz. Hem Bilim Kurulu’ndan, hem ilgili Koruma Kurulu’ndan hem uygulayıcı firmadan böyle bir performans bekliyoruz. Özel bir başarımız olsun bizim Ayasofya. Onun için seferberlik olsun, içinde biz de varız.
Bakan Bey de açıklamasında 'bilimsel seferberlik ilan ettik' demişti...
Bakan beyin büyük düşündüğünden eminim, o yüzden böyle hatalara, hayati yanlışlara düşmemeliyiz. O yüzden Ayasofya'da ağır tonajli bir kamyonun böyle kapıları sıyırarak içeri girmemesi lazımdı. Hatalıyız diyerek kabul edelim. Tekrar etmeyelim. Böyle bir unik eser için hak ettiği en üst değer harcanmalı ve en üst çözümler üretilmeli. Türkiye bunu yapacak güçte. Ayrıca, Zeynep Ahunbay hocanın görüşüne de katılıyorum, bu bilim kurulunda uluslararası uzmanlar da olmalı, onlara da görev verilmeliydi.
Bilim Kurulu yurt dışında uzmanlarla konuştuk, görüştük dedi.
Öyle olsa bugün güvenliğe bilgi verdikten sonra Ayasofya’da seninle gezerken yanımıza bir ilgili gelirdi. Bir uzman bize eşlik ederdi. Hele senin gibi meseleyi yakından izlemiş, etkili haberler yapan bir gazeteciye bilgi verme fırsatını kaçırmazlardı. Bakın, Türkiye büyüyor, ama biz bu büyümeyi yönetemiyoruz. Bir büyüme mühendisliği geliştirmemiz lazım, bu büyümenin etkileri nasıl gelişmeye dönüştürülebilir bunları çözmemiz lazım.
YAPIYA ZARAR VEREN İNCİR AĞACI NEDEN SÖKÜLMEDİ?
Hocam, yapının etrafını gezerken, Padişah’ın girdiği kapının üstündeki duvarda gördüğümüz incir ağacı hakkında ne söylersiniz?
İşte bugün birlikte gördük. Koskoca şantiye kurulmuş vaziyette şu an Ayasofya'da. Ama Padişah kapısının girişinde, içerideki Hünkar mahfilinin ucunda bir incir ağacı büyümüş durumda. Gözle görülüyor. Halbuki bir restorasyonunda ilk yapılması gereken bu tür tahrip unsurlarının önlenmesidir. İncir ağaçları anıtlarımızın en başta gelen tehlikeli unsurlardan biridir çünkü. ‘Ocağına incir dikmek’ diye bir deyimimiz var. Bu ağaçlar yapıya kök salıp, patlatıyor. Niye bir uzman çağırılıp bunun kesilip, taşların içindeki kökleri temizlenmedi. Bu da bir sorun. Niye dikkat edilmedi? Demek ki buna dikkat edecek, önlemini alacak bir bilimimiz hala yok. Acı.

SELİMİYE CAMİİ'NE DE GİTTİM AMA İÇERİ SOKULMADIM
Hocam siz Selimiye Camii konusunda da hassassınız. Son iki aydır kubbe restorasyonuna dair skandalı birçok haberle gündeme getirdik biliyorsunuz. Ama sizin manevi bir bağınız var öğrendiğim kadarıyla.
Evet, babaannemin babası yani babadedem, Hafız Galip Efendi Selimiye Camii’nin hafızlarındandı, 1921 yılında Selimiye Yunanlar tarafından işgal edildiği zaman ricalle birlikte Milo Adası’na sürgün edilmiş. Edirne’nin önde gelen simalarından biri. Haşim İşcan anlatıyor, babadedemin cenazesi denize bırakılmış. Ailem Balkan Harbi’ne kadar Selimiye’nin taş odalarında oturmuş. Babaannem köşe bucak anlatır, altındaki sarnıca kadar bilirdi. Orda büyümüş çünkü, Abdülhamit döneminin çocuğu babaannem. Onun anıları ile büyümüş biri olarak Selimiye sevgisi ve ilgisi doğal olarak daha farklı bende.
Selimiye’ye gittiniz mi yakın zamanda?
Kubbe tartışmaları başlayınca yaklaşık 1,5 ay önce hemen gittim tabii ki. Ama ne yazık ki içeri alınmadım.
Neden hocam?
Oraya da giremedik. Sokmadılar. Kapılar kapalı, içeriye girmemiz engellendi. Bilim Kurulu’nun Edirne’deki üyelerini bile sokmuyorlarmış içeri. Namık Kemal Döleneken, Ahmet Yarar orada, hala daha içeri girebilmiş değiller. Namık Kemal Bey UNESCO adına orayı takip eden bir isim, Selimiye’ye çok hakim bir isim ama onu bile içeri almamışlar.
Geçmişte mutlaka birçok yıkım gördük ama şimdiki duruma bakınca, siz 47 yıldır koruma dünyasının içindesiniz. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu yaşadıklarınızı?
Yani, bizim UNESCO’ya verdiğimiz sözler var her iki yapı için de. UNESCO’ya kabul edilmek yetmiyor, yükümlülükler var. Prosedürler, uyman gereken kurallar var. Belediyeler kendini geri çekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığının tabii hakkını yemeyelim UNESCO işlerinde hassaslar, birçok kültürel unsurumuzu kaydettirdiler. Müzelerimiz arttı, kazılara ciddi destekler veriliyor. Göğsümüzü kabartan işler yapılıyor. Ama bu restorasyon denildiği anda birden bire sanki başka bir Bakanlık görüyoruz. Bakanın bile sanırım bazen etkili olmadığı, başka parametrelerin devrede olduğu bir durum var. Bazen bizim bürokratımızın, bazen ilgili birimlerin durumdan vazife çıkartan bürokratik unsurların da etkisi olabiliyor. Sistem garip çalışmaya başladı. Belki Bakana izah edilse, aa diyecek, niye doğruyu uygulamadınız diyecek.
Hocam, Türkiye'de bir şeyi eleştirdiğinizde konu hemen politikaya bağlanıyor. Yani bir restorasyonu eleştiriyorsunuz ki bir hata patlak verince yapıyorsunuz bunu, sonra bakıyoruz ki birileri çıkıp 'politik olarak karşılar, ondan eleştiriyorlar' gibi ifadelerle üstünü örtmeye çalışıyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ayasofya ve Selimiye konusu apolitik bir konu. Bu yaşadığımız süreçleri yine de oldukça hayırlı ve olumlu görüyorum neden. gerek Selimiye’nin kubbesinin korunmasına yönelik gösterilen duyarlılık, gerekse Ayasofya’ya yüksek tonajlı aracın girmesine duyulan tepki, katman katman, tüm Türkiye’yi kapsayan bir konu oldu. Bu çok önemli. Milletimizin geleceği açısından bu hassasiyetin ortak dert olması çok önemli. Millet Ayasofya’da kamyonu görünce önce Photoshop mu dedi, sonra ne işi var daha uygun bir malzeme bulamadınız mı diye sorguladı. Demek ki millet olarak bu konuda yüreğimiz yanıyor onun için bürokratlara diyoruz ki lütfen kurallara uyun. Biz apolitik bir dille bunu dile getiriyoruz. Burada partiler üstü bir durumla karşı karşıyayız, bunlar bizim kendi kültür mirasımız, ata yadigarlarımız. Bunları bize ulaştıkları değerlerle geleceğe aktarmak zorundayız. Millet olarak bu eserleri koruma çabamızdan dolayı geleceğe güvenle bakıyorum. Böyle bir anlayışın karşısında saygı duyup, gerekeni yapmak gerekiyor. Toplum mühendisliği açısından bu durum doğru ele alınmalı. Biz muhatap istiyoruz, bilgi almak istiyoruz. Bugün internet üzerinden Tayland, Kanada’daki bir projeyi izleyebiliyorum. Ama kendi ülkemdeki Selimiye’ye giremiyorum, Ayasofya’nın üst katına çıkamıyorum, bilgi alamıyorum.
