AYKUT GENÇ
Yahya Sinvar ile tanıştınız mı? Filistin’de bir mülteci kampında doğan Yahya Sinvar, hayatı mücadelelerle, hapislerle, işkencelerle geçmiş ve uzaklarda, emniyetli odalarda değil, ilerleyen yaşına rağmen girdiği sıcak çatışmada ruhunu teslim etmiş Filistinli bir şehit. Kendisine dair bilgilerimiz yaşadıklarının ana hatlarla kayıtlara geçmesinden ibaretti. Nerede doğduğunu, hangi hapishanede kaldığını, hürriyete kavuştuktan sonra Filistin mücadelesinde nasıl bir rol oynadığını öğrendik. Fakat bu ana hatların içini dolduran yaşanmışlıkları, umutları, çaresizlikleri, sevinçleri, kaybedişleri; hâsılı ‘insani olanı’ görmedik, bilemedik. Yahya Sinvar’ın yazdığı, 2024’te Ekin Yayınları tarafından Türkçeye aktarılan ‘Diken ve Karanfil’ romanı ise hayatına içeriden bir bakış imkânı veriyor. Zira kitapta konuşan kişi gördüğümüz hadiseler değil, o hadiseleri yaşayan adam. O adam konuşuyor; yaşadığını, gördüğünü, hissettiğini, duyduğunu anlatıyor. Ve biz okurlar da bu sayede büyük, kanlı ve buhranlı bir hadisenin içinde insanla, insani olanla temas edebiliyoruz.
KURGUYU SADECE YAŞANANLARI BİRLEŞTİRMEK İÇİN KULLANMIŞ
İsrail hapishanesinde, ağır şartlar altında ve bir milletin hayatta kalma mücadelesine dair yazılan kitabı edebi mihenklere vurarak değerlendirmek abesle iştigaldir. Çünkü hayat ve memat arasındaki ince çizgi üzerinde yürünen yerlerde ve zamanlarda dünyaya ait kıymetler, mihenkler susar. Orada yalnızca hayat ve ölüm konuşur. Edebiyat ise yersiz laf kalabalığına dönüşür. Müellif de kitabın mukaddemesinde kurgunun sadece yaşanan parçaları birleştirmek için kullanıldığını söylüyor. Anlattığı hadiseleri ya bizzat yaşadığını yahut yaşayanlardan dinlediğini ilave ediyor. Yayınevinin sayfa altlarına iliştirdiği dipnotları okuduğunuzda da anlatılanların tamamen yaşandığını anlıyorsunuz. Gerçekliğe temas eden muhayyel bir roman beklerken gerçeğin kendisini anlatan, zamana not düşen bir tarih kitabına dönüşüyor.
YAŞAMAK YA DA ÖLMEKTEN BAŞKA ŞIK YOK
Sayfalar ilerledikçe dışarıdan meseleye yaklaşan nazarların ne kadar sığ kaldığını anlıyoruz. Bizler şıklar arasında tercih yapmama lüksüne sahibiz. İdeal olmayan şıklar arasında muhayyer kalabiliriz, tercih edebiliriz, tercih etmeyebiliriz, tercihimizi sonradan değiştirebiliriz. Bunu yaparken hayatımızda hiçbir değişiklik olmadan yaşamaya devam edebiliriz. Fakat bir Filistinli tercih yapmaya mecburdur. Yaşamak ve ölmek arasında gidip gelen şıkların bir tanesini tercih etmeye ve neticesini yüklenmeye mecburdur. Uzun uzun düşünecek vakti de yoktur. Her şey kısa bir zaman içinde olacak, bitecekse bitecektir.
BÜTÜN FARKLI FİKİRLERİ KARAKTERLERİ ÜZERİNDEN BİRBİRİYLE ÇARPIŞTIRIYOR
Filistin’de insanlar başlarına gelen mezalimle nasıl mücadele edeceklerinin arayışı içindedirler. Tek parça, homojen bir fikrin hâkimiyeti yoktur. Yer yer karşı karşıya gelen bu fikirlerin hedefleri aynı olsa da usullerinde farklılıklar vardır. Mücadelesi Marksist-Leninist çizgide olan da vardır, milliyetçilik çizgisinde olan da vardır. Diğer bir grup ise din temelli bir harekettir. Müellif, bir evde yaşayan ve İsrail’le mücadele eden kardeşler üzerinden bütün fikirleri birbiriyle çarpıştırır. Kendi kanaati belli olsa da itirazları, tenkitleri, suçlamaları açık bir şekilde kahramanlarına söyletir. Bir grubun haklı çıkması için akışı zorlamaz. Her grubun fikrini söyletir, sonrasında gerçeklik roman kisvesiyle ilerlemeye devam eder.
TAVSİYE VE TEKLİF DEĞİL SADECE ANLAŞILMAK İSTİYOR
Büyük hadiselerin içinde insan bir sayıya ve kemiyete dönüşür. Bu noktadan itibaren insan yoktur; ölenler isimsiz sayılardır, insanlığından tecrit edilmiş bir kemiyettir. ‘Şu kadar insan öldü.’, ‘Şu kadar insan mülteci kamplarında açlıkla mücadele ediyor’ haberlerinde bahsedilen ‘insan’ değildir, ‘şu kadardır’. Başkalarının sayılarla geçebildiği hadiseler yaşandığı zaman geçilemez bir gerçekliğe dönüşür… ‘Diken ve Karanfil’ romanı bizlere Filistin mücadelesinin kendisini ve insani veçhesini gösteriyor. Bizden tavsiye ve teklif istemiyor. Sadece anlaşılmak istiyor.
SUİSTİMALLERİN DE BİLİNCİNDE
Yahya Sinvar, romanı yazarken Filistin halkının verdiği mücadeleye gelecek itirazların da farkındadır. Romanda yer yer bunlara da cevap verir. İsrail Filistinlileri mahvetmek için her yolu kullanır. Korkuyla, menfaatle, yeri gelirse en ahlaksız tuzaklarla Filistinlileri kendileriyle iş birliği yapmaya zorlar. İsrail işbirlikçilerin verdiği istihbaratla mücadelenin belini kıracak bir kontrol ağına kavuşur. Bu sebeple işbirlikçilerle mücadele çok sert bir şekilde icra edilir. Müellif tam olarak bir murakabe ve kontrol altında bulunmayan infazların nasıl suiistimal edileceğinin bilincindedir. Kitapta bir kıza kötülük edenlerin kızı susturmak için işbirlikçi ilan ettiklerini ve kızın bu şekilde infaz edildiğini anlatır. Müellif suiistimallerden rahatsız ve üzgündür fakat bir savaşın keşmekeşliğinde bunların kaçınılmaz olduğunu ve çaresiz kalındığını kabul eder…
BİR PASAJ
Muhammed cevap veriyor: “Hayır anneciğim, hepsini severim. Ama ben en çok zeytini seviyorum. Bu zeytin bizim ağacımız değil mi? Hani şu İmad’ın altında şehit düştüğü zeytin ağacı…” Bunun üzerine Ümmü Nidal’ın gözlerinden bir damla yaş süzülüyor ve diyor ki: “Allah ona rahmet etsin… Evet, doğru oğlum.” Muhammed sözünü sürdürüyor: “İşte bu yüzden onu seviyorum anne. Çünkü bu zeytinde İmad’ın ruhunun attığını hissediyorum. Ben İmad’ı çok seviyordum… Bu yüzden bu zeytini de çok seviyorum.”
