Görüşler

M. Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Köle kadınların hayaleti aramızda

M. Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Köle kadınların hayaleti aramızda

Kadın cinayetleri üzerinden değerlendirmede bulunan ‘Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?’ kitabının yazarı M. Bahadırhan Dinçaslan “Türkiye’de gitgide kadını baskılayan, ikinci sınaf gören bir anlayış var” diyor.

“Every woman adores a fascist.” Bu dize ünlü kadın şair Sylvia Plath’e ait. Her kadın bir faşiste tapar, diye çevirebiliriz bu dizeyi. Plath elbette “böyle olsun” diyerek söylemiyor, bir durum tespiti yapıyor. Ve bu durum tespitinin arkasında, babasıyla hesaplaşması var.

“Daddy”, yani “Babacığım” şiiri, Plath’ın belki de üzerinde en çok konuşulan ve en meşhur olmuş şiiridir. Vurucu imgelerin yanında, felsefi arka planıyla topyekün kadınlığın “ataerkil” düzenle hesaplaşmasıdır. 8 yaşında babasını kaybeden Plath, Daddy şiirini yazmış yıllar sonra. Babasını türlü türlü şeylere benzetiyor, hatta vampir bile dese de bu metaforların ekserisi 2. Dünya Savaşı, Nazizm ve Yahudi soykırımı temalı. “Meinkampf bakışların”, “Aryan gözlerin”, “Arasından hiçbir ışığın sızamayacağı kadar kara bir Swastika”, “Senin Luftwaffe’n”, “Her Alman’ı sen sanardım”, “Belki de gerçekten bir Yahudiyim” gibi ifadeler var şiirde. Şiirin temel mesajlarından birisi ortalardaki dizelerde saklı. “Tanrıyla dolu, mermer kadar ağır bir torba” diyor babasına. Ve o baba Sylvia’yı bırakıp gitmiş, belki de bu yüzden tanrı da onun için ölmüş. O yüzden babası bir Nazi; anlaşılmaz, korkutucu, ancak boyun eğilecek bir heyula, bir vampir. Fakat hanım kızımız, “Nihayet” diyor, “seni öldürdüm, artık aştım bunu.”

Plath, aşamamış kadınları ve kendi eski, eksik kadınlığını da “her kadın bir faşiste tapar” dizesiyle anlatıyor. “Tapsın” değil, fakat “tapar”. Zira olgunlaşma sürecini, seyr-i sülukunu tamamlayana dek bu gölge onun üzerinden gitmeyecektir. O sürece ket vurmak için başka başka erkeklerde, “Her Alman”da babayı görecektir, onların elinde bir Yahudi gibi çaresiz, boyun eğmiş ve insanlıktan soyutlanmış halde, edilgen kalacaktır.

18-01/12/screenshot_1.jpg

(Bu şiirin, biraz konunun dışına çıkacak olursak, en sevdiğim tarafı da Yahudi soykırımını mitsel ve mistik bir şekilde ele alması. Sahneler, kesitlerle soykırıma göndermeler var ama bir tarihi vaka gibi değil, bir masaldan yahut gerçeküstü bir menkıbeden bahseder gibi. Mitolojik boyutlarda bir kötülük demek bu; yani bu gerçek olamayacak denli ağır kötülük, kötülüğün bir remzi, bir anlatısı olma mertebesindedir, kötülüğün kendisi olduğu kadar.)

Filmlerde, memoratlarda, folklorik anlatılarda, mitolojilerde hayaletler ekseriyetle kadındır. Nedenlerini irdelediğimizde, biraz psikoloji nazariyelerinden faydalanırsak bir iddiada bulunmak mümkün. Uzakdoğu korku sinemasından tanıdığımız intikam almaya gelen dişi hayaletler... Bunlar aslında şamanizmdeki atalar kültüyle yakından ilişkili, ki Japon dini tamamen atalar kültü üzerine kurulmuş bir din. Bunlar ekseriyetle doğum esnasında çocuğunu kaybetmiş anneler yahut evlenemeden ölmüş kadınlardır.

Banshee’ler, Sidhe’ler, Balkanların adı ülkeden ülkeye değişen, genç erkekleri baştan çıkartan perileri... Tepegöz öyküsünde, peri kızlarını çıplak görüp baştan çıkan, birinden çocuk peydahlayan Oğuz çobanı... Bu kadın hayaletlerin ortak bir noktası, aniden ortaya çıkmaları, “apparition” eylemeleri, yani yoktan peyda olmaları. Aniden görünen, ekseriyetle beyaz kıyafetli kadın hayalet, ta Uzakdoğu’dan Amerika’ya uzanan bir coğrafyada neredeyse evrensel diyebileceğimiz bir arketip. (Mitolojik arketipler için bkz: Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?)

Sonra Türk mitolojisinden Umay... Şu “Umay Ana”, ismi muhtemelen “rahim” manasına gelen, Bilge Kağan’ın Orhun’da anasını teşbih ettiği dişi tanrı. “Umay” sözcüğü ile “umacı” yani öcü, aniden beliriverip korkutan varlık çok ilişkilendirilir. Bu haliyle Umay aniden karşınıza çıkan, üstü başı pejmürde, saçı başı dağınık bir beyaz kadındır. (White lady, Lady in White, Weisse Frauen diye aratabilirsiniz başka kültürlerdeki benzer motifler için.)

Fatima’nın üç kehaneti olayı meşhurdur, ülkemizde de bolca komplo teorisine malzeme olmuştu. Fatima burada yer ismi, Portekiz’de Fatima isimli bir kasabada Meryem üç çocuğa “görünür” (apparition). Meryem görünmesi olayı Hıristiyanlıkta sık rastlanan bir fenomen. Hıristiyan dünyasının dört bir tarafı, Meryem’in göründüğü kutsal yerler ve o yerlerde yapılmış büyük küçük tapınaklarla örülüdür. Özellikle dindarlığın arttığı yerlerde çok sık Meryem görmelere rastlanır. (Bununla ilgili tavsiyem: Cantigas de Santa Maria)

Ya Hristiyanlığın hakim olmadığı yerlerde peki? Meryem gibi görece barışçıl değilse de, bütün dünyada kadın hayalet motifleri ve anlatıları görüyoruz. Kök nedeni ne ola ki? Freud’a danışırsak, kendisinin “Bastırılmışın Dönüşü” diye bir nazariyesi var. Baskılanan şeyler bilinçaltında birikir, sonra sürekli olarak bir yerden kendini dışavurur, gösterir diyor.

Bunu Jung’un kolektif bilinçaltı ve arketipler kuramıyla birleştirsek, şunu diyebilir miyiz acaba: Tarih boyunca baskılanan, aşağılanan kadınlar, bunlara dair şahitliklerimiz, bilinçte baskılananın başka formlarda, davranış ve zihinde kendisini göstermesi gibi, kolektif bilinçaltımızdan beslenerek görünüyor. Bu bazen intikam alan bir ruh-hayalet formunda, bazen Meryem. Meryem bu fenomenin Hıristiyanlaştırılmış ve zararsızlaştırılmış bir kalıntısı olmasın? Banshee, Lele, Sidhe, Elfler diye anlatılırken, intikam almayan, zarar vermeyen ama görünüp çok daha belirsiz, müphem bir şekilde, ama eşit derecede korkutucu şekilde görünen Meryem, Umay’ın umacı olmasıdır diyebilir miyiz?

Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor, baskılanan kadınların hayaleti. Üstelik bu kadınlar görece daha az baskılandıkları bir dönemi de hatırladıkları için, sözgelimi Sudan’da kadın sünnetine başkaldıracak kadınlardan daha avantajlı, haşin ve güçlüler. Kendilerini gösteriyorlar, eskiden “cinayet” denip geçiştirilen “kadın cinayeti” oldu, tacizi ve tecavüzü halının altına süpürülen bir pislik olmaktan çıkardılar. Şimdilik hayaletler, evet, kendilerini göstermek, rahatsız etmekle yetiniyorlar, ancak çok yakında cisme bürüneceklerini de öngörebiliriz.

Klasik yüksek kültürümüzün kadını biraz da Viktorian ahlaka benzer biçimde “hanım” gören nezaketi bugün için mükemmel değildi, ancak kadına bu günlerde tanıdığımız hareket ve temsil alanından daha fazlasını, en azından belli sınıflar için sağlıyordu diyebiliriz. Dadaloğlu’nun, kendisini bağlatan beye karşı çıkıp, salıverilmesini sağlayan bey karısına “Erkek çakal kollarımdan bağladı / Amma dişi aslan, affettin beni” dediği bir köy kültürümüz ve ahlakımız da artık yok. Türkiye’de gitgide kadını baskılayan, ikinci sınıf gören, köleleştiren bir anlayış var. Karşısında da feminizm yükseliyor: Üstelik eskiden olduğu gibi yalnızca sol gruplar arasında yaygın bir feminist yükseliş değil bu. Kocasına ikinci kadını kendisinin bulacağını ilan eden “türbanlı yazar”ın karşısında, kocasının bunu dillendirmesi halinde boşayıp kapının önüne koyacak milyonlarca başörtülü kadın var.

İktidar partisinin başarısının arkasında, hem kendileri hem de objektif gözlemciler tarafından sürekli dillendirilen bir “kadın gerçeği” vardı. Baskılanan, giyimi nedeniyle haksızlığa uğradığını düşünen belli bir kesim kadın, partinin lokomotifi olmuştu. Bugünlerde Meral Akşener’in yükselişi de benzer bir trende işaret ediyor: Kadınlar “bir kadın olarak sus” gibi laflardan rahatsızlar ve bu defa şehirli bir kadın kitlesi, ideolojik arkaplanlarından bağımsız olarak, sırf bu saikle Akşener’e destek veriyor, vaktiyle başörtülü kadınların Adalet ve Kalkınma Partisi için üstlendiği işlevi üstlenmeye başlıyorlar.

Evrimde kadın seçer. Kadının seçme hürriyeti kısıtlandıkça, “kötü erkek”ler soylarını devam ettirebilir, bu sayede kısır döngüye girmiş bir kötüleşme sürecini tetikleyebilirler. Zaten kadının baskılanmasından bu yüzden memnunlardır: Normalde asla beğenilmeyecek adamlar, bir kadını babasından almayı, onun kalbini kazanmaya tercih ederler. Sonrasında da, maddi özgürlüğü olmayan kadının kendilerine ilelebet muhtaç kalmasını temin etmeye çalışırlar ki, kadın “gözünü açıp” başka yere gitmesin.

Böyle bir toplumun hem “kötülüğün yayılması” açısından hem de mensuplarının yarısını yetenek havuzunun dışına çıkarıp kendi bindiği dalı kesmesi nedeniyle gelişebileceğini düşünmek imkansız. Üstelik kadınlar Plath’ın hesaplaşmasını yaşayarak, vaktiyle taptıkları faşistlerle yüzleşiyor, putlarını kırıyorlar. Eğitimsiz ve meslek sahibi olmayan, dolayısıyla imkanları, bilinçliliği ve alternatifleri kısıtlı olan ev hanımları dahi, hiç değilse miras hukukumuz gibi doğrudan hayata dokunan alanlarda haklarının eşit bir şekilde garanti altına alınmasının ne anlama geldiğini anlamış ve kendi meşreplerince feminist reaksiyonlar geliştirmiş haldeler. Türk erkekleri kadın meselesinde bir aydınlanma yaşamazlarsa, bugünün hayalet kadınları görünmekle kalmayacak, bu işin serencamı cin çarpmasıyla sonuçlanacak gibi: Zehirli, çürütücü, ifrada kaçan bir feminizm, bu boşluğu doldurarak gelişen potansiyelin muzır bir sonuca varmasına neden olabilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir