Görüşler

Marx’ın düşüncesi ile Marksizm arasındaki mesafe

Marx’ın düşüncesi ile Marksizm arasındaki mesafe

‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı “Michael Henry genç Marx’ın felsefe yazılarında bireyin ve öznelliğin öne çıktığını ileri sürer. Sosyalist devletlerin asimile edemediği, resmi ideolojiye dönüştüremediği Marx’ı bulur” diyor.

Michel Henry neredeyse bütün hayatı boyunca Fransa’da düşünce dünyasının merkezinden ve akademiye egemen olan düşüncelerin uzağında kalarak entelektüel bir yalnızlık içinde çalışmış, yazmış ve özgün tezler ortaya koymuştu. Husserl’e eleştirel yaklaşarak ve ondan farklı bir yönelimi savunarak geliştirdiği “maddi fenomenoloji” ya da “yaşam fenomenolojisi” anlayışıyla fenomenoloji geleneğinde farklı bir yer edinmiş; Husserl’de bulamadığı içkin alanı ve bu alana dâhil olan yaşam düşüncesini felsefesinin odağına yerleştirmişti.

Tezleri o denli özgündür ki, uzun yıllarını vererek yazdığı ‘Belirmenin Özü başlıklı’ kitabından söz ederken “öncesi ve esin kaynağı olmayan çalışma” nitelemesini kullanmıştı. Bu niteleme inkâr edilmez bir gerçeklik payı ihtiva etmektedir. (M.Henry, Yaşam ve Felsefe: Söyleşiler, çev. M.Aktaş, MonoKL, 2016,s. 17). Ancak şu da eklenmeli: Henry’nin düşünceleri fenomenolojide iki eğilimle bağlantılıdır. Merleau-Ponty gibi Marx’ın düşüncelerini fenomenolojinin ışığında okumuştu. Beri yandan Jean-Luc Marion gibi fenomenoloji ile teoloji arasında belirgin bir bağ kurmuştu. 

***

Michel Henry’nin fenomenolojisi içkinliği, duygulanımsallığı esas almıştı. Onun açısından varlığın hakiki zemini yaşamdı. Yaşam teknik fenomenleri kesinlikle dışta bırakan, nesnelleştirilemeyen bir alanı ifade ediyordu. 

Henry, Marx’ın felsefe metinlerinin önemini vurgular. Marx’ın özellikle Hegel düşüncesiyle hesaplaştığı gençlik dönemi felsefe yazıları oldukça geç gün ışığına çıkmıştı. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, ancak 1927’de, 1844 El Yazmaları ise 1932’de okunabildi. Felsefi metinlerin geç okunması, 1917 Sovyet Devrimi’ne öncülük edenlerin büyük ihtimalle bu metinleri okumamış olmaları Marksist ideolojinin ağırlıklı olarak olgun Marx’ın ekonomi konusundaki metinleriyle inşa edilmesinin önemli bir nedenidir. Bu metinler Batıda okunduktan sonra Marksizm’in ciddi eleştirileri de belirmişti. Önce Frankfurt Okulu’nun eleştirel düşüncesi gelişti, sonra Doğu Avrupa’daki kimi muhalif entelektüeller bu metinlerden beslenerek resmi ideolojiye düşünmüş Marksizm’i eleştirdiler. 

Henry genç Marx’ın felsefe yazılarında bireyin ve öznelliğin öne çıktığını ileri sürer. Söz konusu yazılarda sosyalist devletlerin asimile edemediği, resmi ideolojiye dönüştüremediği Marx’ı bulur. Marx’ın felsefesinin bir yaşam ve praksis felsefesi olduğunu, Marx’ın bireyi ön planda tuttuğunu ileri sürerken onun Marksistlerin iddialarının aksine bilimsel bir düşünür olmadığını, nesnel ve bilimsel bir felsefe inşa etmediğini de vurgular. Henry’ye göre Marx’ın teorisinin aslında “ekonomiye uygulanan bir yaşam fenomenolojisi”. Ancak Marksizm bu teoriyi “bilimsel bir nesnelciliğe dönüşmüştür” (M.Henry, Yaşam ve Felsefe, s.76). 

Bunun da ötesinde Marx’ın praksis nosyonunu bireysel yaşam faaliyeti olarak yorumlar. Henry’ye göre Marx Hegel’den farklı olarak bireyi kendinden büyük bir gerçekliğe, bir bütüne katmamıştır. Bireyin kendinden daha büyük bir gerçekliğe, kapsayıcı bir kategoriye katılarak var olabileceğini fikrini savunmamıştır. 

***

Henry’ye göre hepsi birer totaliter rejim örneği olan 1989 öncesinin sosyalist devletlerinin resmi ideolojisini oluşturan Marksizmdi. Reel sosyalizmler Marx’ın düşüncesindeki bireyi görmezden gelerek oluşturdukları Marksizmi resmi ideolojileri haline getirmişlerdi. Bu açıdan bakıldığında Henry, Marx’ı Marksizmden kurtarmaya, Marx’a geri dönüşü öneriyordu.

Henry, Komünizmden Kapitalizme: Felaketin Teorisi’ni 1990’lara girerken SSCB’nin ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin çökmelerinden, gözlerimizin önünde tarihe karışmalarından, geçmişe gömülmelerinden çok kısa bir süre sonra yazmıştı. Esasen SSCB’nin ve Doğu Avrupa’daki uydusu devletlerin çöküşü onun açısından beklenmedik bir sonuç değildi. Kitabında çöküş sürecini ve kapitalizme geçişi analiz ediyordu. Dönüşümü açıklamada zorlanmadı; çünkü başvurduğu kavramları, analiz araçlarını 1976’da yayımlanan Marx üzerine iki ciltlik çalışmasında geliştirmişti. Ayrıca Barbarlık başlıklı kitabındaki tezlerden de yararlandı.  

Bütün sosyalist rejimler bir dip dalgasıyla ve çok kısa aralıklarla birbirini ardına çöktüler. Bir bakıma Andre Glucksmann’ı haklı çıkartırcasına ‘plebler’ sokakları, meydanları doldurdular, parti aygıtına egemen olan elit bürokratları protesto ettiler. Totaliter rejimin kurucusu taşlamış donmuş, yaşamdan kopmuş dogmatik komünist partiler bu hareketleri denetleyemediler. Sokaktaki kitlelerin karşısında durmadılar, kitleler Romanya dışında devlet şiddetiyle karşılaşmadı. 

Henry’e göre sosyalist rejimlerin çöküşü dışsal bir nedene dayanmıyordu. Soğuk savaşta karşı tarafın zorlamaları ve düşmanlık politikalarıyla yıkılmadılar. Resmi ideolojileri olan Marksizmde içkin bir “meta-tarihsel neden”den dolayı çöktüler. Bu hepsinin ortak çöküş nedeniydi. (M.Henry, From Communism to Capitalism: Theory of Catastrophe, çev. S.Davidson, Bloomsbury, 2014, s.1). 

***

Çöküşün hepsi için geçerli olan ortak bir nedeni vardı. Birey ve bireysellik krizi. Bu esasında sosyalist rejimlerin kuruluşundan itibaren ve dayandıkları Marksist ideoloji dolayısıyla yaşadıkları bir krizdi. Bu rejimlerde birey önemsizleşmiş, değersizleştirilmişti. Birey ancak “sosyal sınıf”ın bir üyesi olarak mevcuttu. Bir diğer ifadeyle, birey nihai bir gerçeklik kabul edilen soyut bir bütüne bağlı olarak ele alınıyordu. Bireyi önemsemeyen, bireyi bir bütünün parçası olarak kabul eden, sadece bütüne bağlı olarak tanıyan ve tanımlayan diğer rejimler gibi sosyalist rejimler de totaliter nitelikteydi. 

Henry’e göre birey ve onun öznel alanı olarak yaşam tek gerçek değerdir. Sosyalist rejimler bireyi devlete ve partiye bağlamakla, bütünün parçası haline getirmekle kalmıyor, yaşam’ı da sürgüne gönderiyordu Daha doğrusu Gulaglar’da çalışmaya mahkûm ediyordu. Gulaglar bireyi değersizleştirmenin nihai sonucu ve mekânlarıydı. (Bu noktadan itibaren eleştiriler Glucksmann’ın ve Lefort’un düşünceleriyle sürdürülebilir.) 

Fakat şu da var: Michel Henry kitabında sosyalist rejimlerin çöküşünü açıklamaya çalışmanın ötesinde kapitalizme geçişi analiz ediyor, küresel kapitalizmin doğurduğu sorunları da inceliyor, 1989 sonrası oluşan yenidünya düzenini eleştiriyordu. Bu düzenin de çöküşe doğru yol aldığını ileri sürüyordu.   

***

Henry’e göre sosyalizmin çöküşü karşısında tek alternatif olarak sunulan Batı’daki kapitalizm de “çirkin bir hayalet”. Kapitalizm bireyi kabul ediyor ama hangi bireyi? Özgürlük alanı serbest pazarla sınırlı olan ekonomik bireyi. Bu nedenle Batı’nın birey anlayışı da insani hiçbir şey barındırmıyor. Kapitalizm de yaşam yerine yaşamayanı, soyutlamaları koyuyor. Yaşamı reddediyor. Henry bu açıdan Henry sosyalist rejimlerle kapitalizm arasında “karanlık, uğursuz” bir benzerlik bulur. “Doğu ve Batı aynı ölümün iki yüzü” (Henry, From Communism ., s. 11). 

Henry özellikle kapitalizmin eleştirisinde ilk kez 1987’de yayımlanan ve diğer kitaplarına kıyasla daha çok okunan Barbarlık’da öne sürdüğü argümanlara dayanıyor. ( M.Henry, Barbarlık, çev. I.Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 1996). İlginç bir tezi var Henry’nin. Ona göre barbarlık kültür öncesi ilkel bir yaşam biçimini ifade etmiyor. Tam aksine, kültürden sonra ve kültüre karşıtlık içinde beliriyor.

Daha açık bir anlatımla Henry barbarlığı uygarlığın yetkin bir örneği olarak sunulan modern Batı dünyasının içinde görüyor. Eleştirişinin odağında ise Galileocu bilim bulunuyor. Henry’e göre Galileo öznel olan her şeyi nesnel bilim adına bir yana attı, ezdi, üstünü çizdi; gözlemlenebilene, ölçülebilene, niceliksel olana odaklandı. 

Henry bilimin herkes için geçerli ve bağlayıcı nitelik taşıyan kesin bilgi sunduğunu hatırlattıktan sonra bu nesnelliğin ve kesinliğin öznellik üzerinde hegemonya kurduğunu, Batı’daki kültür krizinin de bundan kaynaklandığını ileri sürer. Henry ısrarla barbarlığın başlangıç olmadığını vurgular.

Barbarlık kültürden sonra ve yaşam denilen mutlak öznellik alanını ihlal eden modern bilimle birlikte ortaya çıkmıştır. “Kültür her zaman birincildir” der Henry. (M.Henry, Barbarlık s. 15). Yani, başlangıçta kültür vardır. Yaşam ve bilimsel bilgi arasında bir karşıtlık bulur. Yaşam mutlak özgürlük alanıdır. İnsan orada hisseder, duygulanır ve bunlar aracılığı bilgilenir. Yaşam bilimsel bilgiden önce gelen, ondan farklı olan ilk bilginin alanıdır. Bilimsel bilgi ise nesneldir. Herkes tarafından aynı şekilde bilinir ve aynı şekilde anlaşılır. 

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir