Medeniyetin ‘donmuş’ dönemini yaşıyoruz

Medeniyetin ‘donmuş’ dönemini yaşıyoruz

Türk edebiyatının en renkli kalemlerinden Leyla İpekçi ‘Canım Dosta Gider’ isimli son kitabında ‘şehrin insanının’ hayatına içeriden bir bakış getiriyor. ‘Günler, Çağlar, Anılar’ başlıklarıyla okurla bir köprü kuran İpekçi modern insanın medeniyet yolculuğunu da eleştiriyor: “Günümüz insanı medeniyetin ‘donmuş’ döneminde yaşamaktadır. Sokaklarında insanların birbirini tanımadığı ve tanımak istemediği, yaşantısıyla değerlerini sınamak için ortamın olmadığı bir medeniyet ülkesinde insanlar geleceğe dair ne kadar adım atabilir?”

SEDAT PALUT-İSTANBUL

Bazı yazmanın insanı sarıp sarmalayan gizil bir yanı var. İnsan bu gizil yanın büyülü taraflarına kendini kaptırdığında bambaşka dünyaların kapılarını aralıyor. Hiç girmediğiniz bir âlemin, hiç görmediğiniz sokakların kaldırımlarını arşınlıyor, yepyeni insanlar ile karşılaşmanın heyecanını taşıyorsunuz. Bu hem okuyanı ve yazanı ruhi olarak besleyen hem de insan hayatını renklendiren bir durum. 

Son yıllarda yazıya dair çok sayıda atölye açıldı. Açılmaya da devam ediyor. Burada yazar adaylarına nasıl yazacaklarına ve kurguyu nasıl şekillendireceklerine dair birçok teknik bilgi veriliyor. Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber şunu söylemeden edemeyeceğim. Teknik bilgiler yazar adayları için evet, oldukça önemlidir. Peki, yazının ve cümlelerin ruhuna inebilmek için bu yeterli midir? Bu noktada verilen teknik bilgilerin yazarla metin arasına bir mesafe koyduğu kanısındayım. Bu mesafe çoğu zaman okur tarafından hissedilir. Okuru, metinden uzaklaştırır. Bu nedenle metinle yazar arasındaki mesafe kurgudan ziyade cümlelerle kısalmalıdır. 

Bomboş bir sayfada bir metin inşa ederken yazar gerçekten ne kadar oradadır? 

Bence yazar kelimeleriyle ve cümleleriyle hemhal olmalı ve yazdığı metinle okura bunu sağlamalıdır. Bazı yazarlar için kelimenin düşünüldüğünden daha farklı anlamları ve katmanları vardır. Kelimeler, bu yazarlar için bir inşa malzemesidir. Kastettiğim bir romanın ya da öykünün yazılması değil. Kelimenin, cümlenin bizzat kendisidir. Kelimelerin ruhta vücut bulmasıdır. Evet, yazarlar kelimelerle ve cümlelerle kitaplarını inşa ederler ama bazılarıysa kitaplarını yaşar, inşa ederken. Romanlarındaki kelimeler ve cümlelerle bir olur. Bu tür yazarların edebiyat eserlerini okurken, satır aralarında onun varlığını da hissederiz. Cümlelerin büyüsü, yazarından kalbinden okurun kalbine bir köprü vasıtasıyla uzanır. Leyla İpekçi işte bu yazarlardan birisidir.  

Leyla İpekçi’nin yakın zamanda H Yayınları arasından okurlarına selam veren bir deneme kitabı yayımlandı: ‘Canım Dosta Gider’. Kitabın içeriğini yazar önsözünde şöyle anlatıyor. “Biriken yazılardan bir seçki yapalım ve zamanın dönüp dolaşmasından mülhem, biri diğerinin üzerinden geçmeyen açık uçlu çemberlerin sonsuzluğunda bir çerçeve çizelim. Hayatımızın özel günlerine, anılarına, yıllarına, çağlarına dair; yolculuk boyunca nerelere uğradıysak…” Kitap, üç bölümden oluşuyor: ‘Günler’, ‘Çağlar’ ve ‘Anlar’. Yazar ilk bölümde kapitalist dünyanın bize armağan ettiği bazı günleri değerlendiriyor. Anneler günü,  İstanbul Fethi kutlamaları, İşçi Bayramı gibi… İpekçi bu günlerin içeriklerini paylaşırken yazılarında ve sohbetlerinde vurguladığı bir noktaya dikkat çekiyor: Kelimeleri hapsetmek. İçinde yaşadığımız dünya bazı kelimeleri dar anlamlara hapsediyor. Bizlerde günlük rutinler içinde bu hapsolmuş dar anlamlar ve kelimeler içinde yaşıyor ve düzenin istediği biçimde düşünüyoruz. İpekçi bu anlamları, yukarıda ifade etmeye çalıştığım hemhal üzerinden okurla paylaşıyor. Var olan dar anlamla geçmişin biriktirdiği zengin anlamı okurla tartışıyor. Bu tartışma okuru zenginleştiriyor. 

‘Çağlar’ adlı diğer bölümde İpekçi, modern dünyayı mezunu olduğu sosyoloji bölümünün gönül penceresinden değerlendirmiş. Yazar, günümüzde birçok insanın tartıştığı medeniyet kavramına ve bugünün durağanlığına göndermeler yapmış. “Öyle geliyor ki, medeniyet serzenişleri gerek siyasetçiler arasında neden kültür sanatta adım atamıyoruz” sorusuyla gündemi her daim işgal ederken gerekse de entelektüel zevat içinde ayyuka çıkmış bir nakarattan ibaret kalmış dururken…”  Medeniyetin, insanı inşa eden en önemli içsel yolculuklardan biri olduğunu düşünüyorum. Lakin günümüz insanı bu medeniyetin ‘donmuş’ döneminde yaşamaktadır. Sokaklarında insanların birbirini tanımadığı ve tanımak istemediği, yaşantısıyla değerlerini sınamak için bir ortamın olmadığı bir medeniyet ülkesinde insanlar geleceğe dair ne kadar adım atabilir? İpekçi metinlerinde bu önemli duruma dikkati çekiyor. 

Yazar, ‘Anlar’ adını taşıdığı son bölümde yaptığı yolculukları, romanların izleklerini, eşi Semih Kaplanoğlu film çekimi süresince yaşadıklarını aktarıyor okura. İpekçi bu paylaşımları samimi bir dille yapıyor. Yaptığı yolculuklara ve yaşadıklarına okurlarını da dâhil ediyor. Çünkü o inşa etmeye çalıştığı dil-romanla birlikte gönül- insanı inşa etmeye çalışmakta ve yaşadıklarını böyle değerlendirmektedir. İpekçi’nin ‘Canım Dosta Gider’ denemeleri yaşadıklarına ‘içeriden’ bakmak ve düşünmek isteyenler için önemli bir kitap. 

 

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN