İNCİ DÖNDAŞ
Almanların II. Dünya Savaşı sırasında büyük yıkım yaptığı Belarus, 26 Nisan 1986’da bir kere daha sarsıldı, hem de etkileri yüzyıllar boyunca sürecek bir şekilde. Bundan 31 yıl önce, gece saatlerinde Belarus yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali’ndeki patlama, 20’nci yüzyılın en büyük felaketi olarak tarihe geçti. Pek çok kişi öldü, kanser hastalarının oranı yüzde 74 arttı, çocuklar hastalıklı veya sakat doğdu, o coğrafya tümüyle olumsuz etkilendi. Sovyetler Birliği felaket bölgesine 800 bin kişi gönderdi, bunların bir kısmı asker ve temizlik görevlisiydi. Ama ne onlar ne de Çernobil civarında yaşayanların tehlikenin boyutu hakkında herhangi bir fikri vardı! Her şey gizleniyor, açıklama yapılmıyor, soru soranlar tehdit ediliyordu... Tüm bu bilgiler ve Çernobil felaketi sonrasında yaşananlar Svetlana Aleksiyeviç’in ‘Çernobil Duası-Geleceğin Tarihi’ adlı kitabında anlatılıyor.
2015’te ‘yeni bir edebi tür’ yarattığı için Nobel Edebiyat Ödülü verilen Belaruslu yazar Aleksiyeviç’in Türkçe yayımlanan üç kitabı da monologlardan oluşuyor. Aleksiyeviç, konunun tanıklarının karşısına oturuyor, onlar anlatıyor yazar dinliyor, sonra onları yazılı hale getiriyor. İşte burada yazarın alamet-i farikası devreye giriyor. Aleksiyeviç daha önce Türkçe’de yayımlanan ‘İkinci El Zaman’, ‘Kadın Yok Savaşın Yüzünde’ kitaplarında yaptığı gibi ‘Çernobil Duası’nda da aynı şeyi uyguluyor: Kelimelerle belgesele imza atıyor. Araya girmiyor, karşısındaki kişiyi dinlediğinde hissettiklerine dair bir şey söylemiyor, betimleme yapmıyor... Yazar tanıkların anlattıklarını öyle bir kurguyla aktarıyor ki sanki o kişi karşınızda size içini döküyor.
Aleksiyeviç de bir Belaruslu olarak Çernobil’in tanıklarından. 20 yılda tamamladığı bu kitapta kendisiyle de yapılan bir söyleşiye yer vermiş. İnsanın savunmasız yakalandığını; gözle görülmeyen, kokusu ve sesi olmayan, cisimsiz bir şeye karşı savaşın başladığını söylüyor. Kitapta tanıkların anlattıkları, alınmayan önlemler, insanların korkutularak susturulması ise Çernobil’in nasıl bir drama yol açtığını ortaya koyuyor. Felaketten hemen sonra arılar uçmuyor, solucanlar topraktan çıkmıyor, kuşlar adeta intihar etmek istercesine kendini bir yerle çarparak ölüyor. Köylerin boşaltılma kararı alınmasının ardından evinden gitmek istemeyenler, giderken yanlarına evcil hayvanlarını alamayanlar, birkaç yıl sonra her ne pahasına olursa olsun köylerine dönenler, ansızın ölenler, mağdur olanlar, hastalanıp bir daha çalışamayanlar. Her bir söyleşi ayrı bir trajediyi barındırıyor içinde.
O ARTIK İNSAN DEĞİL, NÜKLEER REAKTÖR
Kendisini görmesini istemiyordum
(...) Benim sevdiğim adam, kendim doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceğim o adam, o kadar sevdiğim adam gözlerimin önünde bir... Ucubeye dönüştü. Peki benim cidden korktuğum şey neydi dersiniz? Bir tek, bir tek kendisini görmesini istemiyordum. Ama elleriyle işaret ederek bunu benden istemeye başladı, aynayı getirsene, dedi. İki gün boyunca onu oyaladım ama sonra ona bir ayna götürdüm, bulabildiklerimin en küçüğünü. Aynaya baktı, kafasını kavrayıp yatağa vurmaya başladı...
NİYE ANLAMIYORSUN, BİRLİKTE YANACAKSINIZ
KENDİSİNİ GÖRMESİNİ İSTEMİYORDUM
(...) Benim sevdiğim adam, kendim doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceğim o adam, o kadar sevdiğim adam gözlerimin önünde bir... Ucubeye dönüştü. Peki benim cidden korktuğum şey neydi dersiniz? Bir tek, bir tek kendisini görmesini istemiyordum. Ama elleriyle işaret ederek bunu benden istemeye başladı, aynayı getirsene, dedi. İki gün boyunca onu oyaladım ama sonra ona bir ayna götürdüm, bulabildiklerimin en küçüğünü. Aynaya baktı, kafasını kavrayıp yatağa vurmaya başladı...
NİYE ANLAMIYORSUN, BİRLİKTE YANACAKSINIZ
(...) Beni içeri, eşimin yanına hemşireler alıyordu. İlk seferinde onlar da vazgeçirmeye çalışmıştı: “Çok gençsin. Niye anlamıyorsun? O artık bir insan değil, bir nükleer reaktör. Birlikte yanacaksınız.”
KORUMASIZ ÇEVİRMEN KIZ
(...) İlk yabancı gazeteci kafilesi bölgeye varmıştı... İlk film ekibi de... Hepsinin üzerinde plastikten işçi tulumu, kask, lastik galoş vardı, hatta kameraları bile özel bir kılıfla kaplanmıştı. Ve onlara, bizim buralı kızlardan biri eşlik ediyordu, çevirmen. Üzerinde yazlık bir elbise ve sandaletle...
ATILMAYAN KEP TÜMÖRE YOL AÇTI
(...) Evlerimize döndük. Üzerimdeki her şeyi çıkardım, orada giydiğim tüm kıyafetleri ve hepsini çöp bacasından aşağı fırlattım. Yalnızca kepimi küçük oğluma hediye ettim. Çok istemişti onu. Hemen taktı, bir daha da hiç çıkarmadı. İki yıl sonra oğluma beyin tümörü teşhisi koydular...
RADYOAKTİF ELMALAR BUNLAR!
(...) Gülmeyi bilmeyen ağlar. İşte, bakın, Ukraynalı bir kadın pazarda iri kırmızı elmalar satıyor. Avaz avaz bağrıyor: ‘Elma elma! Çernobil elmaları bunlar!’ Biri ona nasihat veriyor: Bunların Çernobil elması olduğunu söylemesene teyze. Kimse almaz yoksa.’ ‘Boş versenize! Alıyorlar işte! Kimine kaynanası için lazım bunlar, kimine de amiri!’
UZAYLI BİR YARATIKMIŞ GİBİ UĞURLANDI
(...) Bir gazete kupürünü hala saklarım... Yazı, operatörlerden Leonid Toptunov’la ilgili; o gece nükleer satraldeki tek nöbetçi Leonid Toptunov’muş ve patlamadan birkaç dakika önce kırmızı, acil durum düğmesine o basmış. Düğme çalışmamış... Toptunov’un tedavisi Moskova’da yapılmış. ‘Onu kurtarmak için baştan ayağa yeni bir bedene ihtiyacımız var’ diye havlu atmış doktorlar. Mitinski Mezarlığı’na gömmüşler. Tabutunu alüminyum folyoyla izole etmişler... Üzerine yarım metre kalınlığında kurşunla kaplı beton plaka yerleştirmişler. Babası gelmiş... Orada öylece durup ağlamış... Yanından geçen insanlar: ‘Senin uğursuz oğlun yüzünden oldu patlama!’ demiş. Oysa sadece bir operatördü o. Ama sanki uzaylı bir yaratıkmış gibi gömüldü.
HAFTANIN KİTABI

Arabeske sosyal gözlükle bir bakış
Soğuk Savaş’ın ağır yükü bütün coğrafyaları kavururken, Türkiye de bu yangında kendine düşen payı fazlasıyla alacaktı. Yoksulluğun, tükenmişliğin ve çaresizliğin tavan yaptığı 60’lı yıllar, toplumsal yeni bir olgunun başlangıcıydı. Bu yıllarda köyden büyükşehirlere göç edenlerin sırtlarındaki umut, isyan ve hayalkırıklığı daha önce hiç duyulmayan bir müzik türünün doğmasına neden olacaktı. Göçle birlikte oluşan gecekondulaşma kültürünün dışavurumu olarak adlandırılan ‘arabesk’ müzik, yıllar geçtikçe kapalı tüm kapıları yıkacak ve zamanla sosyal bir olgu haline gelecekti. Muhammed Berdibek ‘Belki de Dilimden Bu Şarkı Düşmez’ kitabıyla arabesk müziğini hiç anlatılmayan yüzüne ışık tutuyor. Üstelik bu hikayeyi sosyal bir gözlük takarak anlatıyor. Yazar, hem arabesk şarkılara hem de onların hitap ettiği kesimi tarif ediyor.
‘Üç Babalar: Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur’dan ‘Tek başına dev ses: İbrahim Tatlıses’e kadar arabesk müziğinin önemli isimlerinin kariyer yolculukları, hiç bilinmeyen yönleriyle de bu kitaba konu oluyor. ‘Müzik ruhun gıdasıdır’ diyenlerin elinden düşüremeyeceği bu kitapla, unutulmaya yüz tutan bir kültür de yeniden satır aralarına yerleşiyor. Eğer yıllarca dillerimize pelesenk olan şarkıları hatırlatan kitaba dair son bir not düşmek lazım gelirse: Bu kitabı okudukça kulağınızda arabesk çınlayacak dilinizde hep ‘Hangimiz Sevmedik’, ‘Dil Yarası’, ‘Belki Dilimden Bu Şarkı Düşmez’ gibi parçalar olacak.
YENİ ÇIKANLAR

Paris’in arka sokaklarında gizemli aşk
Balzac’ın, ‘On Üçlerin Romanı’ üçlemesinin ilk bölümünü oluşturan bu kitapta, 1820’ler Paris’inin izbe arka sokaklarında yaşanan bir tesadüfün, beklenmedik sonuçlara yol açabileceği, gizem dolu bir aşk hikâyesi çerçevesinde anlatılıyor. Kitabın çevirisini gerçekleştiren Cemil Meriç, kendine has üslûbuyla bir yandan edebiyat ve düşünce dünyamıza katkıda bulunmaya devam ederken, zaman zaman da çevirdiği eserle ilgili açıklamalar da sunuyor.

Dylan’ın Nobel’den önceki yaşamı
Müzisyen, şarkı yazarı, ressam, heykeltıraş ve yazar! Dylan’a yıllar sonra Nobel Edebiyat Ödülü kazandıracak olan yazarlık yeteneği Kayıtlar’da pırıltılarını gösteriyor. Bu kitap 60’ları anlatıyor; yani Dylan’ın müzik kariyerinin başlarını. Minnesota yıllarını, albüm kaydı için New Orleans’ta geçirdiği dönemi, New York’a taşınmasını... Şehirleri ve insanları... Dylan’ı bu kadar büyük bir şarkı yazarı yapan ilham kaynaklarını: Woody Guthrie’yi, Bertolt Brecht ve Amerikan edebiyatını...
ÇOK SATANLAR TÜRKİYE

Sen On Yedi Yaşımsın
Miraç Çağrı Aktaş
Huzursuzluk
Zülfü Livaneli
Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens
Yuval Noah Harari
Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler
Elena Favilli, Francesca Cavallo
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig
Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali
Fesleğen
Hikmet Anıl Öztekin
* Türkiye’de çok satan kitaplar idefix, Remzi, Babil, kitapyurdu ve D&R listelerinden derlenmiştir.
İTALYA

Tre volte te
Federico Moccia
Tredici
Jay Asher
Dentro l’acqua
Paula Hawkins
Futuro anteriore
Amis Martin
Un disastro perfetto
Jamie McGuire
Stivali di gomma svedesi
Mankell Henning
Inferno
Dan Brown
* İtalya’da çok satan kitaplar ‘ibs.it’, ‘booksinitaly’ ve ‘mondadoristore’ listelerinden derlenmiştir.
