Büyükelçi krizinde başka boyutlar

Büyükelçiler geri adım mı atlılar?

Bir anlamda Osman Kavala’yı kurtaralım derken kötülük mü ettiler?

Bir başka anlamda ekonomide ciddi sarsıntı geçiren Tayyip Erdoğan’a bir kere daha “Batı’yı dize getiren adam” payesi mi kazandırdılar, “can suyu” mu verdiler?

Büyükelçiler, bu bildiri işini başkentlerine danışmadan yapmamışlarsa, büyükelçiler ve başkentleri böyle bir bildirinin bugüne kadar kişilik kodlarını yeterince tahlil etmiş olmaları beklenen Tayyip Erdoğan’ı nasıl öfkelendireceğini hesaba katmazlık etmemişlerse, bildiri sadece diyelim Kuzey’li ülkelerin Amerikan, Alman, Fransız büyükelçileri dahil diğerlerini gaza getirmesinden ibaret değilse ve şimdi büyükelçiler ve ülkeleri “Ulan, nasıl bir halt ettik” gibi dövünmüyorlarsa…

Erken sevinme” anlamına gelecek tavırlardan sakınmak gerekir.

Tamam, Batı’yı dize getirmek hoşumuza gidiyor, siyaseten de işe yarıyor ama, şimdi krizin ardından -ardından mı o da tartışılabilir- daha serinkanlı bir değerlendirme yapmaya ihtiyaç var.

-Bir kere yargı problemimiz var, bunu kabul edelim. Bu ülkeye, dış politikayı geçin, içerde, yargıya güvenin yerlerde sürünmesi noktasında çok ciddi bedel ödetiyor. Devlet adalette sınıfta kalıyorsa hangi alanda sınıfı geçebilir ki? Bu AİHM – MAHİM, zaman zaman taraflı hareket ediyor olsa da, bizim kararlarını anayasal zeminde bağlayıcı kabul ettiğimiz bir kurum, hadi onu ıskalayalım, çıkarcı bakalım, kimi zaman iktidar çevrelerinin bizzat adalet için başvurduğu bir kurum. Oradan geçin biz halen kendi Anayasa Mahkememizin kararlarını içimize sindiremiyoruz, hatta kimi iktidar ortaklarımız, AYM’yi ipe çekmeyi bile göze alabiliyor.

-Büyükelçilerin bildirisi rahatsız edici idi, hatta haysiyet kırıcıydı, bu açık. Böyle bir bildiri kabul edilemezdi, buna tepki kaçınılmazdı, bu da açık. Ama acaba tepkinin en tepeden ve “Dışişleri Bakanımıza talimat verdim, istenmeyen adam ilan edilsinler” gibi bir çıkışla sergilenmesi iyi hesaplanmış bir iş miydi? Yoksa tam da bildiriyi planlayanların beklediği bir tepki miydi?

-Ankara, Dışişleri kendi kendine samimi olarak sormalı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “istenmeyen adam” çıkışından sonra ne hissettiler? Mesela, Cumhurbaşkanı’nın bu tür çıkışlarının ardından mutlaka benzer, hatta daha sert çıkışlar yapmaya çalışan Dışişleri Bakanı Mevlit Çavuşoğlu, iki gün süreyle neden suskun kaldı? Neden Dışişleri, ve Beştepe’nin kimi kadroları “Bu iş ‘persona non grata’ noktasına evrilmesin” çabasına girişti? Bunu yaparken, böyle bir durumdan bildiriye imza atan ülkelerin zarar göreceğini mi düşündü, yoksa Türkiye’nin bedel ödeyeceğini mi? Hemen aynı sırada Dolar’ın tırmanmasını “tehlike”nin nereye doğru tırmanacağının göstergesi olarak okumadılar mı?

-Arayış besbelli ki şuydu: Erdoğan bir açıklama yaptı. Bu gerilimin en tepe noktasıdır. Şimdi Dışişlerinden “lafı dinleme görevi” beklenir, değilse gece yarısı kararnamesi ile değiştirilmek. Kaldı ki mesele “dış ilişkiler” olunca, “lafı dinlemek – dinlememek” de ikinci planda kalır, ülkeyi bir dar alandan çıkarmak söz konusudur. Rivayet o ki o arada Çavuşoğlu “Ben bu işi yapamam” demiş, Erdoğan da “Sen bilirsin” gibi cevap vermiş. Yani mesele Bakan’ın gitme noktasına gelmiş. Böyle olmuş mudur, sanmam. En azından Çavuşoğlu, böyle bir zeminde görev bırakmaz. Ama şu birkaç gün içinde nasıl bir darboğazda kaldığı anlaşılabilir.

-Burada bir başka soru şu: Acaba sayın Cumhurbaşkanı, mesela diplomasiyi kaygılandıran gelişmeleri hiç önemsememiş midir? “Nasıl olsa dize gelirler”, daha nazik ifadeyle “Geri adım atarlar” diye mi düşünmüştür? Onun da ABD Büyükelçiliğinin “geri adım mı değil mi?” pek anlaşılmayacak tweetini “olumlu” karşılamasına bakılırsa krizin sürmesinden yana olmadığı anlaşılıyor. Peki ama böyle bir yığın telafi mekanizması işletileceğine her şeyin daha makul zeminlerde gelişmesi sağlanamaz mıydı?

-Şimdi… Kavala işi, yani AİHM işi, yani Avrupa Konseyi işi…. orada öyle kalacak mı?

-26 Kasım’da Osman Kavala’nın duruşması var, 30 Kasım’da da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “Türkiye gündemli” toplantısı. İster misiniz Kavala’nın 4 yıldan beri süren tutukluluk hali sona ersin, tahliyesi 30 Kasım toplantısına yetişsin. Böylece, Avrupa Konseyi’nin önüne “İşte bağımsız yargı” diye bir buket sunulsun.

Bu tür durumlarda uygulamamız biraz Rahip Brunson ya da Deniz Yücel olaylarına benziyor. Önce tepkiyi veriyoruz, ardından telafi mekanizmasını devreye sokmayı tercih ediyoruz.

-Acaba yakında Roma’da gerçekleşecek Erdoğan – Biden görüşmesi süre, kalite itibariyle nasıl şekillenecek?

Batı ile ilişkilerin dozunu biz içimizde netleştiremedik, belli ki Batı da bizimle ilişkiyi netleştiremedi.

Benim “Labirentte iki asır” başlıklı taa 1970’lerde, Pınar dergisinde yayınlanmış, sonra “Sistem Sancısı” isimli kitabıma girmiş bir yazım var. Labirent’teki arayış devam ediyor.

YORUMLAR (94)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
94 Yorum