Oldu mu şimdi Orhan Baba!
MESAM’da Arif Sağ yönetimine bayrak açtığında, bir kurum içi demokrasi devriminin işaret fişeği sanıp selamlamıştım.
Hatta başka meslek birliklerindeki başkaldırıları da onun tetiklemesine mal etmiştim.
Telif haklarını koruyacak kurumlarda sert değişim rüzgarları esiyor diye, heyecana bile kapılmıştım.
Müzik dünyasında yerleşik sultalara karşı, demokratik yönetim ve iktidar değişimi talebiyle başlayan bu isyan dalgasının sancılı geçeceğini öngörmüştüm elbette.
Fakat ne yalan söyleyeyim, bu kadarını hiç tahmin etmemiştim.
MESAM’a kayyum atanmasıyla birlikte, bu iç iktidar mücadelesi bambaşka bir yöne saptı.
***
Kim derdi ki Kültür Bakanlığı, Orhan Gencebay ve ekibinden yana bu çekişmeye müdahale edecek, rakip takımı görevden alacak, yerlerine de karşı ekipten isimleri atayacak, üstelik genel kurula az bir zaman kala bunu yapacak, belirlenmiş seçim tarihini de erteleyecek...
Böylece Arif Sağ’la arkadaşlarının eline, usulsüz ve antidemokratik bir müdahaleyle ekarte edildiklerini söyleme fırsatı verecek...
Finalde, demokratik bir yarışla yenilgiye uğratılmaları şansı varken darbeyle alaşağı edildikleri, haksızca mağdur edildikleri propagandasına imkan tanıyacak....
Ve Orhan Baba manifesto gibi çıkışını unutacak, kayyum kararına karşı durmayacak, ‘yönetimin el değiştireceği yer sandıktır bizde, bakanlık ne karışır’ demeyecek...
Ekip arkadaşları kayyumluk görevini geri çevirmeyecek, o da sessiz kalarak onaylayacak, içine sindirip bunu kabul edecek...
Ben ummazdım...
Beklerdim ki bildirisinin arkasında dursun, bu iç hesaplaşmaya bakanlığın karıştırılmasına karşı çıksın.
Demek ki yanılmışım.
***
Orhan Baba ve ekibinin kendi deklarasyonlarından aldım, şu argümanlara bakın...
Çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa, çökmeye, çöreklenmeye, çeteleşmeye dur deme iddiasındaydılar.
‘Benim adamım’ kayırmacılığından, liyakatin yerini sadakatin almasından, kötü ve içe kapalı yönetimden yakınıyorlardı.
Ekipçilikten, hizipçilikten, mezhepçilikten, ayrımcılıktan şikayetçiydiler.
Koltuğa çökenin bir daha kalkmamak için her şirretliğe başvurmasından, kurumu aile şirketi gibi yönetmesinden, arpalığa çevirmesinden, ahbap çavuş ilişkilerinden, peşkeşçilikten bıktıklarını söylüyorlardı.
Sorunlar hakkında özgürce konuşturulmamaktan, despotluktan, eleştiri, hesap verme ve serbest tartışmadan kaçınılmasından...
Kısacası; sindirme ve yıldırma taktiklerinden, seçim hilelerinden, ayak oyunlarından, her türlü kutsalın iktidarda kalma hırsına alet edilmesinden, her değerin bu uğurda istismarından yaka silkiyorlardı.
Sanatçının sömürüldüğü düzene son verip sanatçının sırtından saltanat sürme çarkını kökten değiştirmek üzere yola çıkıyorlardı.
İktidardakilerin, nasıl seçildiklerini unuttuklarını, namuslarına emanet edilen kurumun araç ve imkanlarını muhaliflerine karşı tepe tepe kullandıklarını, yarışta haksız bir üstünlük sağladıklarını haykırıyorlardı.
Adil, dürüst, şeffaf, eşit şartlarda ve centilmence bir demokratik rekabetten söz ediyorlardı.
E peki oldu mu şimdi, bu tavırları o manifestoya uydu mu, vaat ve iddialarının altı doldu mu yani!