İstifanın üç devirdeki anlamları

ÖSYM yerleştirme sonuçlarındaki bir hata sebebiyle yapılan güncelleme sonunda binden fazla adayın ilan edilen yerleşmesi değişmiş, herhangi bir programa yerleşemeyen iki bine yakın aday bir programa yerleşmiş, daha önce bir programa yerleştiği ilan edilen bir o kadar aday da açıkta kalmış.

Bu, kasıtlı olmasa bile, affedilemez hata yüzünden ÖSYM’nin kurum olarak tartışılıp yıpratılmasını önlemek isteyen başkan Prof. Dr. Ömer Demir bir basın toplantısı yaparak istifasını açıkladı. Bir başarısızlığın yahut müsamaha edilemeyecek bir hatanın sorumluluğunu üstlenerek istifa eden devlet adamına, politikacıya ve bürokrata ülkemizde nâdir rastlandığı için sayın Demir’in kararı takdirle karşılandı. Karar’ın önceki gün attığı manşeti hatırlayınız? “Tebrikler!”

***

Haberi okuyunca Ahmet Rasim merhumun istifa hakkında hoş bir yazısını okuduğumu hatırladım ve kütüphanemdeki kitaplarımı tarayarak “Ma’nâ-yı İstifa” (İstifanın Anlamı) başlıklı yazısını buldum. Gülüp Ağladıklarım (1340/1924) isimli kitabında yer alan bu yazıda, üstad, Meşrutiyet’in âdeta “pardon”u haline gelen ve kundura çekici gibi ardarda işletilen “istifa”nın neredeyse anlamını yitirerek çırçıplak kaldığını yazıyor, istifa ederek tereyağından kıl çeker gibi işin içinden sıyrılıp sorumluluktan kurtulan yöneticileri iğneliyordu.

Sultan II. Abdülhamid devrinde de, istifa “küfran-ı nimet” sayılırmış. Encümen-i Teftiş ve Muayene üyeliğinden istifa ettiği için saraydan bir memurun kendisini “Sen ne yapmışsın? Çıldırdın mı? Sen nesin ki, padişahın bağışı olan görevi ayağınla tepiyorsun?” diye azarladığını, bu yüzden tam altı yıl işsiz kaldığını yazan Üstad diyor ki:

“O zamanda istifa tehlikeli bir vaziyet medlulünde iken bu zamanda tehlikeli bir vaziyetten atlamak yahut daha kuvvetli bir vaziyete intikal etmek, şahsına göre, bir muvaffakiyet-i siyasiye icadı ile etrafındakileri avutmak, en baid olarak da ‘Ben bu işin eri değilim!’ deyip cidden namuskârane mealini tazammun ediyor. Yani zamana göre istifa şekilden şekle giriyor.”

Ahmet Rasim’in demek istediği şu: İstibdat devrinde istifa etmek, nankörlük olarak anlaşıldığı için çok tehlikeliydi. Meşrutiyet devrinde ise ya tehlikeli durumlardan paçayı sıyırmak, ya göz dikilen daha önemli bir makama geçmek yahut bir siyasî başarı icat ederek etrafı avutmak, göz boyamak isteyenler istifa ederlerdi. “Ben bu işin eri değilim!” diyerek namusluca istifa edenler nâdirdi.

Cumhuriyet devrinin istifaları hakkında ne düşündüğünü maalesef bilmediğimiz Ahmet Rasim, Türkiye’nin son elli yılında yaşasaydı, sadece bazı parlamenterlerin parti değiştirirken hatırladıkları istifa kelimesinin lügatlerden adeta silindiği görerek hayretler içinde kalacak, belki de kitabının yeni baskısında, söz konusu yazının altına şöyle bir hâmiş koyacaktı: “Devr-i Cumhuriyet’te ise, hiç kimse hiçbir sebeple istifayı aklından bile geçirmiyor. İstifa ancak otoritenin zorlamasıyla mümkün. Öyle parti başkanları biliyorum ki, girdikleri bütün seçimleri kaybettikleri halde koltuklarına sımsıkı yapışmışlar. Hiç kimse onları yerlerinden kımıldatamıyor!”

Derkenar

EDA KARAYTUĞ’UN ‘MASUM AŞK’I

Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu’nda görev yapan Eda Karaytuğ’u Kaf Müzik tarafından yayımlanan “Gönülden” isimli albümünü dinledikten sonra özel bir dikkatle takip ediyorum. Kalan Müzik’ten yeni çıkan “Masum Aşk” isimli albümünü de büyük bir zevkle dinledim.

17-08/23/sablon-kurtarildi-1503512206.jpg

“Gönülden”i dinlerken Eda Karaytuğ’un farklı müzik türlerindeki icralarında aynı başarıyı gösterdiğini görünce hayret etmiştim. Mesela Kazancı Bedih’in meşhur “Tükendi Nakd-i Ömrüm” türküsünü Karaytuğ’dan dinleyin, siz de hayran olacaksınız.

“Masum Aşk”ta ise kültür coğrafyamızın sesleriyle yüreklerimizi titreten Karaytuğ, kanun virtüözü ve bestekar Göksel Baktagir’le çalışmış. Hasan Esen’in “Dilrüba” isimli fantezi tangosuyla başlayan bu albümde neler yok ki... Muzaffer İlkar ve Rüştü Şardağ’dan birer şarkı, Azeri mahnısı “Ala Gözlüm”, Çukurova uzunhavası “Bülbül Ne Gezersin Çukurova’da”, Neşet Ertaş’ın “Cahildim Dünyaya Kandım”ı, Ortadoğu, Bosna ve Endülüs’ten birer halk şarkısı... Bestesi ve güftesi Vasilis Tisitsannis’e Yunanca bir şarkı bile var. Ve Göksel Baktagir’in bestelediği “Ya Rab” diye başlayan Arapça bir münacaat…

Her biri sazında büyük bir usta olan sanatkârların eşlik ettiği Eda Karaytuğ, dinleyeni kalbinden yakalayan buğulu sesi, tavrı ve kusursuz icrasıyla ismini musiki tarihimize yazdırmaya aday bir icracı…

Sazıyla Karaytuğ’a eşlik ettiği gibi, albümün yönetmenliğini ve aranjörlüğünü de üstlenen Göksel Baktagir’i ayrıca tebrik ediyorum.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum