İptal kültürü: Dijital çağın engizisyonu
Son yıllarda, özellikle sosyal medya mecralarında sıkça karşılaştığımız bir kavram: “iptal kültürü”.
İngilizcede “Cancel/Callout Culture” olarak bilinen bu kavram, dilimize “İptal/Linç Kültürü” olarak çevriliyor.
Artık dilimize de giren “linç” kelimesi 18. asır Amerika’sında yaşamış yüzbaşı William Lynch’in soyadından geliyor. Bu adam, kanuni bir yetki ya da vazifesi olmadığı halde, kendince suçlu saydığı zencileri adamlarına yakalatıp işkenceyle öldürtürmüş.
Kendilerine durumdan vazife çıkaran bazı kalabalık grupların, yoldan çıkmış saydıkları kimseleri -kanuni bir yetkileri olmadığı halde- kafalarına göre “cezalandırmalarına” bu tarihi hadiseden hareketle “linç etmek” deniyor.
İptal kültürü bugün, sosyal medya üzerinden yürütülen bir “sosyal linç” alışkanlığını tanımlıyor.
Sosyal linç, toplumda infial oluşturan, tepkilere yol açan hadiselerden ya da fikirlerden sorumlu tutulan kimselerin topluca hakarete uğrayıp lanetlenmesi anlamına geliyor. İptal kültüründeki temel amaç, yaptığı yanlış nedeniyle iptal/yok edilmek istenen varlığı yalnızlaştırarak cezalandırmak.
Bazı insanların yaptıkları veya söyledikleri şeyler nedeniyle, toplum tarafından dışlanması, kınanması, işinden atılması, saldırıya uğraması veya sosyal hayattan tecrit edilmesi şeklinde tezahür eden bu olgu, üzerinde etraflıca düşünülmesi gereken önemli bir sosyal mesele.
Herkesin elindeki akıllı telefonla anında katılabildiği sanal linçler, gerçek linçler kadar dehşet verici neticeler doğurabiliyor.
İptal kültürü yeni bir kavram olsa da, aslında yeni bir fenomen değil. Tarih boyunca toplumlar, belirli davranışları veya inançları cezalandırmak, dışlamak veya susturmak için çeşitli yöntemler kullanmışlar.
Ancak internet ve sosyal medyanın yaygınlaşması, iptal kültürüne yeni bir boyut kazandırmış durumda.
Artık “suçlanan” bir kişi, bir anda milyonlarca insanın sanal yargılamasına tabi tutulabiliyor ve dijital linç girişimleri çok kısa sürede küresel çapta yayılabiliyor. Eskiden olsa mahalle, köy veya kasaba meydanlarında, sınırlı sayıda kişinin şahitliği ile cereyan edecek bir “yargılama”, artık saatler içinde tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirilebiliyor.
İptal kültürünün sosyal hayatımıza etkileri çok yönlü ve karmaşık. İşlenmiş suçların veya yapılmış haksızlıkların hesabının sorulması, adaletin sağlanması ve toplumsal vicdanın tatmini için yola çıkılsa da, orantısız cezalandırmalar, haksız ithamlar, mesnetsiz iddialar, kasıtlı çarpıtmalar ve asılsız dedikodularla insanların hayatlarının karartılması, hatta tamamen yok edilmesi gibi son derece tehlikeli neticeler de ortaya çıkabiliyor.
İptal kültürünün en önemli zararlarından biri, ifade özgürlüğünü kısıtlaması.
Özellikle genel geçer kanaatlere aykırı bir fikir serdetmek için bugün artık sosyal linçi göze almak gerekiyor.
İnsanlar, söyledikleri veya yaptıkları alışılmadık şeyler nedeniyle linç edilme korkusuyla, fikirlerini özgürce ifade etmekten, eleştirel düşünmekten ve hatta şaka yapmaktan bile çekinir hale geliyorlar.
Herkes mecburen bir oto sansür mekanizmasını devreye alıyor.
Fikir teatisi ve tartışma kültürü zehirleniyor. Farklı görüşlerin ifade edilebildiği, eleştirilerin yapılabildiği, hataların dile getirilebildiği ortamlar yok oluyor. Bu da toplumsal gelişmenin ve ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri haline geliyor.
İptal kültürünün bir diğer zararı, insanların geçmişte yaptıkları hatalardan ders alıp kendilerini düzeltme imkânını ortadan kaldırması.
Bir insan yıllar önce söylediği bir söz veya yaptığı bir hareket nedeniyle ömür boyu cezalandırılırsa, toplumda kabul görme ve yeni bir hayata başlama şansı kalmıyor.
Toplum, “affetmeyi” reddederek aslında hem kendine hem de “suçluya” kötülük etmiş oluyor.
Sadece bilinen ve genel kabul gören görüşleri papağan misali tekrar edip durmanın bizi götüreceği hiçbir yer yok!
İlerleme için, gelişme için yeni, aykırı hatta “yıkıcı” fikirlere ihtiyacımız var.
Patinaj yapmamak için insanımızı dijital engizisyondan koruyacak mekanizmalar geliştirmek zorundayız.