Nasıl bir devlet?
Aslında, devlet yetkililerinden sirayet eden bu tahakkümcü davranışın altında yatan zihniyeti konuşmak gerekiyor. Devleti temsil makamında olanlar, karşılarındaki vatandaşın “hazır ol” durumuna geçmesine alışkınlar. Vatandaş da, hayat tecrübesiyle bu beklenen davranışı sergilemekte kusur etmemesi gerektiğini öğrenmiştir.
Devleti toplumun varlık nedeni ve gayesi olarak gören “organik devlet” anlayışı, siyasi kültürümüzde her zaman güçlü bir tasavvur olmuştur. Bu tasavvur, “devlet baba” (Vater Staat) imgesiyle toplumun zihnine kazınmıştır. Buna mukabil, devleti, temel fonksiyonlarını icra etmek üzere, toplum tarafından oluşturulan bir mekanizma olarak kabul eden “liberal devlet” anlayışı ise bizim coğrafyada rağbet görmemiştir.
Ancak bir süredir, farklı bir devlet anlayışının yönetim tarzında etkili olduğunu görüyoruz: “rantiye devleti”. Orta Doğu siyaseti çalışmalarında, petrol zengini ülkeleri analiz etmede kullanılan bu kavram, Hüseyin Mahdavy, Hazem el-Beblawi ve Giacomo Luciani gibi sosyal bilimcilerin katkılarıyla gelişti.
Devletin halktan vergi toplamak zorunda kalmadığı rantiyeci yapılarda, devlet bir gözetici ve koruyucu konumuna geçiyor. Rantiye devleti, sahip olduğu zenginliği halkına cömertçe ama sadakat derecesine göre dağıtan bir “şefkat” odağıdır adeta. Beblawi’nin ifadesiyle, “sadakat ve bağlılığı menfaat karşılığında satın almak, köklü bir aşiret geleneğidir; şimdi bu gelenek halkına türlü iyilikler ve faydalar dağıtan bir refah devleti (état-providence) tarafından yaşatılmaktadır.”
Ancak rantiye devleti, kaynakların adalet esasına göre yeniden dağıtılmasını amaçlayan demokratik refah devletinden daha farklı bir model. Burada paylaşım kriteri, kişisel bir başarı ya da ihtiyaç değil.
Genellikle bu tür toplumlarda bireysel aidiyet gelişmemiştir. Toplum, menfaatlerden pay alma yarışındaki aşiretler ve cemaatler halinde örgütlenmiştir. Neticede, devletin organizatörü ve yöneticisi olduğu bir menfaat hiyerarşisi ortaya çıkmaktadır. Çemberin en ortasında bulunan siyasi güce doğru yaklaşıp, daha fazla etki ve menfaat elde etmenin yolu, liyakat değil, çoğu zaman abartılı ritüel ve gösterilerle ispatlanması beklenen bir sadakatten geçmektedir.
Rantiye devlet modeli beraberinde bir rantiye psikolojisini ortaya çıkarıyor; servetin çalışma veya risk içeren girişimler yoluyla değil, devlete sadakatten kaynaklandığını temel varsayım olarak kabul eden bir zihniyet ve davranış kodu üretiyor. Toplumu giderek tembelleştiren ve rahata alıştıran bu kolaycılık, doğal kaynak zengini ülkelerin aslında zengin ama ekonomik açıdan gelişmemiş olmalarının nedenidir. Dahası, vatandaşların, devletten performansa dair bir talebi de olmayacaktır. Ekonomi, hukuk ya da eğitim gibi alanlarda, devletin performans göstermesi değil, vatandaşın saygıda kusur etmemesi önemlidir.
Rantiye modelinin tam karşısında bulunan üretim ekonomileri ise, vergi veren halkın yönetime dahil olduğu ve hesap sorma konumuna sahip olduğu sistemlerdir. Zira “vergi” ile “temsil” arasında köklü bir ilişki vardır. Üretim ekonomilerinin temel niteliği, yüksek rekabet ortamına sahip olmasıdır. Bu nedenle, görevlendirmeler, aşiret ya da cemaat mensubiyeti, akrabalık ve sadakat derecesine göre değil, sadece liyakat ve hak etme esasına göre yapılmak zorundadır.
Özellikleri itibarıyla rantiye niteliğine sahip olmayan bir sistemin, rantiyeci yönetim anlayışıyla idare edilmesi, büyük siyasi ve ekonomik krizlere neden olmadan mümkün değildir. Zira sistemin kendisini sürdürülebilir hale getirilebilmesi, sürekli olarak rant üretimine bağlı olacaktır. Zengin doğal kaynaklara sahip olmayan bir ekonomide, hiçbir siyasi iktidar, geniş bir toplumsal sadakat için yeterli menfaat paylaşımını sürekli olarak üretemez.
Daha kalıcı olan çözüm, üretim ekonomisinin siyasi, ekonomik ve toplumsal gereklerinin yerine getirilmesidir. Başka bir deyişle, iktidar yegane mali kaynağının vergi olduğunu kabul eder, toplumun ekonomik zenginliği en üst kapasiteyle üreteceği bir zemini hazırlarsa ayakta durabilir. Çare, itaat ve sadakatin değil, başarının ödüllendirildiği, mensubiyetin değil, liyakat esasının geçerli olduğu bir demokratik hukuk düzeninin tesisinden geçiyor.