Bayram yazısı

Geçmişte gazetelerdeki köşe yazarları bayram günlerinde günün anlam ve önemine uygun letafette ve özellikle eski bayramları anlatan yazılar yazmayı adet edinmişlerdi. Bugün pek böyle yazılara rastlanmıyor. Eski bayramları anlatacak nesilden hiç kimse kalmadığı için belki de!

Bu eksikliği gidermek üzere (!) bendeniz de mingayrihaddin bayram günlerinde bayram yazıları yazmaya gayret ediyorum. Bu cümleden olmak üzere, bilhassa Ramazan Bayramı adlandırması üzerine birkaç yazı yazdım geçen yıllarda. Daha doğrusu, bu bayramın adlandırılmasına ilişkin bize mahsus bir tartışma üzerine... Şeker Bayramı diyenlerle Ramazan Bayramı diyenler arasındaki tartışmadan söz ediyorum…

Özet geçersek, aslında her iki adlandırma da bizim kültürümüzün ürünü. Çünkü bu bayramın orijinal adı Fıtr Bayramı olsa da farklı Müslüman toplumlarda oruç bayramı, büyük bayram, küçük bayram gibi değişik adlandırmalar da yok değil. Keza hem Ramazan Bayramı hem de Şeker Bayramı adlandırmaları Osmanlı döneminde başlıyor. Bu arada İslam’ı Türkler aracılığıyla öğrenen bazı toplumlarda da bu bayram için şeker veya tatlı bayramı deniyor ki bu da galiba önemsiz olmayan bir ayrıntı.

Zira, bazı hadis-i şerif rivayetlerine göre Ramazan orucunun sona erdiğinin ifadesi olarak sabahleyin, bayram namazından önce şeker veya hurma gibi tatlı bir yiyecekle “iftar edilmesi” sünnet veya müstehap kabul edildiği için bu itibarla bizde “şeker bayramı” adlandırmasının benimsendiği söylenir. Ancak bu adlandırmanın da daha ziyade İstanbul çevresinde kabul gördüğü ve son devirde çocuk lisanına mahsus hale geldiği anlaşılıyor. Bugünse daha ziyade “seküler kesimin” tercih ettiği bu adlandırmayı “muhafazakâr kesim” laubalilik olarak görüp eleştiriyor.

***

Allahtan, Kurban Bayramı konusunda, hiç değilse adlandırma bakımından bir ayrışma söz konusu değil toplumumuzda. Zaten, bazı Müslüman toplumlarda -bizdeki şeker bayramı gibi- keçi bayramı, koç bayramı gibi lokal adlandırmalar olsa bile İslam aleminin genelinde kurban bayramı adlandırması kabul görüyor. Hatta Yahudilerin kendilerine mahsus kurban ibadetlerinin adlandırması da “korban” şeklinde…

Arapça ve İbranice aynı dil ailesine mensup, akraba diller olduğundan İbraniler de kuzenleri Arapların dilindeki gibi “yakınlaşma” anlamındaki bu sözü kullanıyorlar kurban ibadeti için. Zaten kurban geleneği bizzat Kuran-ı Kerim’de aktarılan kıssada da Hz. İbrahim’e dayandırılıyor ki her iki dinin de dayandığı tevhid geleneği aynı zamanda Araplarla Yahudilerin soy bakımından da babası kabul edilen İbrahim Peygamber’den başlatılır.

Biliyorsunuz, Hz. İbrahim rüyasında oğlunu kurban etme emri alınca buna itiraz etmeyip derhal bu görevi yerine getirmeye girişir; Allah bu tereddütsüz itaatin karşılığı olarak oğlu yerine bir koç kesmesine izin verir. Bugünkü kurban ibadetinin başlangıç noktası işte budur. Ne var ki Yahudilerin -ve Hristiyanların- kutsal kitabı Eski Ahit’te kurban edilmek istenen oğlun İshak olduğu söylenir; Kuran-ı Kerim’de isim belirtilmez ancak Müslümanlar çoğunlukla söz konusu kişinin küçük oğul İsmail olduğunu düşünürler. Dolayısıyla bizim sanatımızda ve edebiyatımızda İsmail adı kurban kavramıyla veya yaratıcıya mutlak itaat anlayışıyla özdeş hale gelmişken Avrupa sanatında aynı sembol işlevini İshak adı üstlenmiştir. Nitekim, dikkat ederseniz, Müslümanlar arasında ismail adı İshak adından daha fazla kullanılır; Yahudi ve Hristiyanlarda ise İshak (Isaac) adına İsmail (Ishmael) adından daha fazla rastlanır.

***

Hem Yahudilerin hem de Müslümanların çok büyük önem vererek sürdürdükleri erkek çocuklarının sünnet edilmesi geleneği de her iki dinin mensuplarınca Hz İbrahim’in oğluyla başlatılır. Yine birine göre İshak, öbürüne göre İsmail… Kuran-ı Kerim’de bu konudan hiç bahis yoktur; Ahd-i Atik’deki ifadeler de farklı yorumlanmaya müsait olduğu için buradan net bir sonuç çıkarmak kolay değil.

Yahudilik içinde doğan Hıristiyanlıkta ise sünnet geleneği yok. Zira bu dinin gerçek kurucusu olan St. Paul muhtemelen dinin yayılmasını kolaylaştırmak için -başka bazı kurallarla beraber- sünneti zorunlu olmaktan çıkarmıştır. Ancak bugün ABD’deki bazı Evanjelik Protestan kiliseleri Eski Ahit ve Yahudi geleneğine harfiyyen uymak gerektiğine inandıkları için sünnet geleneğini de ihya etmiş bulunuyorlar. Ne var ki Mısır’daki Kıpti Hristiyanlar bu geleneği en başından bu yana hiç terk etmediler. Buna bakarak belki de sünnet geleneğinin aslında Mısır kökenli olduğu iddiasında isabet payı olduğunu düşünenler olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

***

Bütün bu anlatılanların bize öğreteceği şey ise herhalde isimlendirmelerin ve birtakım şekil esaslarının ötesinde dinî kuralların özünü ve amacını kavramaya gayret etmek gerektiği olmalı...

Hayırlı bayramlar.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum