Caz sizi çağırıyor eminim kalbinize iyi gelecek
İstanbul yedi tepesiyle, surlarıyla, mimari şaheserleri ve kültürel zenginliği ile muhteşem bir şehir. Ama bu şehrin bir başka özelliği ve güzelliği daha var; o da İstanbul Caz Festivali... Müzikle örülmüş başka bir hikaye bu, Caz Festivali her sene kalbinizi hayatın en müstesna anlarına götürür ve sizi bu şehre aşık eder.
İstanbul Caz Festivali, bu sene 10 Temmuz’da Nick Cave and The Bad Seeds’i konuk ediyor. Siyasetin hayatımızın ritmini değiştirdiği şu günlerde, herhalde bundan daha güzel bir haber olamazdı. Tam 14 yıl önce yine İstanbul’daydı Nick Cave. Ve şimdi yeniden bu şehri aydınlatmaya, acılarla örülmüş müziğini paylaşmaya geliyor.
***
Şimdiden Nick Cave’in müziği ile başka bir aleme yolculuğa hazırlanıyorum, yine gelecek ve her zaman olduğu gibi sözlerin üzerinde dans edecek. Hayatın ona hazırladığı acılarla yaşamayı başaran ve kendi gerçeklerinin peşinden giden Nick Cave diyor ki: “İnsanlar belki müziğimi sevebilirler fakat benim gibi olmak isteyeceklerini düşünmüyorum.”
Bilindiği gibi Nick Cave’in ilk grubu The Birthday Party, Avustralya’da anglo-sakson punk ruhu içinde doğdu. Yani başta eğitim ve aileye olmak üzere bütün kurumlara isyan edişin hikayesi bir bakıma punk ruhu... Ve bu ruh 80’lerde yerini daha yaratıcı sanatsal, ağırbaşlı, edebi, karmaşık, sofistike indie müziğe bırakır. Bu rüzgar tüm 80’ler ve 90’lı yılların başı boyunca etkisini devam ettirir.
İşte Nick Cave böyle bir ortamda Avustralya’da 70’lerin sonunda sahnede korku hikayeleri anlatarak ve kendini yerlere atarak yaptığı dikkat çekici gösterilerle adından bahsettirmeyi başardı. Ve tabii ki esas itibariyle Cave Birleşik Krallık yıllarında efsaneleşmiştir.
Dönemin müzikal eğilimlerinin içine doğan Nick Cave ve arkadaşları, zaman içinde evrilmeyi de birlikte yaşadılar.
Bu evrilmeye paralel olarak 1984’de The Birthday Party dağıldı ve aynı gruptaki elemanların çoğunluğunun da içinde olduğu Nick Cave And The Bad Seeds doğmuş oldu.
1997’te The Boatman’s Call albümü ile artık deneysel olanla bağını tümden kopararak geleneksel şarkı formunu kullanmaya başlar ve gelenekselle barışır. Ona göre asıl özgün olan, geleneksel form içinde kalarak söylemek istediğini söyleyebilmektir.
The Bad Seeds ile gerçekleştirdiği her albümde hikâyesinin yeni bir bölümünü tamamlayan Nick Cave, yeni bir evreye geçmek için önce içindeki hayaletleri gömmüş ve geride bıraktıklarıyla arasına duvar örmeyi başarmıştır.
“Let Love In” (1994), diğer tüm Nick Cave albümlerinden farklı bir özelliğe sahiptir. Bir kere bu albümün içinde “Red Right Hand” gibi bir başyapıt bulunmaktadır. Nick Cave bu albümde adeta bir cambaz gibi güzellikle çirkinliği, acımasızlıkla nezaketi mükemmel bir dengede buluşturarak müziğine yansıtmıştır.
Skeleton Tree albümü Nick Cave’in sanatsal kariyerinin zirvesi konumundadır adeta. Bu albümün yapım aşamasında Nick Cave, ikiz çocuklarından Dave’nin uçurumdan düşerek hayatını kaybetmesiyle birlikte hem bir trajediyi, hem de yeniden doğuşu yaşamıştır.
***
Skeleton Tree albümünü değerlendirirken belki de şunun altını özellikle çizmek gerekiyor; bu albüm Nick Cave’in yaşadığı çok zor acıların atlatılması açısından bir terapi özelliği taşımaktadır. Her ne kadar sözleri yaşanan elim olaydan önce yazılmış olsa da Cave’in sesi, yaşanan acılardan yansıyan trajedinin bir özeti gibidir adeta...Albümün giriş şarkısı Jesus Alone’deki şu nakarattaki ifadeleri duyduğunuzda kalbinizin yerinde olup olmadığını kontrol etme ihtiyacı hissedersiniz... “With my voice I am calling you.” Eminim bu şarkının sözlerinden bir bölümünü okumak kalbinize iyi gelecektir:
/Gökyüzünden düştün
Bir tarlaya çakıldın
Adur nehrinin yakınında
Yerden çiçekler fışkırıyor
Koyunlar fırlıyor annelerinin rahminden
Köprünün altındaki bir delikte
O iyileşiyor, kilden ve küçük dallardan maskeler yaptı
Sen damlayan ağaçların altında ağladın
Bir denizkızının boğazına hayalet şarkısı yerleşti
Sesimle seni çağırıyorum
Uyanan bir genç adamsın
Senin olmayan kanla örtülü
...............
Gözyaşı kanallarını hasat eden
Afrikalı bir doktorsun
Tanrıya inanıyorsun ama şimdi bu inanç nedeniyle özel bir muafiyete sahip değilsin
Ateşin başında oturan yaşlı bir adamsın
Denizin üzerinde yiten bir sissin
Yaratıcının aklındaki uzak bir anısın, görmüyor musun?
Sesimle seni çağırıyorum
Sesimle seni çağırıyorum/