İslam demokrasiye engel mi?
Tarihi süreç içinde İslam toplumlarının yaşadığı tecrübeye baktığımızda, ortaya çıkan fotoğrafın sanki bu tezi doğruladığı gibi yanıltıcı bir kanaat oluşabilir. Bu yüzden de demokrasi macerasının tarihsel serüvenini dikkate almadan İslam toplumlarına ilişkin genel yargılarda bulunmak hakkaniyetli bir yaklaşım olmayacağı gibi tarihi hakikatler anlamında da bir “doğru”ya tekabül etmeyecektir.
Biliyoruz ki demokrasi Antik Yunan’da icat edilmiş bir kavramdır. Zaman içinde toplumsal, siyasal ve düşünsel gelişmelerle birlikte demokrasinin niteliği de farklı değişimler göstermiştir.
Kısaca demokrasi, Yunanca demokratia sözcüğünden türemiş bir kavramdır. Antik Yunanlar, MÖ 500-300 yılları arasında polis olarak adlandırdıkları siyasal birimlerde uyguladıkları yönetim şekillerini demokratia olarak kavramsallaştırmışlardır, demokratia halkın doğrudan kendi kendini yönetmesini, yani “halkın egemenliğini” ifade etmektedir.
***
Ancak unutmayalım ki Antik Yunan’daki bu demokrasi modelinde kölelik sistemi de devam etmektedir. Canlı bir araç ve eşya gibi görülmekten başka pek fazla bir şey ifade etmeyen köleler insan kategorisinde dahi sayılmıyorlardı.
Ta ki Avrupa’da 16. yüzyılda feodal sistemden ulus-devlet modeline geçişle birlikte demokraside de yeni arayışlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ulus-devlet düzeyinde demokrasinin uygulanabilmesini mümkün kılan siyasal kurum, temsil mekanizmasını oluşturmuştur. Yani modern dönemde demokrasi varlığını ancak temsili demokrasi şeklinde sürdürebilmiştir. Huntington’a göre demokratik düşüncenin gelişimi Magna Carta, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi gibi gelişmeler neticesinde halkların genel ve eşit oy hakkına kavuşması, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceye bağlanmasıyla mümkün olmuştur. Ve bu aşamalardan sonra da “temsil” olgusuyla birlikte demokrasi yeni bir safhaya geçebilmiştir.
Tarihi tecrübenin ışığında söylemek gerekirse, Batı’da özgürlükler ve insan hakları alanındaki gelişmeler modern demokrasiye doğru evrilirken, Dört Halife dönemindeki pozitif örneklere rağmen, İslam toplumlarının istikameti zulüm ve baskının simgesi haline gelen despotik yönetimlere doğru olmuştur. Bugün bile İslam ülkeleri arasında tek demokrasi tecrübesi olan Türkiye’nin, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Mustafa Kemal ve “Milli Şef” İnönü’yü referans alma noktasına gelmiş olması ibret vericidir.
Peki, İslam toplumlarındaki demokratik başarısızlıkta İslam’ın bir rolü olabilir mi? Tabii ki hayır, çünkü İslam bir siyasi model önermemiştir. Yönetim modelinin meşrutiyet mi, krallık mı, sultanlık mı yoksa demokrasi mi olacağı konusundaki kararı tamamen beşeri iradeye bırakmıştır. Bu konuda Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Hoca’nın “Yüzleşme” kitabındaki şu tespit son derece önemlidir: “Din açısından önemli olan adalettir, adaletin gerçekleşmesidir. Önemli olan haktır, hakikattir, doğrunun egemen olmasıdır, zulmün haksızlığın olmamasıdır. Bunu kim sağlıyorsa İslam onu alkışlar, kim yapmıyorsa onun da karşısında olur. Böyle olduğu içindir ki Afrika’da yerel kültüre göre yönetilen kabile de şu veya bu şekilde yönetilen modern toplumlar da İslam’ın hitap halkasındadır.”
Ama bütün bu doğrular, halihazırda İslam toplumlarındaki demokrasi azlığını, hukuksuzluğu, hak ve hürriyetlerin, özgürlüklerin yokluğunu izaha yetmiyor.
***
Galiba günümüz İslam toplumlarındaki demokrasi mahrumiyetinin esas sebebi, İslam düşüncesinin modern zamanlarda kendisini yenileyememiş olmasıdır. Şu muhakkak ki geleneksel dini kültürün tarihsel hafızasını aynen koruyarak Batılı anlamda bir demokrasiyi inşa etmek ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak mümkün değildir. Çünkü “nevi şahsına münhasır” bir demokrasi olamaz.
Demokrasi özünde farklılıkların uzlaşma zeminidir. Dolayısıyla İslam, “tek tipçi’ ve dayatmacı” bir anlayışa karşı çıkar. Farklı dinlere, dillere mensup kabilelerin, milletlerin mensubiyetlerini yok saymadan sosyal barış ortamı içinde uzlaşarak birlikte yaşamalarını ister. El-Maide suresindeki “Şayet Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı” ifadesinin hikmeti de bu olsa gerek... Dolayısıyla İslam, bir uzlaşı modeli olan demokrasiye engel değildir. Hz Peygamber’in Hicret’in akabinde çeşitli dini grup ve kabileler arasında gerçekleştirdiği “Medine Sözleşmesi” bu konuda çok önemli bir örnektir.