Önemli olan sistemin adı değil adaletin tecellisi
Son yıllarda o kadar çok sistem tartışması yaptık ki, doğrusu hepimiz yorgun düştük. Kuşkusuz tartışmanın bir zararı yok. Eğer yeni bir yönetim modeli oluşturacaksak, bütün ayrıntılarıyla tartışmalıyız ki en doğru modeli bulabilelim. Her zaman mükemmele ulaşamayabiliriz belki ama en azından makul olanı inşa edebiliriz. Dolayısıyla bütün zorluklarına rağmen tartışmak güzeldir.
Biliyoruz ki demokratik anlamda dünyadaki mevcut yönetim modelleri içinde ön plana çıkan iki sistem var; parlamenter sistem ve başkanlık sistemi...
Demokrasi literatüründe şu ana kadar ortaya çıkmış modern anlamda başka model yok. Dolayısıyla modern toplumların hafızası da bu iki modele göre işliyor. Doğal olarak eleştiriler de, tartışmalar da bu iki hat üzerinde cereyan ediyor.
Ama şu bir gerçek ki, demokrasi literatürüne göre başkanlık ya da parlamenter model olarak tanımlanmaları, bu sistemlerin uygulamada mutlaka demokratik sonuçlar üreteceğini garanti etmiyor.
Mesela şu anda Avrupa Birliği içinde yer alan ve parlamenter sistemle yönetilen Macaristan örneği... Bu ülkede halkın oyuyla iktidara gelen Başbakan Victor Orban “popülist otoriter” bir lider ve demokratik değerleri de pek umursamıyor.
***
Ama demokrasiyle yönetilen bir ülke ve de adı parlamenter sistem... Yani adının demokrasi olması, hukukun üstünlüğüne riayet eden bir ülke olmasını temin etmiyor. Aynı şekilde Amerika örneği dışındaki başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerde de benzer örnekleri görmek mümkün.
Bu örneklerden çıkarak söylemek gerekirse, sistemleri mutlak doğrular olarak tanımlamanın her zaman doğru sonuçlar üretmediğini de görmek gerekiyor.
Açıkçası seçtiğimiz modelin uygulamasında adalet tecelli etmiyorsa, adının başkanlık ya da parlamenter sistem olmasının ne önemi var ki... Önemli olan herkesin hak ve hürriyetlerini teminat altına alacak bağımsız ve tarafsız bir hukuk sisteminin inşa edilebilmesidir.
Biliyorum demokratik literatür açısından belki bir karşılığı olmayacak ama, peki düşünsel planda bile olsa başka bir model tartışamaz mıyız?
Farzedelim adı krallık, sultanlık, padişahlık ya da daha absürt bir ad da olabilir... Ama o yönetim, uygulamada hukukun üstünlüğüne dayalı öyle bir model oluşturur ki, belki de kimse neden başkanlık ya da parlamenter sistem değil diye sorma gereği bile duymaz.
Adı her ne olursa olsun eğer kurduğumuz sistem özgürce konuşmayı ve tartışmayı temin ediyorsa, daha da önemlisi devleti yönetenleri denetleyecek mekanizmalar oluşturulabilmişse sistemden beklenen esas amaç hasıl olmuş demektir. Bu konuda İslam’ın ilk yıllarında özellikle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminin altını çizmek istiyorum.
***
Daha önceki yazılarımdan birinde verdiğim bir örneği tekrarlamak istiyorum. Hz. Ömer bir gün minberde konuşurken “Ey insanlar dinleyin dediğinde Selman ayağa kalktı ve ‘Seni dinlemeyiz, bize bir elbise dağıttın kendin iki parça giyiyorsun’ diyerek itiraz etti. Halife ‘Acele karar verme ey Abdullah’ dedikten sonra oğlu Abdullah’a seslendi: ‘Ey Abdullah Allah için söyle, altına giydiğim izar senin hakkın olan değil midir?’ Oğlu, ‘evet’ deyince Hz. Selman tekrar konuştu: Şimdi söyle dinliyoruz.”
O günün şartlarında Hz. Ömer’in bile doğrudan denetlendiği bu sistemin adı, ne parlamenter ne de başkanlık... Ama insanların özgürce konuşmalarını sınırlayan, onları susturan bir sistem asla değil. Yani hem yönetenleri denetleyen hem de herkesin hak ve hürriyetlerini koruyan bir sistem...
Elbette bu örnekleri verirken her şeyi bir tarafa bırakalım ve yeni bir model arayışına girelim gibi absürt bir çaba içinde değilim. Bunu sadece seçtiğimiz modelin olmazsa olmaz şartının adaletin tesis edilmesi gerektiğine vurgu yapmak için söylüyorum. Kaldı ki insanlığın yüzyıllardır yaşadığı deneyimler ve mücadeleler sonucunda bulduğu en makul yönetim modeli olan demokrasi dışında bir arayışa girmek manasız bir iş olur.