Doç. Dr. Niyazi Beki yazdı: Kur’an’da insan psikolojisi dikkate alınmıyor mu?

Doç. Dr. Niyazi Beki yazdı: Kur’an’da insan psikolojisi dikkate alınmıyor mu?

Ayette yer alan ve “nankör” olarak ön plana çıkarılan “kefur” kelimesinin asıl manası “şiddetli kâfir, dehşetli inkârcı”dır.

SORU: Allah, Hac-66’ıncı ayette, “Sizi dirilten, sonra öldüren, sonra yine diriltecek olan O’dur. İnsan kesinlikle çok nankördür” diyor.  Oysa tüm insanlara nankörlük duygusu verildiyse ve zaten daha baştan nankörsünüz denirse, psikolojik olarak insan ”Nankörmüşüm. Bunu beni yaratan söylüyor o zaman bunu engellemem elimde değil” diye düşünmez mi? Allah, yarattığı insanın psikolojisinin farkında değil mi?

CEVAP: Bazı alimlere göre, burada “nankör insan” ifadesi, Esved b. Abdulesed, Ebu cehil, As b. Vail ve Ubey b. Halef gibi belli bazı kâfirler hakkındadır. Başta İbn Abbas olarak,diğer bazılarına göre, buradaki “nankör insan” ifadesi, genel olarak bütün nankör kâfirler hakkındadır. Bununla beraber, bir insan çocuklarına yaptığı iyilikleri anlattıktan sonra, onları nankörlükten uzak tutmak ve yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmelerini öğretmek için “Çocuklar babalarına karşı nankördür” demiş olsa, bu güzel bir eğitim metodu olarak kabul edilir. Çünkü, insanlara iyi şeyleri iyi; kötü şeyleri de kötü olarak öğretmekten daha güzel bir talim metodu olamaz.

Bu gün bütün dünyada geçerli olan eğitim sistemlerinde, “iyiliklerin teşviki yanında kötülüklerden de sakındırma” adına hem iyi hem kötü vasıflardan bahsedilir. Şairin dediği gibi, “kötülüğü öğreniyorum ki ondan uzak durayım/Çünkü kötü ile iyilik farkını bilmeyen, iyilik adına kötülük yapabilir” “Kaş yaparken göz çıkarmak” sözü de bu manaya işaret eder.

Daha önce ifade edildiği gibi,  bu ve benzeri ayetlerde -meal olarak-yer alan “nankör insan” ve benzeri ifadeler genellikle inkârcı, ateist, kâfirler hakkındadır. “İnsan” kelimesinin başında yer alan “el” takısı, ismin belirlilik halini ifade der. Bu gibi ayetlerde bu “belirlilik” vasfı, zikredilen” kötü” özelliğin özüne uygun olan şahıslara bakar. Yani burada “el-İnsan” kavramı bütün insanlara değil, “nankör insanlar” a bakar. Nankör insanlar ise, küfür ve inkâr ile imandan uzaklaştıkları için Allah’ın nimetlerini de inkâr ederek nankörlük eden kimselerdir.

Ayette yer alan ve “nankör” olarak ön plana çıkarılan “kefur” kelimesinin asıl manası “şiddetli kâfir, dehşetli inkârcı”dır. Dolayısıyla mesele tamamen nankör, ahlaksız, edepsiz kâfirlerle alakalıdır. İnkârcılık vasfı, insanlık vasfını ortadan kaldıracak niteliktedir. onun için ayette özellikle “insan” kavramı kullanılmış ki, bu tür nankörlerin “insanlık” adını lekelendirdiğini çağrıştırsın diye…

Mucizeye şahit olmayanlar peygamberin gerçek olduğuna nasıl inanacak?

SORU: Ben bir ateiste, ‘’Bütün peygamberlerin bir mucizesi vardır. Eğer mucizeleri olmasaydı hiç kimse onlara inanmazdı’’ dedim oda bana, ‘’O mucizelerin gerçekten yaşandığına ancak görenler emin olabilir. Sonraki kuşaklar ve biz görmedik.  Bu nedenle onun gerçek mi yoksa sahte peygamber mi olduğunu hiç bir şekilde bilemeyiz’’ dedi. Benim düşüncem mi doğru yoksa ateistin dediği mi doğrudur?

CEVAP: Sizin dediğiniz doğrudur. Herhangi bir peygamber ortaya çıktığında, mutlaka insanları ikna edecek bir “ilahî elçilik” belgesi diyebileceğimiz bir veya bir kaç mucize göstermiştir. O devirdeki insanların bazıları da bu mucizelere dayanarak iman etmişlerdir. Tarih kaynaklarından bazı olayları gördüğümüzde -asıl olaya şahit olmadığımız halde inanıyoruz. Çünkü, herkes her olayı görme şansına sahip değildir. Bu gün, fizik, kimya, astronomi, tıp ve benzeri ilimlerde geçerli olan kanunların, bilimsel verilerini kaç kişi görmüştür? Bırakın bizim gibi halk kesimini; bizzat o konularda yapılan deney ve tespitleri uzman olanların bire binde biri bizzat görmemiştir. Ancak her şeyi gözle görmek şart değildir. Akıl gözü de önemli bir test penceresidir. Biz o bilim uzmanlarının tespitlerini gözümüzle değil, aklımızla kabul ediyoruz.

İşte bunun gibi, peygamberlerin mucizelerini de gözle görmesek de, tarih kaynaklarından öğrenebiliyoruz. Tarihte, meydana gelen olayların en meşhurları, insanların dikkatlerini en fazla çekenleri şüphesiz “Allah’tan vahiy aldığını” söyleyen peygamberlerin ortaya çıkmaları hadisesidir. Biz hayatta görmediğimiz Sümer kralının, Babil kralının varlığına inanıyorsak, Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın varlığına da aklen inanmak zorundayız.  Sonuç olarak, peygamberlerin mucizelerini görmesek de, işitmişiz. Nesilden nesile intikal ettiği için, -detaylarda olmasa da- aslı itibariyle şüphesiz olarak akla görünmektedir. Ateist de haklıdır: Çünkü, materyalistler için önemli olan akıl değil, gözdür. Gözle görmediklerine inanmıyorlar. Oysa akıllarına da görmüyorlar, ama onu inkâr etmiyorlar.. Bununla beraber şu da bir gerçektir ki, bu gün bir insanı daha önceki peygamberlere iman etmeye davet ettiğimiz zaman, elimizde somut bir delil yoktur. Çünkü, o peygamberlerin mucizeleri hissi idi/duyu organlarına hitap ediyordu. Bu gün aynı olayları canlandırmak mümkün olmadığına göre, mucizeye dayalı bir imanın tahakkuk etmesi de imkânsızıdır. Örneğin; birine desek, Hz. Musa, elindeki asayı yer atıyor ve onu bir yılan suretine çeviriyordu. Hz. İsa, ölüleri diriltiyordu. Karşı taraf, “bunları görmediğini, görmeden inanmayacağını” söylediğinde yapılacak fazla bir şey yok demektir.

Bu sebepledir ki, en son peygamber Hz. Muhammed’in hissi mucizeleri yanında, en büyük mucizesi olan Kur’an aklî bir mucize olarak ortaya konulmuştur. Akıl göz gibi değildir. Zaman ve mekan üstü kavrama kabiliyeti vardır. Ve Kur’an da tam aklın bu kabiliyetine göre zaman ve mekân üstü, evrensel bir vahiy örneği olarak ortadadır. Örneğin, bir kimse 15 asır sonra da olsa bu gün Hz. Muhammed’in peygamberliğini araştırsa, 15 asır öncesine gitmesine gerek yoktur. Hemen elimizdeki Kur’an’a bakar, onun insan üstü konumunu anlayabilir ve iman edebilir.

Aşağıdaki hadis-i şerifte peygamber efendimiz, Kur’an’ın bu aklî mucize olduğuna işaret etmiş ve bunun hikmetini açıklamıştır: “Allah’ın gönderdiği peygamberlerden her birine mutlaka insanların onun gibi bir şeyi görmekle imana geldiği bir mucize vermiştir. Ancak bana verilen mucize ise onlardan farklı olarak Allah’ın bana gönderdiği bir vahiydir/Kur’an’dır. Bu yüzden kıyamet günü, onların hepsinden daha fazla tabileri (uyanları) bulunan bir peygamber olacağımı ümit ediyorum.” (Buharî, İtisam, 1).

Haklı bir ümit; çünkü her zaman geçerli tek mucize Kur’an’dır.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN