Görüşler

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek yazdı: Türk dış politikası çalışmalarının krizi

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek yazdı: Türk dış politikası çalışmalarının krizi

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, Türk Dış Politikası çalışmalarında Uluslararası İlişkiler disiplini öğrencilerini bekleyen zorlukları kaleme aldı.

DOÇ. DR. BURAK BİLGEHAN ÖZPEK

Son yıllarda Türk dış politikasını kavramsallaştırmak oldukça meşakkatli bir mesele olmaya başladı. Bu sıkıntı elbette ki, televizyon ekranlarında sıkça gördüğümüz, herhangi bir dış politika gündemini bir çırpıda yorumlamayı başaran ve kendi fantezi dünyasını ulusal çıkar olarak pazarlamaya teşne aydınımsıların sorunu değil. Mevcut durumun karmaşıklığından muzdarip olan Uluslararası ilişkiler disiplininin öğrencilerinden bahsediyorum. Onların açıklamaya çalıştıkları ülke, Soğuk Savaş döneminin konforlu tekdüzeliğini ve 1990’lı yılların kolaylıkla tanımlanabilen ve sınıflandırılabilen olgularını terk etmiş görünüyor. Bir yandan, Türkiye’nin maruz kaldığı ve muhatap olduğu uluslararası alanın hızlı bir dönüşüm geçirdiğini diğer yandan da ülke içindeki aktörlerin ulusal güvenlik tanımlamalarını da içeren siyasal pozisyonlarının ve bu doğrultuda birbirleriyle kurdukları istikrarsız ittifak ilişkilerinin baş döndürücü bir hızla değiştiğini gözlemliyoruz. Bu durumun yarattığı kavramsallaştırma problemi kendisini iki alanda gösteriyor.

Birincisi, Türk dış politikasının dönemsel tasnifini yapmak gittikçe zorlaşıyor. Mesela, Soğuk Savaş’ın devam ettiği yıllara özgü bir dış politika davranışını kavramsallaştırmak ve özetlemek mümkündür. Ya da, bu dönem içerisinde yaşanan Küba füze krizi, Kıbrıs çıkartması veya SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi gibi kırılma noktalarını hesaba katarak, Soğuk Savaş periyodunu kendi içinde sınıflandırmak işimizi kolaylaştırabilir. Her bir dönem için, Türk dış politikasına dair bir davranış kalıbı tespit edebiliriz. Üstelik, dış politika kararlarını belirli bir paradigma içinde tutan Milli Güvenlik Kurulu gibi yapıların varlığı bizlere konforlu bir analiz alanı sunar.

Türk dış politikasını kavramsallaştırırken karşılaştığımız sorunlardan biri güvenlik tehdidi olarak tanımlanan aktörlerin tutarlı şekilde muhafaza edilememesi.

Benzer şekilde, Türk dış politikası çalışan akademisyenler, 1990’lı yılları, içinde taşıdığı bütün alt üst oluşlara rağmen, kavramsallaştırmayı başarmışlardır. Türkiye’nin iç politikası kuşku kabul etmeyecek bir şekilde renklenmiştir ve bu durum disiplin öğrencileri için önemli bir meydan okuma yaratmıştır. Öte yandan, uluslararası sistemin yapısı değişmiş, çift kutuplu yapı çökmüştür. Ortaya çıkan tek kutuplu sistem sayesinde devletler, dış politika alanında daha fazla tehdit ve fırsat ile muhatap olmaya başlamışlardır. Dolayısıyla, iç politika gelişmeleri ile dış politika alanı birbiriyle etkileşime geçmiştir ve birbirlerinden bağımsız alanlar olarak gelişmemiştir. Buna rağmen, Türk dış politikası çalışanlar, gerçeği keşfetmek için mistik bir yolculuğa çıkmak zorunda kalmamışlardır. MGK tarafından tanımlanan iç tehditlerin net bir şekilde ortaya konulması onları rahatlatmıştır mesela. İrtica ve Kürt ayrılıkçılığı olarak tanımlanan bu tehditler, Türk dış politikası için bizlere önemli ipuçları vermektedir. Bu sayede, 1990’lı yıllarda Türkiye’nin Ortadoğu’da İsrail ile kurduğu ilişkilerin doğasını anlayabilir ve Irak, Suriye ve İran gibi komşu ülkelere yönelik politikasını açıklayabiliriz.

DÖNEMSEL TASNİF ZORLAŞTI

Öte yandan, Soğuk Savaş sonrasında yaşanan adaptasyon sorununa rağmen, Türkiye batı oryantasyonunu kaybetmemiştir. Bu yüzden, yaşadığı çalkantılarına rağmen Avrupa Birliği üyelik sürecinin neden devam ettiğini bilebiliriz ve bu ilişkilerin demokratikleşme ve insan hakları gündemlerinden hem etkilendiğini hem de bu gündemleri etkilediği sonucuna ulaşabiliriz. Günün sonunda, bizlere, Soğuk Savaş sonrası dönemi kavramsallaştırma yeteneğini bahşeden güç, dış politika amaçlarının ve güvenlik kaygılarının tutarlı bir şekilde tanımlanmış olmasıdır. Mamafih, geldiğimiz noktada, Türk dış politikası çalışan akademisyenler için benzer bir tasnifi yapmak artık çok zordur. Zira, dönemsel analiz yapabilmek için ihtiyacımız olan tutarlılık ve netlik yerini baş döndürücü bir hızla değişen gündemlere bırakmıştır. Bu değişim, dış politika amaçlarından ve tehdit/çıkar tanımlamalarından bağımsız değildir. Daha öncede bahsedildiği gibi, savrulma olarak da nitelendirebileceğimiz bu hızlı değişimler, hem Arap Baharı, Rus yayılmacılığı ve Avrupa’da yükselen aşırı sağ akımlar gibi dış politika alanını ilgilendiren radikal değişimler ile hem de iç politikada yaşanan siyasal çalkantılar ve dış politika alanını algılama biçimi ile alakalıdır. Ve dönemsel bir tasnif yapmayı zorlaştırmaktadır.

Türk dış politikasını kavramsallaştırırken karşılaştığımız ikinci sorun ise, güvenlik tehdidi olarak tanımlanan aktörlerin ve konuların tutarlı bir şekilde muhafaza edilememesidir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin dış politikasını etkileyen konuların tarihselliğini kaybetmiş olması ve bu yüzden, mevcut konuların gelecekte de var olma ihtimalinin ortadan kalkmasıdır. Bu durumu, iki şekilde açıklamak mümkündür. Belirli bir güvenlik gündeminin aniden ortaya çıkması veya ortadan kaybolması, karar verici kurumların inisiyatifi dışında değerlendirilebilir. Hatta, yaşanan dönüşümler, koşulların getirdiği gündemlere uyum sağlama çabası olarak da görülebilir ve takdir edilesi bir hal alabilir. Bu açıdan bakan birisine göre, karar vericiler, ulusal çıkar tanımlamalarını sabit tutarak dinamik gündemlere direnmekle hiçbir şey kazanamazlar. Dolayısıyla, tehdidin ve çıkarın tarihselliğe sahip olmak gibi bir zorunluluğu yoktur.

Öte yandan, kısa zamanda değişen çıkar ve tehdit tanımlamalarının, Türkiye’nin diğer devletler ve devlet dışı aktörlerle olan ilişkisini dengesiz bir zemine oturttuğunu iddia edenler de olacaktır. Onlara göre, bir ülkenin dış politikada karşılaştığı ekosistem karşısında takındığı tutum sadece edilgen olma zorunluluğuyla açıklanamaz. Zira, çevreye uyum sağlama çabası aynı zamanda çevrenin yapısını da değiştirir. Yani, yapı ile birim arasında hiyerarşik bir ilişkiden ziyade birbirini karşılıklı olarak etkileyen bir ilişki modeli vardır. Diğer bir ifadeyle, değişen dış alan Türkiye’nin yaptığı tercihleri etkilediği kadar, Türkiye’nin değişen tercihleri de dış alanı etkilemektedir. Dolayısıyla, Türkiye yaptığı tehdit ve çıkar tanımlamalarını çevresel bir dayatmanın sonucu olarak değil, bambaşka bir ihtiyaçtan, kendi içinde yaşadığı kopuş ve kutuplaşmalardan, dolayı formüle etmektedir. Bu ise, Türkiye’nin karşısına devamlı olarak sorunlar üreten bir dış alan getirmekten başka bir işe yaramamaktır.

MAVİ MARMARA, AB...

Türk dış politikasının son 15 senesini analiz eden bir uluslararası ilişkiler disiplini öğrencisi, bahsi geçen sorunlar ile ziyadesiyle boğuşmaktadır. Ve yaşanan son 15 seneyi, bütüncül bir dönem şeklinde analiz etmesi neredeyse imkansızdır. Öte yandan, her hangi bir dış politika meselesinin de, ve bu meseleyle ilişkili olan aktörlere karşı sergilenen tutumun da, baş döndürücü bir hızla dönüşümüne şahitlik edecektir. Mesela, Avrupa Birliği ile kurulan ilişkinin sivil-asker ilişkilerinin doğasını değiştirdiğini ve bu sayede Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarını konsolide edebildiğini görecek fakat 2013 senesinden sonra Türkiye ile Avrupa Birliği arasında özcü bir karşıtlık zemininde ilerleyen tartışmanın başladığına da şahit olacaktır. Benzer şekilde, İsrail-Türkiye ilişkilerinin, Mavi Marmara baskını sonrası aniden bozulduğunu ve geri dönmeyi zorlaştıran keskin söylemlerle bu bozulmanın gündemde tutulduğunu okuyacak ancak 2016 senesine gelindiğinde iki ülkenin sessiz sedasız barıştıklarını öğrenecek ve aradan geçen zaman zarfında iki ülkenin neden zıtlaşmayı seçtiklerini anlamaya çalışacaktır. Yine aynı öğrenci, 2015 Şubat’ında yapılan Şah Fırat operasyonu sırasında işbirliği yapılan aktörün neden aynı yılın yaz aylarında ulusal güvenliği tehdit eden bir aktör olarak tanımlandığı üzerine kafa yoracaktır.

Türk dış politikasının son 15 yılını analiz eden bir uluslararası ilişkiler disiplini öğrencisinin bu dönemi bütüncül bir şekilde analiz etmesi neredeyse imkansız.

Türk dış politikası çalışmaları, zor bir dönemden geçmektedir. Bahsedilen sıkıntıları aşmak için yapılan analizler ise disiplin öğrencilerini iç politika aktörlerinin yaptığı politik manevraların mantığına vâkıf olmaya itmektedir. Yani, anlamaya çalışmak oldukça yoruma ve tartışmaya açık bir denizin sularına bizleri çağırmaktadır. Bu durum ise, Türk dış politikası çalışan akademisyenler için ideolojik angajmanlarla özdeşleştirilmek ve tabiri caizse yaftalanmak riskini beraberinde getirmektedir. Bir akademisyen için, tanık olduğu gerçeği kavramsallaştırmak ile akademik itibarını korumak arasında seçim yapmak zorunda olmak ise yukarıda bahsettiğim zorlukları perçinlemektedir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir