Görüşler

Eurovision asla Eurovision değildir!

Eurovision asla Eurovision değildir!

‘Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?’ kitabının yazarı M. Bahadırhan Dinçaslan, Türkiye’nin Eurovision’a katılımıyla ilgili tartışmalar ışığında konuyu farklı bir açıdan değerlendiriyor.

Olimpiyat oyunları, şehir devletleri halinde bölünerek organize olmuş Helen coğrafyası için yalnızca bir spor etkinliğinden ibaret değildi. Olimpiyat zamanları bütün savaşlar kesilir, cezaların infazı durdurulur, sporculara en yüksek derecede yol güvenliği ve koruma sağlanırdı. Aralarında savaş, rekabet ve entrika eksik olmayan şehir devletleri, Olimpiyatlarda temsilcileri ve sporcularıyla bir araya gelir, müsabakalarda rekabet ederlerdi. Birbirleriyle çekiştikleri kadar ticaret açısından birbirlerine bağımlı olan bu şehir devletleri için spor sahasında kurulacak üstünlük, savaş alanındaki üstünlükten daha önemliydi: Savaş masrafı ve kaybına girmeden, kurulmak istenen hegemonya spor müsabakalarında kurulur, bir nevi antik bir kamu diplomasisi ve yumuşak güç savaşı yaşanırdı.

Yerli ve milli olup kendimize bakalım. Avşar Türkmenlerinin tarihini her okuduğumda ilginç sahnelerle karşılaşıyorum. Bunlardan biri, komşu bir aşiretle savaşa tutuşacakları esnada iki ozanın orduların önünde çıkıp atışması sahnesi. Avşar ozanı Dadaloğlu, bu atışmada öyle güçlü bir koçaklama söylüyor ki hem karşısındaki ozan kaybettiğini kabul ediyor hem de ordu savaşmadan çekiliyor. Bir sazla savaş kazanıldığı zamanlar çok uzak değil, 150 yıl öncesinde kalmış. İnsanoğlu, Türkler de dahil olmak üzere, çok eski çağlardan beri rakipleri ve komşularıyla çatışma ve çekişmelerini savaş meydanının yanında başka mecralarda da çözebiliyor, hatta bunları tercih ediyor.

YUMUŞAK GÜÇ UNSURU

Müzik özellikle önemli bir yumuşak güç aracı, Karar’da iki bölüm yayımlanan Ataların Çağrısı yazımda irdelemiştim. 61 yıllık geçmişiyle Eurovision, günümüzde Olimpiyatların işleviyle, Avşar ozanı Dadaloğlu bahsinde değindiğim sahneyi birleştiren bir arena aslında. 5 kıtada yayımlanan ve yalnızca Avrupalılar tarafından değil, Avrupa’nın dünya konjonktüründeki yeri nedeniyle bütün dünya tarafından ilgiyle takip edilen, 200 milyonu aşkın kişinin canlı izlediği bu geleneksel etkinlik yalnızca iyi müziği bulmak amacı taşımıyor hatta belki popüler trendlere uyumluyu tespit etse de iyi müzik bulma arayışı ya da iddiası yok ancak her ülkeye bir mecra vaat ederek propaganda, tanıtım ve diplomatik mesaj verme imkanı sağlıyor.

İlk olarak aklımıza gelen elbette ülkelerin oy verme meyil ve gelenekleri. Bildiğimiz kadarıyla Eurovision “blok oylama”yı engellemeye yönelik tedbirler alıyor ve bu konudaki arayışı hala sürüyor. Ancak Türkiye’nin Azerbaycan ile, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Yunanistan ile, Romanya’nın Moldova ile blok oluşturması beklenmedik bir durum değil. Yahut Almanya’da yaşayan Türklerin Almanya’nın Türkiye’ye yüksek puan vermesine sebep olmaları… Bunun müziğin ve yarışmanın sonucunun çok ötesinde bir anlamı var: Türkiye ve Azerbaycan sonuncu olsalar da birbirlerine yüksek oy vererek uluslararası podyumda ve popüler kültürde yakınlıklarını pekiştiriyorlar. Hem diplomatik bir mesaj vermiş oluyor hem de milyonlarca insanın, Türkiye ve Azerbaycan Türkleri de dahil olmak üzere, beyninde “Bir millet iki devlet” kavramı pekiştiriliyor. Günümüzde popüler kültür ve eğlence sektörünün eğitimden de geleneksel kültürden de daha güçlü, etkili ve hızlı reaksiyon yaratan bir fenomen olduğu düşünülünce, hiçbir masrafa girmeksizin milyonlarca dolarlık bir kampanyayla sağlanabilecek bir “farkındalık” yaratılmış oluyor.

Şöyle bir bakalım: Şimdiye dek Türk milliyetçiliği lehine en büyük “nicel” başarı, Ukrayna için yarışan Jamala’nın Ey Güzel Kırım’dan esinlenmiş sözlere sahip, 1944 Kırım Tatar Sürgünü’nü anlatan bir şarkıyla yarışmayı kazanması oldu. Tabii işin bir başka boyutu da var: Kırım, Rus işgali altında ve Ukrayna’ya verilen oylar, Kırım mevzusunda hiç değilse sosyal ve kültürel açıdan Ukrayna’yla dayanışma gösteren bir Batı imajı çizmek için gitmişti. Daha önce de Ruslana’nın bir şarkısıyla birinci olan Ukrayna, bu birinciliği Batı yanlısı devrimin gerçekleşmesine tesadüf ettirmiş, Ruslana da Rus yanlısı baskıcı rejimi yıkan devrimde önemli bir sima olarak karşımıza çıkmıştı. “Eurovision asla Eurovision değildir” desek yanılmayız.

Araya küçük bir kesit koyalım: 2007’de Sırbistan’ın, “Sırbistan-Karadağ” dağıldıktan sonra ilk Eurovision yarışmasını bir lezbiyen şarkıcının Molitva isimli şarkıyla kazanması, o tarihte Sırbistan’ın başında Avrupa yanlısı Demokrat Parti’nin ve Boris Tadic’in olması tesadüf müdür?

Yarışmanın bir diğer önemli işlevi de podyum olma özelliği. Özellikle küçük ülkeler, yeni bağımsızlık kazanmış ülkeler, turist çekmek isteyen ya da kendini artık Batı’da görmek isteyen ülkeler yeni imajları için kampanya başlattıklarında en önemli mecra, Eurovision oluyor. Marshall McLuhan’ın “ortam mesajın kendisidir” sözüyle yorumladığımızda Eurovision anlam kazanıyor: Ülkelerin yalnızca Eurovision’da yer almaları dahi bir mesajdır. Son dönemde Batı ve İsrail’le ilişkilerini geliştiren, Rus bağımlılığından uzaklaşan ve her ne kadar mevcut hükümetini desteklemesem de, Macaristan’dan Ramil Seferov’un iadesini sağlayacak kadar diplomaside ustalaştığını gösterdiğini söylememiz gereken Azerbaycan, neden Eurovision’dadır? Ukrayna neden Eurovision’u bu kadar önemser ve iki defa birinci olur, iki birinciliği de sosyal ve siyasi birtakım projelere hizmet eder? Yahut işgal altındaki Kırım’ı yasadışı (Rus pasaportu ile) yollarla ziyaret eden Rus şarkıcının Ukrayna’da düzenlenecek yarışmaya katılmasını yasaklayarak bir kriz yaratır ve Kırım’ın işgalini tekrar gündeme getirir? Ukrayna devleti bütün imkanlarını kullansa ve bağımsız bir şekilde Kırım mevzusunu gündeme getirmeye çalışsa bu kadar başarılı olamazdı.

TÜRKİYE İÇİN İŞLEVİ

Zira iletişim faaliyetlerinde yalnızca kampanya tasarlamak ve buna para harcamak yetmez, doğru mecralarda bunu hedef kitlenize ulaştırabilmelisiniz; mecrayı da ben yaratacağım derseniz Eurovision ayarında bir şarkı yarışması için birkaç yüzyıllık Avrupa kültürel ve maddi birikimine sahip olduktan sonra, en az 61 yıl boyunca da bir yarışma geliştirmelisiniz. Aşağı yukarı 400 yıl boyunca para harcayıp, yatırım yapmalısınız yani: Yapılmışı varsa neden yenisiyle uğraşalım? Hele ki imkanlarımız kısıtlıysa? Ya da şöyle soralım: Muhatabınız Avrupa ise, Avrupa’ya laf anlatmanız gerekiyorsa, Avrupa’nın sahnesine değil de kendi sahnenize çıkarak konuşmanızın ne anlamı var?

Şimdi Türkiye’ye şöyle bir bakalım. Bir “Yeni Türkiye Markası” var. Vaktiyle yayın yönetmenliğini üstlendiğim bir dergi nedeniyle bu markanın bütün kampanya sürecine derinlemesine hakimim ve kendimce uluslararası mecralardaki tanıtıma özgün ve etkin katkım olmuştur. Bir iletişim uzmanı olarak markanın kalitesine, logonun doğru ve işlevsel olup olmadığına hiç girmeden şunu sorayım: O kadar para harcadığımız ve hiç değilse arkasındaki fikir doğru olan bu kampanyanın en vurucu lansmanı Eurovision’da olmaz mıydı? Birkaç bakanlığın ve bizzat Cumhurbaşkanlığı’nın katkısı, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin öncülüğünde ortaya çıkan yeni logo ve marka hala mütevazı laleli logo kadar bile bilinirliğe ulaşamadı, bütçesi ve vizyonu ondan kat be kat daha büyük olsa da.

Ukrayna’nın ince ince işleyerek “Eski Sovyet Blokundan bir ülke” imajını kırıp Batı’nın en taze üyesi imaj konumlandırma faaliyeti için muhteşem bir şekilde kullandığı bu mecrayı biz hiç değilse krizdeki turizm sektörüne katkı yapmak amacıyla kullanamaz mıydık? Bütün temasıyla, konseptiyle Türkiye’nin turistik değerini Batılı değerler ve retorikle uyumlu anlatacak şarkılar ve tanıtım faaliyetlerini tasarlayacak birikim ve yetenek Türkiye’de mevcut. “Aman yerli olsun” diyerek Rimi Rimi Ley tadına fiyaskolara yönelmek başka bir şey, yerli olanın tadını “ilk defa Türk gören” birinin dahi almasını sağlayacak “yeterince yerli, yeterince global” ürünler ortaya koymak başka; bu ikincisini beceremediğimiz için sanırım, değerli bir yalnızlığa ricat etmeyi tercih ettik.

17-08/11/sds.jpg

En güncel sorunumuz, FETÖ’nün yurtdışı yapılanması ve uluslararası propaganda ağı. En etkili mecralarda Fethullah Gülen’in söyleşileri yayımlanır, uluslararası think-tankler bu küresel şebekeyi mazlum Müslümanlar olarak konumlandıran içerikler üretirken bizim karşı-propagandamız devlet adamlarının demeçlerinden ve kınamalardan öteye gitmiyor. Okuyucudan bir an hayal etmesini istiyorum: Müziği Eurovision kitlesinin alışkanlıklarına uygun, yakalayıcı bir nakarat, epik bir konsept dizaynı ve etkileyici sözlerle bestelenmiş bir “15 Temmuz” şarkısı 2017’de birinci olsaydı, FETÖ ile mücadelede önüne geleni FETÖ’cü ilan eden trollerin katkısından çok daha büyük bir katkı yapmaz mıydı?

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir