Görüşler

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu yazdı: Söz adâbı ve Müslüman ahlâkı

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu yazdı: Söz adâbı ve Müslüman ahlâkı

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi’nde çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, geçen hafta Karar görüşler sayfasında kendisine hitaben yer alan yazıya cevabını kaleme aldı.

PROF. DR. ALİ BARDAKOĞLU

İslâm muhitinin ondört asırlık ilim geleneğinde cedel, hilâf ve münâzara adabına dair hayli eser kaleme alınmıştır. Yargılama veya fetvâ usulüne dair eserler gibi onların başlığında da genelde ‘edeb/âdâb’ kelimesi yer alır. Bu yaklaşım, kişi hangi konumda bulunursa bulunsun İslâmî gelenekte görgü, âdâb ve ahlak kurallarının Müslüman ahlakının bir parçası sayılmasının sonucudur.. Bunu hiç akıldan çıkarmamaya bugünlerde daha fazla ihtiyacımız olduğu anlaşılmakta. Niye mi?

20. 02.2017 tarihli Karar Gazetesinde “Kayıt dışı din pazarı” başlığıyla yazdığım yazıda bugün içinde bulunduğumuz ve bir türlü görmek istemediğimiz zaaflarımıza ve ‘din eksenli’ kutuplaşmalara bir nebze değinmiş ve özetle;

1. Din hakkında konuşurken gelenekteki metotlu ve sistematik bilgi üretme usulünün terkedildiğini ve muhatap kitlelere müşteri memnuniyeti mantığıyla din anlatıldığını,

2. ‘Tanrı adına konuşan ruhban sınıfı’ gibi kişilerin bizim mahallemizde de türediğini ve ortalığı kapladığını,

3. Günümüzde din hakkında yapılan yorum ve ileri sürülen görüşlerde ‘tek hakikatçı’, ‘ideolojik’ ve ‘tahammülsüz’ tutumların öne çıktığını,

4. Aykırı bulunan görüşlerin reform, sünnet veya hadis inkârcılığı, sapkınlık/dalalet gibi etiketlerle saf dışı edilip Müslümanlar arasında öfke ve nefret tohumlarının yeşertildiğini,

5. Dini koruma adına dini değerlerin hoyratça istismar edildiğini, Müslümanların birbirini kolayca suçlayıp ayrıştırdığını ve benzeri birçok sorunumuzun bulunduğunu belirtmiştim.

Böyle bir makaleyi kaleme almaktan amaç elbette kişileri, grupları, belli cemaatleri ve belli isimleri hedef almak değil; günümüzde din ile ilgili düşünce ve tutumlara, Müslümanların kendi dinlerini anlama ve yaşamayla ilgili sorunlarına temas etmekti. Bizim kişilerle, gruplarla hiçbir sorunumuzun olmayacağı açıktır. Ama bugün İslam toplumları olarak bir dizi sorunla boğuşuyor isek, o zaman kırmadan dökmeden kapımızın önüyle ilgilenmemiz, dindarlık tarzımızın zaaflarıyla yüzleşmemiz ve bundan kurtulmanın yollarını keşfetmemiz gerekiyordu. Sözün özü, önceki yazımızın amacı, belli bir kişi ve grubun imasına dahi girmeden ve çevreden örneklendirme yoluna gitmeden din alanında bizi çevreleyen sorunlar yumağına işaret etmekti. Yazı bu çerçevede kaleme alındı.

MÜSLÜMAN AHLAKINA YAKIŞMAZDI...

Ne var ki, anılan yazının yayımından tam bir hafta sonra yine aynı gazetede “Kur’an’ı anlamak yolunda tarihselci metoda itiraz” başlığı altında “ilâhiyatçı yazar” olarak bilinen Ali Rıza Demircan tarafından yukarıda sözünü ettiğim makalemi değerlendirme adına ve doğrudan şahsıma hitap eden açık mektup tarzında bir yazı yayımlandı. Tam da yukarıda maddeleştirerek özetlediğim türden zaaflarla tıka basa dolu, hatta bu örneklerin uzaklarda değil yanı başımızda da bolca bulunduğunu ele veren bir yazı. Doğrusu bu yazı karşısında, ‘kayıt dışı din pazarı’ndaki satıcıların genel profiline dair söylediklerimin doğruluğunu ispatladığı için teşekkür edip sükût etmem mümkündü; ama bu Müslüman ahlakına yakışmayacak bir kayıtsızlık olurdu.

Esasen basılı veya görsel medyada din konusunda bir tartışmaya dahil olmak, şâz görüşleri yeni bir icat gibi piyasaya sürmek veya kişi ve kurumlara soyut ve asılsız ithamlarda bulunarak gündem/konum kazanmak isteyenlerin genel profili ve derunları hakkında belli bir kanaatim elbette var. Ancak bu kanaatimden burada sarf-ı nazar ederek, hatta iki yazının mümaseletini/denkliğini de tartışmayarak sırf okuyucunun hukukunu koruma ve onların zihninde haksız bir zannın oluşmasını önleme adına anılan yazıdaki bir dizi iftira, itham ve saptırmaya cevap vermem icap ediyor. İlmî olarak kayda değer bulmadığım bu yazıya adetim hilafına –ilmî açıdan değil ama üslup ve âdâb açısından- cevap vermem gerekiyor; çünkü ilahiyatçı yazar Demircan aslı esası olmayan ithamlarla hakkımda okuyucu kitlesini yanıltmakta, hiçbir yerde ifade etmediğim sözleri/kanaatleri bana aitmiş intibaını verecek şekilde kaydedip onun üzerine bir dizi demagoji üretmekte. Bu tür yazıların kolayca yayımlanabilir olmasını da doğrusu tam anlamış değilim. Niye değilim? Çünkü anılan yazı günümüzdeki dinî tutumlar hakkında yaptığım tespitlerin doğruluğunu ispat etmekle kalmıyor, ilmî meselelerin tartışılmasında sakınılması gereken âdâb ve ahlâk ihlalleri hakkında da eğitim-öğretimde ders olarak okutulabilecek türden bir örneklik taşıyor.

Konuya gelecek olursak -Demircan’dan yapılacak alıntıları benim diyeceklerime karışmaması için italik harflerle vererek- birkaç noktaya değinmekle yetineceğim:

1. Yazı baştan sona “Kur’an’ı asliyetinden soyutlama, gereğince anlamaya çalışmama, Kur’an’ı yetersiz bulma, belürsüz bir bakış açısına sahip olma, Kur’an’ın hükmünü değiştirme, batıl görüşleri terviç etme, İslâm savaş esirliği sistemini tam bir bağnazlıkla hâlâ kölelik ve odalık sistemi olarak sömürme, ölüm cezasını kaldırma, Kur’an’ı tarih müzesine kaldırma, karşıt fakat doğru fikirlere tahammül edememe, kavrayış yetersizliğine tarihî ricalimizden onay alma girişimlerinin zilletine düşme” türünden bir dizi soyut, âfâkî ve mevhum ithamlar/zanlar üzerine kurgulanmış.

2. Yazıda ileri sürülen bu ithamlara mesnet teşkil edecek şekilde benden bir satırlık bir cümle dahi alıntı yapılmaksızın başlangıçta Mustafa Öztürk hocadan aktarılan bir cümle üzerine “tarihselci” olduğu ileri sürülen kimselere yukarıdaki türden isnat ve ithamlar sıralanıyor. Demircan bütün soru ve ithamlarda şahsımı devreye sokabilmek için de “ efkârını beğendiğiniz falanca şunu diyor, sizin çizginizdeki bir kardeş şöyle diyor, sizin gibi düşünen şu kişi bunu dedi, diğeri şunu dedi, öyleyse siz de böyle düşünüyor olmalısınız” tarzında bir akıl yürütmede bulunuyor. Mustafa Öztürk hoca kalemi ve muhakemesi güçlü bir ilim adamı, kendi adına diyeceğini elbet der; ama böyle bir istidlâlin tutarlılığı, böyle bir davranışın ahlakiliği elbette savunulamaz.

3. Objektif olarak dışarıdan bakıldığında yazarın bu yazısını -esasen gayr-i ilmî bir üslupta da olsa- “tarihselci” denilen yaklaşımı eleştiri için okuyucu memnuniyetine endeksli olarak hazırladığı, “kayıt dışı din pazarı” başlıklı makalem yayımlandığında da burada yaptığım eleştirileri üstüne alıp yazısını alelacele, tehevvürle ve özensiz biçimde yeni bir hedefe uyarladığı anlaşılmaktadır. Bunun için de başlangıçtaki takdir cümlesini saymazsak yazının, yazıdaki iddia ve ithamların “kayıt dışı din pazarı” başlıklı makalemle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı gibi diğer makale ve kitaplarımda yazdıklarımla da hiçbir ilgisi yok. Yazar kimin hangi görüşüne cevap veriyor, kimi hangi beyanı sebebiyle itham ediyor belli değil. Hâl böyle olunca, benim bu makalemde veya diğer yazı ve kitaplarımda hiç tartışmaya açmadığım ve hakkında hiç görüş beyan etmediğim birçok konuyu benim zaaflarım olarak nitelendirip “o halde şu sorulara cevap veriniz de görelim” tarzında ilzam ve itham edici sorular yöneltmesinin sebeplerini yazarın iç dünyasında aramak hiç yanlış olmaz. Ancak -yeri gelmişken söyleyeyim- kölelik ve cariyelik, ergenlik öncesi evlilik veya meşîet gibi konulardaki görüşlerinin ilim dünyasında ciddiye alınmamasını veya kendisinin Merkezimizce özel olarak davet edilip dinlenmemesini iç dünyasında sorun etmesinin rövanşı böyle bir tutum olmamalıydı. Bu yazımda en başından beri âdâb ve ahlâka vurgu yapmamın sebebi zaten bu.

4. Şahsıma yönelttiği ve hiçbir mesnedini de göstermediği “Gelişmiş aklınızı bir yerlere kiraya verip vermediğinizi bilemem. Niyetleri Allah bilir” tarzındaki ifadelerinin içerdiği imalar, kendisini hiçbir ahlâkî kural ile bağlı hissetmemesinin acı bir örneğidir.

5.Sizi böylesi geçersiz fikirlere yönlendiren dünya düzenini de tanımıyoruz? İslâm’ı nasıl uygulayacaksınız diye sorduğunuz ve “günümüz sosyolojisi” diyerek tanımladığınız Dünya Düzeni..’ diyerek alıntıladığı ifadelerin benimle bir ilgisi olmadığını bile bile bu cümle üzerine birçok ithamı yerleştirmesini nasıl açıklayacağız? 

6.Böylesi bir derdiniz varmış gibi- çokça tekrarladığınız sözünüzü duyar gibi oluyorum; Kur’ân ve Sünnet İslâmı’nı uygulama imkânınız var mı?” sorusu da yine mesnetsiz ve gayr-i ahlakîdir, yazarın derununda saklı mevhum duygulardan neşet etmiş olmalıdır.   

7.Neye karşı olduğunuzu biliyorum da ne istediğinizi bilemiyorum. Yönetiminizde pek çok araştırmacının çalıştığı ve hepimizin kurumu olan “Kur’ân Araştırmaları Merkezi” var. Örnekleyerek bize bir taslak sunun ki şahsınız ve kurumumuz hakkında düştüğümüz şüpheyi su-i zanna dönüştürüp sürdürmeyelim” şeklindeki mütehakkim, kibir dolu engizisyoncu tutumları İslâmî âdâbla nasıl bağdaştıracağız?

8. Ortada bu yönde hiçbir beyan ve sözü yokken kişilere;

İslâm’ı, örgütlü kişilerin, kurumların ve uluslararası şirketlerin egemenliğine açık seküler demokrasiye mi feda edeceğiz?”

İnsanlığın geleceğini ve insanlık ahlâkını tehdit eden zinayı mı, eşcinselliği mi meşrulaştıracağız?” tarzındaki ağır ithamlar yöneltmeyi sadece tehevvür ve zühul eseri görmek aşırı iyimserlik olur. En hafif ifadesiyle tam bir demagoji ve dinî değerler üzerinden prim yapmaya yönelik şark kurnazlığı.

9.Hele hele sömürülen şu ergenlik öncesi çocukların evlendirilmesi konusu yok mu? Geleneksel fıkhımızda onaylanan ama Kur’ânımızda ancak ergenlik ve ergenlik üstü rüşt şartıyla onaylanan bu konuyu birçok âyet yanı sıra Talak sûresinin 4’üncü ayetinin de ırzına geçilerek İslâm’a yamanmasını gerçek kabul edip İslâm’ı yetersiz mi göreceğiz?” sorusu, bir fıkıh konusunun bilgisizce ve usûl hiçe sayılarak keyfî yorumlanması olmaktan öte, uslup itibariyle de hiçbir Müslümanın ağzına ve kalemine yakışmayan edep dışı bir ifade.  “İslâm’a Göre Cinsel Hayat” kitabıyla ismini duyuran yazarın Kur’an’la ilgili ifadelerinde olsun daha özenli bir dil kullanması gerekir. Gazete için de bu açık bir editoryal özensizlik.

10.Allah’ın dinini bir hayat düzeni olarak görecek bilince erememiş olan Diyanetimiz, İlahiyat akademisyenlerimiz ve diğer rical-i tarikat ve cemaat mani olmazsa ümid kesilmez.” tarzındaki cümleler taşıdığı ben merkezli tekebbürden öte İslâm dünyasını saran bir hastalığı da gösteriyor.

Hasılı, kayıt dışı din pazarının tacirleri hakkında dediklerimizin havada kalmaması ve somut örneklerinin bir bir önümüze düşmesi emin olunuz bizi mutlu etmiyor. Keşke bu zaaflarımız hiç olmasa. Keşke her bir Müslüman hiçbir delile dayanmayan soyut/âfâkî ithamlardan, kendi derununun esaretine düşmekten uzak kalabilse; akıl ve vicdanı önde olsa da duygu ve tehevvürünün sürükleyeceği mahcubiyetler yaşamasa. Keşke herkes kendi Müslümanlığını ve dindarlığını geliştirmenin gayreti içinde olsa de ötekinin dinî samimiyetini, dine ve Kur’an’a bağlılığını ölçmeye kalkmasa. Böylece, birçok kayba uğradığımız şu âhir zamanda ilim âdâbını ve Müslüman ahlakını aramızda yaşatmaya devam etsek.

Peygamber Efendimizin Müslümanı “elinden ve dilinden  insanların selamette/güvende olduğu kimse” olarak tanıtmasının hepimiz için yeterli bir uyarı olduğunu hatırlatarak sözlerimi tamamlamak istiyorum.

Her şeyin doğrusunu ve eşyanın hakikatini bilen Yüce Mevlâ’dır.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir