Görüşler

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Vehbi Baysan yazdı: Musul ‘kurtuluşa’ hazır mı?

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Vehbi Baysan yazdı: Musul ‘kurtuluşa’ hazır mı?

İbn Haldun Üniversitesi Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Vehbi Baysan, Musul’da yapılan yıkıcı operasyonları değerlendiriyor.

YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM VEHBİ BAYSAN

1990’lı yılların ortasında Ürdün’de hem öğrencilik hem de hocalık yaparken, Birinci Körfez Savaşı ertesinde ülkesini terk etmiş binlerce Iraklıdan olan bir kimya profesörüyle tanışmıştım. Koalisyon güçleri Çöl Fırtınası Harekatı’yla Bağdat’a girmişti. Bu profesör o sırada Orta Doğu’nun en prestijli üniversitelerinden olan Bağdat Üniversitesinde bölüm başkanıydı. Koalisyon askerlerinin birkaç gün içinde üniversiteye geleceği haberini almışlar. Uluslararası kuruluşlarca desteklenmiş, binbir güçlükle kurulmuş, milyonlarca dolara mal olmuş kimya ve fizik laboratuvarlarını onlara gururla sergilemek üzere gece gündüz uyumadan öğrenci, asistan ve hocalarla birlikte çalışmışlar. O gün öğleye doğru, yorgun ama mağrur bir şekilde ütülü beyaz önlüklerini giyinip askerleri karşılamak üzere hepsi sıraya dizilmiş.

Çok geçmeden çavuşları nezaretinde gelişmiş dünyanın(!) askerleri kaba saba hareketlerle laboratuvarlardan içeri dalmış ve pervasızca ortalığı kırıp dökmeye başlamışlar. Iraklılar gördüklerine inanamamış. Dehşet içinde olan biteni dilleri tutulmuş halde izlerken, bölüm başkanı “Durun, yapmayın, niye zarar veriyorsunuz? Bunlar pahalı şeyler!” diyecek olmuş ve suratına dipçiği yemiş. Kendinden geçmeden önce duyduğu şu sözleri unutamamış: “You are under occupation! Don’t you get it – İşgal altındasın! Hala anlamadın mı?”. Askerler, laboratuvarları hatta Güzel Sanatlar Akademisinin atölyelerini dahi keyfi olarak kırıp dökmüşler. Öğrencilerin hazırladıkları eskizleri, ödev çalışmalarını, tabloları dahi parçalamışlar.

İşgal böyle bir şey!

Ülkelerin, şehirlerin işgal altında alınması insanlık tarihi kadar eski bir olgu, ilk kez yaşanmıyor. Ancak Birleşmiş Milletler üyesi iki legal devlet olan Suriye ve Irak’ın birden fazla şehrinin bir terör örgütü olan DAİŞ tarafından işgal altında olması muhtemelen tarihte bugüne kadar fazla görülmemiştir. Daha da vahimi, Birleşmiş Milletler de dahil uluslararası toplumun yıllarca buna sessiz kalması ve harekete geçmek için uzun süre beklemesi. 10 Haziran 2014 tarihinde Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’un DAİŞ tarafından ele geçirilmesi birkaç gün sürdü ve şehir o tarihten beri işgal altındaydı… İşgal esnasında tam olarak neler yaşandı bilemiyoruz. Ancak şehrin ve ahalisinin emniyetinden sorumlu on binlerce güvenlik görevlisi çarpışmak yerine Musul’u kuşatan birkaç bin DAİŞ’liye şehri teslim edip ayrılmayı tercih ettiler. Çünkü şehrin büyük çoğunluğu Sünni aşiretlerden oluşuyor ve onları koruması gereken güvenlik güçlerinin büyük çoğunluğunu Şiiler teşkil ediyordu. Şehri kuşatan DAİŞ’liler de Sünni’ydi. Yani, bir anlamda güvenlik güçleri kime karşı kimi koruyacaklardı? (Kısa süre içinde Musul’u terk eden ve bu utanç verici skandaldan sorumlu üst düzey güvenlik güçleri hakkında soruşturmalar açıldı ve görevlerinden ihraç edildiler. Görev ve rütbelerini kaybedenler arasında üst düzey generaller de var.)

Bu sorunun arka planında neredeyse bundan on yıl kadar önce başbakan olan Maliki’nin “Irak’ı Şiileştirme” projesi yatıyordu. Kısacası, çoğunluğu Şii olan Irak’ta Sünnilerin her türlü etkinliğini kırma olarak özetlenebilecek proje kapsamında pek çok masum Iraklı sadece Sünni oldukları için tutuklandılar, uzun hapis cezalarına çarptırıldılar, yargısız infazların ve faili meçhul katliamların hedefi haline geldiler. Hatta Irak Devlet Başkan Yardımcısı Haşimi, mesnetsiz ithamlarla tutuklanma işaretleri artınca Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. O tarihlerde Türkiye bunun yanlış olduğunu müteaddit defalar ifade etmesine rağmen bir sonuç alınamadı ve Türkiye hak etmediği halde “bölgesel mezhepçilik” ile suçlandı. Oysa Türkiye haklı idi. Sünni aşiretler Irak’ın kadim halklarıdır ve yüzyıllardır o bölgede yaşamlarını sürdürmektedir. Hatta fazla bilinmese de Arap yarımadasının Maşrik ve Mağrib arasında farklı bölgelerine dağılmış kabilelerin kahir ekseriyetinin kökleri Irak’taki bu aşiretlere dayanır.

AYLARCA BOMBARDIMAN

İşgalden tam üç yıl sonra, 10 Haziran 2017’de Irak Başbakanı Haydar el-Abadi şehrin DAİŞ’ten kurtarıldığını duyurdu. Şehrin geri alınışının resmi duyurusunu şehrin üç yıl önceki işgal tarihine denk getirilerek duyurulması elbette gözlerden kaçmadı. Televizyon ekranları başarılarını kutlayan Irak askerlerinin dans görüntüleriyle bezendi. ABD’den Irak’a gönderilen binlerce uzman, aylar boyunca Irak ordusu içinden seçtiği özel birlikleri bu operasyon için eğitti. Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekatı (Combined Joint Task Force – Operation Inherent Resolve) kumandanı Korgeneral Stephen J. Townsend, DAİŞ ile Musul’da mücadele için çeşitli birliklerden oluşan toplamda yüz bin kişilik bir güç oluşturduklarını söyledi. Ekim 2016’da Musul operasyonunun başladığı resmen duyuruldu. İki milyondan fazla insanın yaşadığı şehir aylarca ağır hava bombardımanına ve karadan topçu ateşine maruz kaldı. Yetkililer sivilleri bombardımanlardan nasıl koruyacakları sorusunu asla resmi olarak yanıtlamadı.

Birleşmiş Milletler ayıp olmasın diye “Civilians in grave danger – Siviller muazzam tehlike altında!” diye birkaç cılız ses çıkardı, hepsi bundan ibaret. Güvenlik koridorları açılıp sivillerin tahliyesi bir ara gündemdeydi ancak DAİŞ kendilerini hava bombardımanlarında açık hedef haline getireceğinden bunu engelledi. Savaşın son evresinde uzun süre DAİŞ’in kontrolünde direnen şehir merkezi dar sokaklarda eski evlerle doluydu ve yerle bir edildi. “Öldürmek” için eğitilmiş uzmanlar için sivil ölüm sayısı sadece bir istatistikten ibaretti ve üstelik geçmişte yine aynı bölgede çokça kullanılmış bir tabiri dahi mevcut: Collateral damage-savaş zayiatı”. Operasyon için eğitilmiş, kahir ekseriyeti Şii olan ve intikam ateşiyle yanan özel kuvvetler için ise nüfusunun tamamına yakını Sünni aşiretlerden oluşan Musulluların hayatta olmaları zaten bir “hata”. Tam olarak ne kadar sivilin öldürüldüğünü asla öğrenemeyeceğiz.

Bundan sonra neler olacak?

Bundan sonra olacakları olsa olsa tahmin edebiliriz ancak eldeki bazı veriler, Musul’u terk etmek zorunda kalmış aileler için önümüzdeki ayların hiç de kolay geçmeyeceğine işaret ediyor.

Geri dönüş

Musul şehrinde binaların tamamına yakını altyapı tamamıyla harap olmuş durumda. Bir milyon Musullu şu an yerlerinden edilmiş konumunda ve insani yardımlar kendilerine ulaşmıyor. Aslında operasyonun başlangıcında, Iraklı Göç Bakanı ABD Büyükelçisi ile düzenlediği basın toplantısında operasyonun insani boyutlarına dikkat çekmiş, kameralar karşısında açıkça yardım istemişti. O tarihlerde, Musul şehrinden çıkması muhtemel bir milyona yakın sivil için kamplar kurulmadığı gibi onların temel gereksinimlerini karşılayacak adımlar atılmadı. BM Mülteciler Komiserliği de dahil uluslararası yardım kuruluşları henüz ortada yok. Şehirde sağlık, güvenlik gibi sadece temel altyapı çalışmalarının işler hale gelebilmesi için milyarlarca dolar gerekli, bu tutarın nereden ve nasıl temin edileceği hala belirsiz.

“Kurtarılmış” Musul’a ailelerin dönüşünün nasıl ve ne zaman sağlanabileceği konusunda tahmin yürütmek dahi olanaksız.

Barınma ve sağlık

Tamamıyla kaderine terkedilmiş, çoluk çocuk ve yaşlıların önümüzdeki kış şartlarında barınma ve iaşelerinin temini konusunda çalışma yok. Yemen’de on binlerce insan koleraya yakalandı ve iki bine yakın hasta hayatını kaybetti.

Bu ve buna benzer salgın hastalıkların baş göstermesi bu kötü şartlarda Musul’dan çıkmak zorunda kalanlar arasında da kaçınılmaz gibi gözüküyor. Uluslararası yardım kuruluşları bu konuya ivedilikle el atmazsa binlerce insanın hayatını doğrudan tehdit eden vakaları önlemek çok güç olacak.

Musul halkının güvenliği

Irak’ın geleceğini etkileyecek asıl sorun tam da burada!

Zira Irak’ta tüm kutsallarına saldırılan ve binlerce kayıp veren Şiiler, bu masum insanların ölümüne neden olan olaylardan Sünnileri sorumlu tutuyor. Önce el-Kaide ve ardından DAİŞ’in Sünni bir grup olması ve pek çok saldırının sorumluluğunu üstlenmesi bu inanışı körüklüyor. Tüm bunlara ek olarak, DAİŞ’in Musul’u bu kadar kolay ele geçirmesinin nedenini güvenlik güçlerinin zaafından ziyade, orada yaşayan Sünni aşiretlerin bu örgütle işbirliğinden kaynaklandığı inanışı da ülkede oldukça yaygın.

O nedenle Musul’un bundan sonra kimler tarafından yönetileceği, Sünni aşiretlerin emniyetinin nasıl sağlanacağı çok büyük önem taşıyor ancak maalesef hala netleşmedi. Görünen o ki uluslararası güçler, Musul’un kurtarılmasını başarı hanesine yazdılar ve her daim yaptıkları gibi arkalarında yeni sorunlar bırakarak çekip gidecekler.

Şehrin kurtuluşunun müjdelenmesinin üzerinden henüz birkaç gün geçmiş olmasına rağmen Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi örgütler hak ihlallerini ayyuka çıktığını, insanlığa karşı işlenen suçların oranında ciddi artış olduğunu, Musul ve çevresinde uluslararası hukuk ihlallerinin yaşandığını, savaş suçları işlendiğini, işkence ve keyfi öldürmelerin gün be gün yaşandığını raporluyor. Hatta sızan bilgilere ve görüntülere göre DAİŞ’li olduğu öne sürülen birtakım insanlar toplu olarak işkence görüyorlar, yüksek binalardan veya yamaçlardan atılarak ölüme terkediliyor veya doğrudan öldürülüyorlar. Yine en son çıkan haberlere göre DAİŞ’li olduğu ileri sürülenlerin yakınlarından oluşan 176 aile çoluk çocuk bir kampta tutuluyorlar. Aileler ne için orada tutulduklarından haberdar değiller. Akıbetlerinin ne olacağı konusunda ise kimsenin en ufak bir fikri yok. Bu ve benzer durumlar hukukun temel ilkesi olan masumiyet karinesine ve suçu işleyenin suçtan doğrudan mesul olduğu, kendisiyle irtibatlandırılanların cezalandırılamayacağı ilkesine tamamıyla aykırı.

Basına yansıyan bilgi kırıntıları dahi aylardır çeşitli çevrelerde dillendirdiğim öngörülerimin eyleme geçmiş halidir. Irak’ta insan hakları ihlallerinin maalesef artarak devam edeceğini tekrar söylemek durumundayız. “Ders alınsaydı tarih tekerrür etmezdi…” ilkesinden hareketle, Irak’taki bu kısır döngünün yakın gelecekte çok daha acımasız bir örgüt üretmesi kuvvetle muhtemel. General Townsend temkinli olmayı salık verse de Musul’da maç bitmiş olabilir ama oyun henüz bitmedi: 65 km ötedeki Telafer hala DAİŞ’in kontrolünde.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir