Filmde güzelliğin kendini dayatmayanı makbul

Filmde güzelliğin kendini dayatmayanı makbul

‘Borç’ adlı yapımla 37. İstanbul Film Festivali’ndeki ‘En İyi Film Ödülü’nü kazanan yönetmen Vuslat Saraçoğlu, izleyiciye tekrar edilemezlik hissi geçirecek bir doğallık taşımak istediğini söyledi. Genç yönetmen “Benim için güzelliğin kendini dayatmayanı makbul. Hikayeye hizmet etmeyen bir görsel unsuru ne kadar etkileyici olursa olsun filme dahil etmeyi doğru bulmam” dedi.

Türkiye’nin önemli etkinliklerinden 37. İstanbul Film Festivali’ndeki ‘En İyi Film Ödülü’ bu yıl yönetmen Vuslat Saraçoğlu’nun oldu. ‘Borç’ adlı filmin hem senaryosunu yazan hem de yönetmen ve yapımcılığını üstlenen Saraçoğlu, Tufan’ın ‘iyilik hali’ öyküsünü anlatıyor. Serdar Opçin, İpek Türktan, Rüçhan Çalışkur, Beyti Engin, Feridun Koç’un başrolde olduğu filmde karısı Mukaddes ve kızı Simge ile birlikte Eskişehir’de yaşayan Tufan küçük bir matbaada çalışır. Bir gece yan dairede yalnız yaşayan komşuları Huriye aniden fenalaşır. Doktor, Huriye’nin bir süreliğine bakılması gerektiğini söyler. Fakat ona bakabilecek kimse yoktur. Tufan Huriye’yi ortada bırakmayı göze alamaz ve iyileşene kadar ona evinde bakmaya karar verir. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen filmin gösterime gireceği tarihin henüz belli olmadığını belirten Saraçoğlu ile konuştuk...

Tufan karakterinin komşusunu neden ortada bırakmak istemediğini filmde anlıyoruz. Karşıtlıklar ve çatışma yapımın geneline yayılmış… Peki, filme Tufan’ın sınavı diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Hayatta hepimiz türlü sınavlardan geçiyoruz. O sınavlar göz önünde bulundurulmadan kimse hakkında iyi ya da kötü şeklinde kesin yargılar üretmemek gerekiyor sanırım. Hatta yeri geliyor iyi ya da kötü arasındaki çizginin çok silik olabildiğini de fark edebiliyoruz. 

Filmin sinemaseverlere sundukları açısından neler söylersiniz?

Toplumumuzun temsili karakterlerinden oluşan bir hikaye anlatmak istedim. Filmi izleyenlerde bırakmaya niyetlendiğim etki, karakterleri çevrelerindeki insanlara, hatta kimi zaman kendilerine/kendimize benzetip zihinlerinde çeşitli meselelerin muhakemelerini yapmalarına imkan sağlamaktı. Bu çerçevede ‘Borç’ gerçeklik duygusu yüksek bir film olmalıydı. İzleyiciye tekrar edilemezlik hissi geçirecek bir doğallık taşımalıydı. Benim için güzelliğin kendini dayatmayanı makbul. Hikayeye hizmet etmeyen bir görsel unsuru ne kadar etkileyici olursa olsun filme dahil etmeyi doğru bulmam. Siz filmi izlerken ‘Vay be ne güzel kadraj yapmışlar’ deyip hikayeden kopuyorsanız bu benim için olumsuz bir şeydir. Aynı şey oyunculuk için de geçerli: ‘Vay be adama/kadına bak ne kadar güzel oynamış’ diyerek karakteri değil oyuncuyu düşünecek hale geliyorsanız, film benim için ideal bir noktada ilerlemiyor demektir. Tabii bu görüşler ‘Borç’ tarzındaki işler için geçerli. Bambaşka bir hikaye anlattığınızda bambaşka bir oyunculuk anlayışı veya görsel dünya kurmanız gerekebilir. 

‘Borç’u yazdınız, yönettiniz ve yapımcılığını üstlendiniz. Sizce hangi alan daha zor?

Yazmak; yazarken ideal sadeleşmeyi yaşamak kolay değil ama ben bu işi çok sevdiğim için zorluğunu pek hissetmiyorum. Yönetmek, işin içine başka kişiler de girdiği için görece sıkıntılı bir konu fakat onu da sevdiğiniz oyuncularla, güvendiğiniz, sabit bir ekiple adeta bir şölene dönüştürebilirsiniz. Gelgelelim hem yönetmen hem yapımcı olmak düpedüz deli işi bir durum. Çünkü biliyorsunuz, yönetmen ve yapımcısı aynı olan filmlerde yönetmen aslında sette yapımcı falan değildir. Reji grubuna aittir, yapım birimindeki herhangi bir işle alakası yoktur. Benim ismimin yapımcı olarak geçmesi, sadece Kültür Bakanlığı’ndan İlk Film Desteği almış ve şirket kurmak zorunda kalmış olmamdan kaynaklanıyor.

37. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazandınız. Bunun sizin için önemi nedir?

Jürideki kişiler görüşlerini çok önemsediğim isimlerdi. Oradan oy birliğiyle böyle bir kararın çıkması beni çok mutlu etti. Ödül gerekçesi ile yapmaya çalıştığım şeyin bu kadar örtüşmüş olması ise ayrı bir sürpriz oldu benim için. Anlaşıldığımı hissetmenin verdiği sükunet duygusu çok hoştu. Onun dışında İstanbul Film Festivali kuşkusuz çok prestijli bir festival. Orada bir filmimin gösterilmesi bile hayaldi benim için. Ödül, hayallerimize güvenmekte ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha gösterdi.

Türkiye’de dram türünün geldiği konumu anlatır mısınız?

Bunu cevaplayabilmek için ciddi bir analiz yapmam lazım; o yüzden ne söylesem havada kalır. Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz zaten bu toprakların bize sunduğu hediyeler. Pelin Esmer çok özel bir yönetmen benim için. ‘İşe Yarar Bir Şey’ bana hayatım boyunca çok az filmin hissettirdiği bir duygu geçirdi. Sinemamız gurur duyulacak bir seviyede.

SİNEMA SEKTÖRÜ GÜCE TAPIYOR

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da kadın yönetmenler az. Sizce neden?

Dünyanın pek çok yerinde hayatın kadınlar için daha zor olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Sinema sektöründe kadınlara yönelik sert veya aşağılayıcı bir tutum var mı?

Genelleme yapamam ama öznel bir düşünce olarak şunu iletebilirim: Sinema sektöründe güce tapan bir anlayışın hakim olduğunu düşünmemiz için yeterince emare görüyorum. Erkeklik de hala bir güç sembolü maalesef. Kadın sinemacılara karşı adeta refleks hızıyla sarfedilebilen temelsiz argümanlar, içi boş sözcüklerin arkasında da bu güç var. Yaslandığı bir şeyler olmasa, yapılanın yaptırımı olmayacağı önkabulü bu kadar kolay üreyemez, cesaret bu kadar cahil kalamaz. Öte yandan kendi pratiğim üzerinden şunu söyleyebilirim: Çekim sürecinde ve sonrasında deneyimlediğim pek çok zorluğu erkek olsaydım yaşamayacağımdan neredeyse eminim. Buradan umutsuz olduğum sonucu çıkmasın; her şeyin giderek daha iyi olacağına inanıyorum.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN