‘Arafta yalnız bir şair’ Muallim Naci

‘Arafta yalnız bir şair’ Muallim Naci

Yüz küsur yıl önce, edebiyat dünyamızın “taçsız kral”ı olan Muallim Nâci Efendi’nin ismini bilen kaldı mı? Öyle bir şairdi ki, yazdığı her gazel bir hadise olur ve ardından yüzlerce nazire sökün ederdi. Her fikri hayret edilecek bir kolaylıkla nazma çekebilirdi.

BEŞİR AYVAZOĞLU/YAZARIN MİRASI

Hemen herkesin yeri geldiğinde kullandığı, fakat kime ait olduğunu uzmanlar dışında kimsenin bilmediği anonimleşmiş sözler vardır. “Mârifet iltifâta tâbi’dir” bunlardan biri. “Müşterisiz meta’ zâyi’dir” mısraıyla beyte tamamlanan bu mısraı atasözü zannedenlere de rastladım, kendinden gayet emin olarak Ziya Paşa’ya mal edenlere de…

Söz konusu beyti, Musa b. Ebü’l-Gazan yahut Hamiyyet  (1299) isimli eserinde Endülüs’ün yükselişinden söz ederken ilim ve sanatın gelişebilmek için himayeye, devlet desteğine muhtaç olduğunu anlatmaya çalışırken söyleyen Muallim Nâci’nin şiir kitaplarında bunun gibi hikemi mısra ve beyitlerin yanı sıra serapa şiir olan nice söyleyişler vardır. Yahya Kemal’in “Rindlerin Ölümü” şiirinin “Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde” mısraında aslında Nâci’nin “Hased o rinde ki âsûdedir mezarında” mısraı yankılanır. Peki, “Bir hakîkat kalmasın âlemde Allâh’ım nihân” mısraının da Nâci’ye ait olduğunu biliyor muydunuz? “Dicle” şiirinde imparatorluğun iki ucundaki iki nehri kucaklaştırdığı şu mısralar da enfestir:

Feyezânın tezâyüd ettikçe

Tuna cûş eyliyor hayâlimde

Tunalaştın gözümde gittikçe

Peki, yüz küsur yıl önce, edebiyat dünyamızın “taçsız kral”ı olan Muallim Nâci Efendi’nin ismini bilen kaldı mı? Öyle bir şairdi ki, yazdığı her gazel bir hadise olur ve ardından yüzlerce nazire sökün ederdi. Yaman bir münekkitti; devrin şair ve yazarları Nâci’nin bir fiskesiyle devrilmemek için yazdıklarına son derece dikkat ederlerdi. Halid Ziya, Kırk Yıl isimli hatıratında Nâci’nin alayla karışık tenkitlerinin kendilerini nasıl yıldırdığını açık açık anlatmıştır.

Türkçeyi bütün incelikleri ve güzellikleriyle kullanabildiği gibi, her fikri hayret edilecek bir kolaylıkla nazma çekebilen ve güçlü bir şiir duygusuna sahip olan Muallim Nâci’nin en büyük kusuru son derece hissî ve mağrur olmasıydı. Bu yüzden Recaizade Mahmud Ekrem Bey’le giriştiği kavga, onu, edebiyat tarihini yenilikçi çizgide yazan edebiyat tarihçilerinin ilgi alanı dışına çıkarmıştır. Zamanla âdeta bir kan davasına dönüşen bu kavgayla eskinin mutlak taraftarı olanların bayraktarı haline gelen Nâci, özellikle unutturulmuş bir değerdir.

Nâci, rindâne yaşama tarzı ve -kısmen yenileştirerek devam ettirdiği- divan şiiri geleneğine bağlılığı ile tipik bir Osmanlı aydınıydı. Ancak dilde asıl mânâsında “inkılâb”ı sessiz sedasız onun gerçekleştirdiği söylenebilir. Türkçe, Nâci’nin kaleminde sağlam bir nesir ve nazım dili haline gelerek Ahmed Rasim’i, Tevfik Fikret’i, Mehmed Âkif’i, hatta Yahya Kemal’i hazırlamıştır

Nâci’nin Recaizade’ye, Ta’lim-i Edebiyat’a kendisinden aldığı örnekleri yetersiz bulmasıyla başlayan kırgınlığı, daha sonra artarak bir çeşit husumete dönüşecektir. Recaizade ise, Nâci’ye tenezzül edip göndermediği halde, Tercüman-ı Hakikat’te İkinci Zemzeme isimli eserinden söz etmediği için kırılır. Bu yüzden alevlenen ve Saray’ın müdahalesiyle sona eren kavga -edebiyat tarihimizle ilgilenenlerin çok bildikleri Zemzeme-Demdeme kavgası birbirlerine öteden seri hoşnutsuzlukla bakan eski ve yeni edebiyat taraftarlarının arasını açarak edebiyatımızın çehresini değiştirecek keskin bir zıtlaşmaya yol açar. Artık Muallim Nâci eski, Recaizade ise yeni edebiyat taraftarlarının önderidir.

Hâlbuki Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle, “Nâci iyi okunursa, onun mutlak eski taraftarlığının bir masal olduğu görülür. Hakikatte o, iyi ve güzel mânâlarında Şark ile Garp arasında bir fark olabileceğine inanmıyor ve milliyetperverliği bir nevi gelenek fikriyle tefsir ediyordu. Münakaşalarında bu haddi geçen şeyler, daima şahsî olan taraflarıdır.”

Böyle bir hesaplaşma, bu kırgınlıklar olmasa bile, şüphesiz başka bir biçimde yaşanacaktı. Eski edebiyat, Muallim Nâci’nin şahsında yenilgiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu yenilgide Nâci’nin sorumluluğu inkâr edilemez. Çünkü bütün iyi niyetine rağmen, yeni silâhlarla donanmış rakibine karşı Muallim Nâci olarak karşı durmadı; onu sığındığı Mes’ûd-ı Harâbâtî yıktı. Gazellerinde kullandığı bu mahlas, yeni edebiyat taraftarlarının eline sağlam kozlar veriyordu.

Kayınpederi Ahmed Midhat Efendi, Tercüman-ı Hakikat’in Kısm-ı Edebî’sini idare eden ve bu sütunu Mes’ûd-ı Harâbâtî’nin gazellerine yazılmış nazirelerle dolduran Nâci’yi sonunda gazetesinden kovmuştur. Ancak hataları, Nâci’nin değerinin teslim edilmemesi için bir gerekçe olamaz. Gerçek bir tarihçi taraf tutmamalıdır. Hâlbuki yakın zamanlara kadar bütün edebiyat tarihçilerimiz, şairlik kudreti bakımından Nâci’nin yanında adı bile edilemeyecek olan Recaizade’nin yanında yer almışlardır.

Son derece titiz bir araştırmacı ve velut bir edebiyat tarihçisi olan M. Kayahan Özgül, “Şiir Hazanında Gazel Dökenler” adlı araştırma serisinin beşinci kitabı olan Muallim Nâci Efendi (Kitabevi Yayınları, 2016) isimli eserinde bu ihmal edilmiş kudretli şairin hakkını teslim ediyor. “Arafta Yalnız Bir Şair” başlıklı kapsamlı bir giriş yazısının ardından Nâci’nin bütün şiirlerini ihtiva eden eseri bütün edebiyat severlere tavsiye ediyorum.

18-04/18/ekran-resmi-2018-04-18-011347.png

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN