Suriye’de kaçan fırsat

Bugünlerde ABD’den çok şikayetçiyiz… NATO müttefiki olan Türkiye’nin isteklerini ve hatta güvenliğini bir yana koyarak Suriye’de bizim onaylamadığımız işbirlikleri içine giriyor. Rusya ile olan zımni anlaşmasına diyebileceğimiz pek bir şey olmasa da, PYD’yi koruma altına almasına, YPG ile ortak askeri operasyonlara kalkışmasına, hatta PKK’nın uzantısı olan bu güçlerle komuta ve silah açısından iç içe geçmesine öfkeleniyoruz. Ama haklı olmak işe yaramıyor… Çünkü dış politika herhangi tür bir ‘haklılık’ kavramı üzerine oturmuyor. Yani kimsenin talebi veya hayali ‘haklı’ değil. Dış politika ‘siyaset yapma gücü’ etrafında şekilleniyor ve bunun anlamı diğer aktörleri kendi hedefiniz doğrultusunda yönlendirmek üzere tutum alıp hamle yapmak. Eğer bunu iyi yaparsanız hayat istediğiniz yönde gidiyor. Aksine eğer hayat istem ediğiniz yönde gitmişse, işinizi doğru yapmamış olduğunuzu idrak edip meseleyi yeniden düşünmenizde büyük yarar var. Çünkü buna direnç gösterirseniz hayatın daha da istemediğiniz yönde gideceği açık…

***

ABD bugün YPG’ye bir miktar Arap ekleyip Suriye Demokratik Gücü diye bir oluşum üreterek IŞİD ile savaştırıyor. PKK’yı terör örgütü olarak kabullenmelerine ve PYD’nin de onun uzantısı olduğunu teslim etmelerine rağmen, PYD’nin silahlı kanadı olan YPG ile işbirliği yaparız diyorlar… Kendileri açısından epeyce akıllıca… Bir yandan Suriye’deki operasyonun maliyeti azaltılıyor, aynı anda Kürtlere istediklerini ABD’nin savaşını sürdürerek alabilecekleri hatırlatılıyor, ama diğer yandan da gelecek belirsizliğini sürdürüyor. Diğer bir deyişle Kürt meselesinde kozlar ve dizginler ABD’nin elinde kalmaya devam ediyor. Türkiye buna ‘ahlaken’ itiraz ediyor ama dış politikada ‘ahlak temelli siyaset’ ancak savunucusu hiç taviz vermezse saygı kazanabilir. Oysa biz de örneğin Sudan konusunda pek ahlaklı olmamıştık…

***

Dolayısıyla çözüm siyasetten geçiyor. Türkiye farklı bir yol izlese ne olurdu diye düşünelim. Türkiye’de PKK ile ateşkes arayışı ve reform adımları, Rojava’da ise sahiplenici bir tutum sergileyerek Kürtlerle iyi ilişkiler üretmeye çalışsaydı? O durumda ABD çok muhtemelen Türkiye ile anlaşmanın ve birlikte yürümenin en akılcı ve en az maliyetli yol olduğunu düşünecekti. Türkiye bunu öngöremedi mi? Basit bir akıl yürütme bile ABD’nin ne yapacağını söylüyordu: Rusya zaten Esad yanlısıydı, Özgür Suriye Ordusu alternatif olmamıştı ve üstelik IŞİD ile aralarında geçişlilik olduğu görülüyordu. Geriye sadece PYD kalmıştı. Yani hem mezhepsel kimlikleşmenin dışında duran, hem de küresel bir gücün himayesine ideolojik açıdan karşı olmayan bir aktör...

ABD işin başında Türkiye’yi de üzmek istemedi. Özgür Suriye Ordusu’na destek verdi ama yarım ağızla. Çünkü siyasi güvenilirlik açısından Sünnilerden hiçbir zaman emin olunamayacağını düşündü. Sonunda ibre Kürtlere doğru kaydığında Türkiye hala aynı politikada sayıyordu ve etkileme gücü elimizden kaçtı. Bugün ABD Türkiye’ye danışarak karar vermektense, kararlarını Türkiye’ye bildiriyor. Türkiye’nin kara harekatı gibi karşı tekliflerine de pek itibar etmiyor. Bir dönemin Türkmen ‘kartının’ bugün buharlaşmasının gösterdiği üzere, dış politika güç dengesizliklerini doğru değerlendirmeyi ve kendinize gerçekçi yaklaşmayı gerektiriyor.

***

ABD bölgede etkileme ve yönetme avantajlarını elinde tutabileceği kalıcı bir yapının kurulması peşinde. Bunu veri alarak ABD’ye istediğini en fazla yaptırtabilecek ülke Türkiye idi. Eğer pazarlık gücünü artırabilse, kendisini vazgeçilmez yapabilseydi. Bu da ancak Kürtlerle olabilirdi ve Türkiye bu fırsatı kaçırdı…

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum