Yaşayacağız yarım yarım, öleceğiz yarım yarım…

Yarım bardak çay. Yarısı ısırılmış poğaça ve yarım bardak su. Bunlar az önce elinde bir gönül fırçasıyla bir son ressam gibi dünyanın ruhunu resmedip giden bir varlığın bize emanetleridir. Gülümseyerek çerçevelemiş ve sessizce aramızdan çekilmiştir. O tablonun içinde yarım kalmış üç sembolik öge vardır ve dileyen yarım sayılabilecek bir ömrü de ona ekleyebilir. Onlar bir yandan saflığı, varlığın özünü, emeği ve ‘yeryüzünde garip bir yolcu olmayı’ temsil ederler. Kalbi ihtiras, kötülük ve dünya ile kirlenmeyenler bu resmin imgesini çözecekler ve kendilerine yeniden çeki düzen vereceklerdir. Yaşamak da sanattır sonunda.

***

Ölümdür bu resmin adı. Hiç birimiz onu ne kendimize ne de sevdiklerimize yakıştırabiliriz. Yakınımıza, ocağımıza çöksün istemeyiz. Ki ölüm öte taraftan çok burayı, dünyayı ilgilendirir. Her ferdin, her meşrebin kendisince bir macerası ve ereği vardır dünyada. Ölüm de bu erekle ister istemez çarpılır. Tablonun altına hep imzayı ölüm atar. Bu yüzden, tanırız o çizgiyi. Yazı, sanat ve düşünce adamına gelince, bir örümceğin salyasından dokunmuş ağ gibi ince, narin ve boşlukta sallanır onun için dünya ve ölüm. Görmezden gelemez ama onun ağına kurban gitmek de hiç istemez. Herkesin av tamtamlarıyla ormanda şehvetle coştuğu anda, o, avın gözlerine yığılan büyük korkuyu düşünür hep. Çünkü dünyadan önce insanın kendisi büyük korkudur, korkunçluktur. Yazı adamının gözlerindeki büyük hayret bundandır.

Akif Emre’nin bir mütevazı çalışma masasında, bir büyük ressamın son dünya tablosu gibi yazı adamına bıraktığı resmi bir ahlak yazıtı sayıp öyle okumak bu yolda yürüme iddiasını kaybetmeyenler için çok değerlidir. O enerjisi yüksek cehdi yanında bilgi, kültür, düşünce ve samimiyetle ördüğü hayat eyleminde, dirençle özgür kalmanın ve özgün olmanın yollarını da araştırmış bir öznedir. Günlük hayatta onunla kurduğumuz temasın asıl arkasında hayatın hep bir av sahnesi gerilimiyle kurulmuş tablosu karşısında duyulan bir büyük kırılışın izleri vardır.

En son bir belediye otobüsünde karşılaşmıştık onunla. Daha dün aramızda yarım kalmış bir cümle varmışçasına reel olanın dışına çıkıp bağımsız düşünmenin sınırlarına varmıştık. Anında dünya ve Türkiye iç içe geçivermiş, hayat kadar düşünce ve siyaset dünyası aynı cümlelerin içinde yerini alıvermişti. Farkındaydı ‘çürüme’nin. Biliş, samimi ve donanımlı içtenlikle aramızdaki zamansal mesafeyi hemen kısalttı. Ötesinde, yazdıklarını okuduğunuzda saklı hedeflerin ötesinde berrak bir amaca bağlandığını görürdünüz. Eleştirellik bir tür ergin ve yaratıcı zihin kuşanmasıydı Akif Emre’de. Bu eleştirelliği başka bir gruba veya amaca teşne olmaksızın hep işletti.

***

Bir bardak su bir bardak çay ve yarım poğaça. Bu yarımlık, bu simgesel kalıtlar, orada durmadı. Az sonra dünyaya doğru kollarını sıvayacak, zihninin koridorlarında dolaşacaktı. Soruları güncellenmiş bilgilerle ülke ve insan adına yoğurup harekete geçecekti. Lakin bu yazı adamı, birden ölümün o hep şaşırtan hamlesiyle çelmelendi. Bıraktıkları çok okumaya uygun son tabloya dönüştü ve zamanın duvarına asıldı.

Belki de o tablo başlangıçtan beri hep vardı. Ölüm onu somutladı. Ve konuştu. Ben dedi bunca zaman durduğum yerden eğilmeden size baktım. Meyveleri bu kadardır belki şu iştah kabartan dünyadan payıma düşen. Ama siz de görüyorsunuz, doğrandıkça artan ekmekler ve birer varlık kuşu gibi aramızdan havalanan bu lokmalar bizim son güzelliğimiz olsun. Biz işte böyle yarım yarım yaşar, ölürüz yarım yarım. Biz ölmeden kimse inanmaz buna. Ve yarım kalan ilerler, yarım olan hep insan kalır ayrıca…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.