Babacan'dan 'erken seçim' yorumu: Bu sistem 2023'e kadar dayanmaz

Babacan'dan 'erken seçim' yorumu: Bu sistem 2023'e kadar dayanmaz

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, 'erken seçim' tartışmalarıyla ilgili çarpıcı mesajlar verdi. 'Benim baskın seçim beklentim yok' diyen Babacan, sistemin 2023 Haziran'a kadar dayanamayacağını belirtti. Babacan "Seçim ihtimalini 2021-2022'de biraz daha yüksek görüyorum' dedi. Her şeyi göze alarak yeni bir parti kurduklarını da hatırlatan Babacan 'Böyle bir baskı ortamında, böylesine özgürlüklerin sınırlandığı bir ortamda yeni bir siyasi hareket başlatmak aslında benim ve arkadaşlarım için ciddi bir risk' ifadelerini kullandı.

Demokratik ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, BBC Türkçe'ye konuştu.

Türkiye'de mevcut partilerden umut kesildiğini gördükleri için yeni parti kurma kararı aldıklarını belirten Babacan "Böyle bir baskı ortamında, böylesine özgürlüklerin sınırlandığı bir ortamda yeni bir siyasi hareket başlatmak ve bunca insanın adıyla soyadıyla, imzasıyla bu siyasi hareketin içinde yer alması ve çok daha fazla sayıda kişinin de yer alacak olması, aslında benim ve arkadaşlarım için ciddi bir risk. Ama biz her şeyi göze aldık, öyle başladık" diye konuştu.

Babacan "Kurucusu olduğunuz, uzun yıllar bakanlık yaptığınız AKP'den ayrılıp, neden yeni bir parti kurma kararı aldınız?" sorusuna şu karşılığı verdi:

"Öncelikle siyasete nasıl girdim, niye girdim bir kaç cümle söyleyelim. Biz ticaretle uğraşan bir aileyiz aslında. Türkiye'de 1997 yılında 28 Şubat süreci yaşandı, ardından da 2001'de malum o çok büyük ekonomik krizi yaşadık. Daha sonra siyasette sil baştan, ihtiyacı ortaya çıktı. Tam o dönemde ben bir teklif aldım, yani iş dünyasının ve finans bakışının siyasete yansımasının çok önemli olacağı, biraz da elini taşın altına koyarak, işin içinde olarak Türkiye'nin problemleriyle uğraşmak, çözmek için mücadele etmenin iyi olacağı bana söylendi.

Kaç kere oturduk, konuştuk ve sonunda kabul ettim ve AK Parti Kurucu üyesi olarak başladım. Amacım sadece Türkiye için iyi bir şeyler yapmaktı. AK Parti iyi ilkelerle başladı, iyi değerlerle başladı. Tayyip Bey'in o günkü açılış törenindeki açıklamalarına bakarsanız çok farklı başladı her şey.

"KARARLAR TEK MERCİDEN ALINMAYA BAŞLADI, HATALAR ÇOĞALDI"

Ama daha sonra zaman geçtikçe, iktidar gücü yozlaştırmaya başladı. Mutlak güç mutlaka yozlaştırır diye bir tabir var biliyorsunuz, bütün o başlangıç ilkelerinden değerlerinden uzaklaşılmaya başlandı. İnsan kaynağı, yapısı erozyona uğradı. Kararlar istişare ile alınırken, daha sonra tamamen tek bir merciden alınmaya başlandı, buna bağlı olarak da hatalar çoğaldı.

Bu hatalar, şahsi alanda kalsa, partinin yaptığı hatalar olsa neyse ama, bütün bu hatalar ülkeye büyük maliyet getirmeye başladı. AK Parti, bir zamanlar belli bir kesimin özgürlük sorunu, belli bir kesimin baskı zulüm altında olmasına bir isyan olarak ortaya çıkmışken; daha sonra, daha geniş kesimlere baskı yapan, geniş kesimlerin özgürlük alanını sınırlayan, ülkedeki genel demokratik işleyişi zayıflatan bir tablo ortaya çıkmaya başladı.

Açıkçası, bir süre dedik, dışında duralım, sessiz olalım, kendi işimize dönelim. Fakat ülkenin şartları o kadar kötüleşti ki yeniden Türkiye için bir şey yapmayı ahlaki toplumsal sorumluluk olarak gördük ve bizim gibi düşünen arkadaşlarla birlikte yeniden bir başlangıç yaptık ve yeni bir siyasi parti kurduk."

Babacan'ın açıklamaları şöyle:

SORU: Siz, istifanızı sunmaya gittiğinizde sayın Erdoğan'ın, "Ayrılmayın, ne yapacaksanız burada yapın?" dediği kamuoyuna yansıdı. Neden partide kalıp, yanlış gördüklerinizle mücadele etmek yerine ayrılmayı tercih ettiniz?

"Öyle bir imkan görseydim, zaten sabrederdim. Ama ben bakanlıktan ayrıldıktan sonra, 2015'ten, Temmuz 2019'a kadar, yani Ak Parti'den ayrıldığım güne kadar ,basına açık tek bir ifadem olmadı.

O dönem benim içeride doğrular için verdiğim mücadele dönemidir. Bakanlık döneminde de problemlerle ilgili, kendi iç sorunlarımızla ilgili sadece ben değil, benim gibi düşünen arkadaşlarımız da mücadele verdi, yanlışlara işaret etmek, düzeltmekle ilgili çok yoğun bir çabamız oldu. Ama hem bakanlık döneminin son bir kaç yılı, hem de bakanlık bittikten sonrasındaki son 4 yıllık dönemde, içeride çok uğraştık ama içeriden bu işin düzeltilemeyeceğine kesin kanaat getirdiğimiz anda yeni bir çalışma başlatma kararı verdik.

'Niye içerİden düzeltilemezdi?' derseniz... Öncelikle insan kaynağı yapısı önemli ölçüde erozyona uğradı. Gerçi hala az sayıda da işi bilen arkadaşlar var devlet sisteminde, AK Parti sisteminde ama sayıları çok çok azaldı, etkileri de çok azaldı.

"BİZ BUNA DAYANAMADIK"

Bir de dediğim gibi kararlar istişareyle gitmemeye başladı. Bizim 2003 yılındaki diyelim ki Meclis grup toplantısında biz kapanırız 363 kişi saatlerce her şeyi açık açık konuşurduk. Bakanlar Kurulu, MKYK'sı gerçekten istişare mekanizmasıydı. Bu öyle olmamaya başlamaya başladı artık. Eğer fazla eleştirirsen, ya da farklı düşünürsen, bir gün yol ayrımı oluyor. Bunu herkes anladı ve dolayısıyla özeleştiri dozu da düştü.

Kimse yüksek sesle eleştirememeye başladı. Eleştiri kültürü önemli. Problemler içeriden ancak öyle düzeltilir. Bu bir sivil toplum kuruluşu, dernek olsa önemli değil. Oradaki hataların maliyeti o kurum içiyle sınırlı kalır. Ama burada öyle değil, iktidar partisinin hataları bütün ülkeye mal oluyor bütün ülke bedel ödüyor. Biz buna dayanamadık. Bu ülkeye yazık, çocuklarımızın geleceğine yazık. Onun için yeni parti çalışması başlattık."

SORU: Parti kuruluşunuzun koronavirüs salgını nedeniyle biraz talihsiz bir döneme denk geldiğini düşünüyor musunuz? Bu süreçte tabanla iletişim kurma konusunda sıkıntı yaşıyor musunuz?

"Koronavirüs salgınıyla ilgili tüm tedbirlere uyuyoruz. Bu durum bizim fiziki olarak kalabalık gruplar halinde biraraya gelmemizi, toplanmamızı engelliyor. Ama teknolojiyi kullanarak, dijital ortamda oldukça sık, geniş katılımlı toplantılar yapıyoruz. Kendi iç çalışmalarımızda çok şükür bir aksama olmadı. Eğer bu salgın olmasaydı hiçbir kısıtlama olmasaydı, biz kuruluştan iki ay sonra yine bugün aynı bu durumda olacaktık.

Çünkü hiç kimse boş durmuyor. Öyle bir çalışma azmi var arkadaşlarda. Çok hoşuma da gidiyor, çok ciddi bir heyecan var. Ülke için bir şey yapma heyecanı var. Kurucularımızın yarısı zaten daha önce siyaset yapmayn insanlar. Yüzde 35 kadın, yüzde 20 genç kotamız var. Dolayısıyla kadın ve gençlerimizin çok aktif olduğu bir parti aynı zamanda. Şu ana kadar bir zorluk hissetmedik. Ama teşkilatlanmada şu olacak; nihayetinde biz bir il başkanı belirleyeceğiz.

"YOUTUBE YAYINLARIMIZ MİTİNG ETKİSİ YARATIYOR"

Ama il başkanlarını belirlerken adaylarla nihayetinde sosyal mesafeyi koruyarak, yüzyüze görüşürüz, o gerekiyor. Ama kalabalık ortamlar oluşturmadan bunları yaparız. Topluma kendimizi duyurma açısnıdan kalabalık toplantılar yapılamıyor. Ama şu anda o aşamada değil bizim çalışmalarımız. O daha sonra olacak. Ama sosyal medyayı son 2 haftadır daha fazla kullanıyoruz.

İlk 1.5 ay, sağlık çok gündemdeyken, can önceliği varken siyasi iletişimi biraz da bilinçli olarak düşük dozda götürdük. Ağırlıklı olarak yazılı açıklamalar, mülakatlarla gittik ama son iki haftadır biraz iletişimi açtık, frekansını da biraz artırdık.

Toplu, meydanlarda olmuyor ama Youtube'da yaptığımız herhangi bir yayında izleyenlerin sayısına baktığımzda hemen her gün büyük mitingler yapıyoruz gibi bir etkisi var. Belki İstanbul'un en büyük miting alanında toplayamayacağımız insanlarla Youtube ekranında buluşmak mümkün oluyor. O nedenle şu ana kadar eksiklik hissetmedik. Ama siyaset yüzde 100 dijital ortamda yapılmaz. İnsan meselesi, yüz yüze temas, dokunuş önemlidir. Kısıtlamalar azaldıkça biz de çalışma tarzımızı ona göre adapte edeceğiz."

SORU: İnsanlar Ali Babacan'ın parti kurduğunu DEVA partisini biliyor mu?

"Bizim bir parti kurmakta oluşumuz konusunda genel bir farkındalık var toplumda. Ama hangi aşamada olduğunu bazı insanlar bilemeyebilir. Henüz kurulduğunu bilmeyenler olabilir, parti kuruldu ama adı neydi diyenler olabilir.

İletişimi kademe kademe açtıkça hem farkındalık artacak hem de destek konusunda çok iyi sonuç alacağımızı düşünüyorum. Çünkü bilenler, farkında olanların kanaati son derece olumlu. Ama olumlu tutumun destek olarak yansıması gerekecek ama onun için vaktimiz var."

SORU: Parti kuruluşunu tamamladınız, bundan sonra yol haritanızda ne var?

"Partimiz kurulalı tam 2 ay oldu 11 Mayıs'ta. Tabii kuruluş öncesinde çalışmalarımız da var, parti programının, politikalarının hazırlanması gibi. Şu anda genel merkez teşkilatlanmasını tamamlamış durumdayız. Herkesin iş bölümü var herkes nerede ne yapıyor belli.

Ülke sathında il ilçe teşkilatlanma çalışmasına başladık. 81 ilimizi 18 bölgeye ayırdık, komisyonlar kurduk, komisyonlar yoğun bir şekilde kendi bölgesinin il ve ilçe teşkilatlanmasının çatısını kuruyor.

Tam o dönemin ortasındayız şu anda. Bu yılın sonbahar aylarında teşkilatlanmamızın önemli ölçüde tamamlanmasını planlıyoruz. Arkasından da büyük kongremizin yapılması. Onun için kesin bir tarih vermek istemiyorum şu anda biraz da süreci izlememiz gerekecek. Ama biz sonbahar aylarına geldiğimizde önemli bir mesafe kaydetmeyi umuyoruz. Şu anki sürecin gidişi de onu gösteriyor."

SORU: Siyasette sizi farklı kılan ne olacak?

"Biz partimiz kurulduktan sonra herhangi bir ölçüm yaptırmadık. Ancak parti kuruluşundan önce kamuoyu nabzını çok iyi tutmaya çalıştık. Çok geniş, kaliteli araştırmalar yaptırdık. Yapılan araştırmaların çok iyi analizini yaptık. Araştırma deyince tabii, biliyorsunuz, bir gerçekten kamuoyundaki toplumdaki eğilimleri ölçen araştırmalar var, bir de kamuoyunu etkilemek için kapalı ortamda üretilen sözümona araştırma sonuçları var. Biz tabii gerçek olan araştırmayı yaptık. Ve şunu gördük: toplum mevut siyasi partilerden umudunu önemli ölçüde kesti.

Bu bütün araştırmalarda açık ortaya çıktı. Yani iktidar tarafındaki partilerden de muhalefet tarafındaki partilerden de önemli ölçüde bir umut kaybı söz konusu. İnsanlar partileri destekleyeceklerini söylüyorlar ama o partileri desteklerkenki beklentileri daha iyi bir Türkiye değil, daha iyi bir gelecek değil. İktidar partisini destekleyenler daha kötüsü olmasın diye korkularla o desteği veriyorlar. 'Elimizdekini bari kaybetmeyelim' diyorlar, 'Ya ülke daha kötüye giderse?' diyorlar.

"İNSANLAR GERÇEK KANAATLERİNİ SÖYLEMEKTEN ÇEKİNİYOR"

Yani ülke daha iyiye gitsin diye destek yok. Muhalefet partilerini destekleyenlere bakıyoruz, muhalefeti destekleyenlerde 'Bu partiye oy vereyim, bu parti Türkiye'yi daha iyi bir geleceğe götürür' beklentisi var mı? O da yok. Daha çok kimlikler söz konusu, ya da iktidar tarafına çok kızdığı için, kızgınlıkla muhalefete destek söz konusu.

Biz parti kuruluşundan önce böyle bir tablo gördük. Bu tablo bize şunu söyledi: Yeni bir siyasi harekete ihtiyaç var. Özellikle kararsızların, hiçbiri diyenlerin yüzdesi çok arttı. Virüs salgınından sonra yüz yüze ölçüm yapılamıyor, telefonla yapılıyor. Telefonla yapılan anketlerin de sorunu var. İnsanlar telefonla konuşurken gerçek kanaatlerini söyleme konusunda çekingenler.

Muhtemelen telefonla yapılan anketlerde iktidarı daha fazla destekleme yönünde bir eğilim ortaya çıkabilir. Muhalefeti destekliyorum demekten korkanlar var. Ama virüs salgını öncesinde yapılan güvenilir anketlerde, Türkiye'nine en büyük partisi kararsızlar partisiydi. Yüzde 36-37'lerde çıkıyordu.

Mevcut siyasi sistemi topyekün reddeden, büyük bir kitle var Türkiye'de... Özellikle gençlerde. Yani mevcut siyasetten hiçbir şey görmek istemiyorlar, yepyeni şeyler görmek istiyorlar. Bütün bunları biz gördük. Kendimiz de araştırmalar yaptırdık, toplumu iyi anlamaya çalıştık, onun üzerine bu çalışmaya başladık. Yoksa talep yoksa ihtiyaç yoksa niye böyle bir çalışmayı yapalım."

SORU: Abdullah Gül ile parti kuruluş sürecinde kurucu listesi konusunda anlaşmazlık olduğu kırgınlık olduğu haberler yansıdı... Sayın Gül, bu hareketin neresinde?

"Abdullah bey, benim siyasete girmeme vesile olan kişi. Çok uzun yıllar, yakın çalıştık. Ve yeni bir siyasi hareket başlatmanın gerekliliği konusunda kendisiyle beraber çok istişareler yaptık. Kendisi böyle bir hareket olursa destekleyeceğini de söyledi. Parti kuruluşundan hemen önce de desteğini kamuoyuna açıkladı.

Ancak kendisi Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrılırken, artık aktif siyaset yapmayacağını da açıklamıştı. Bizim kendisiyle olan ilişkimiz, istişari bir ilişki. Ara ara bazı konuları istişare ediyoruz ama bizim partimizin yetkili organları var, partinin karar mekanizması var ve şeffaf, açık bir yapı var.

Bizim şöyle bir anlayışımız yok: 'Bazı arkadaşlarımız şu kişiye yakın, bazı arkadaşlarımız şunun ekibi…' Böyle bir anlayışımız yok, siyasi partiler açısından yanlıştır. Yani biz kişilere yakınlık uzaklıkla ilgili bir değerlendirme yapmıyoruz insanlar hakkında. Bizim değerlerimize ilkelerimize yakınlar mı? Bizim için gruplaşma varsa tek bir gruplaşma var o da ilke ve değerler etrafında gruplaşma olur."

SORU: Çokça konuşuluyor bu iddia: Abdullah Gül, önümüzdeki seçimde sizin cumhurbaşkanı adayınız mı?

"Biz Sayın Gül ile yeni bir parti kurulması ihtiyacını nereden baksanız en az 1,5 yıldır konuşuyoruz. Baş başa görüşmelerimizde ya da daha geniş gruplar halinde görüşmelerimizde böyle bir konu tek bir defa bile gündeme gelmemiştir."

SORU: Çok temkinli bir siyasetçi olarak tanınıyorsunuz. Oysa Erdoğan risk alıp oyunu artıran siyasette büyüyen veya iktidarını sağlamlaştıran bir isim olarak tanınıyor. Bu durum sizin için bir avantaj mı, dezavantaj mı?

"Böyle bir baskı ortamında, böylesine özgürlüklerin sınırlandığı bir ortamda yeni bir siyasi hareket başlatmak ve bunca insanın adıyla soyadıyla, imzasıyla bu siyasi hareketin içinde yer alması ve çok daha fazla sayıda kişinin de yer alacak olması, aslında benim ve arkadaşlarım için ciddi bir risk. Eğer riskten söz ediyorsak, böyle bir ortamda yeni bir siyasi hareket başlatmak, herkesin göze alabileceği bir risk değil. Ama biz her şeyi göze aldık öyle başladık.

Yine riskten söz ediyorsak, hele hele iktidar partisi için, iktidarda olan bir grup ve kişi için şuna da dikkatinizi çekmek isterim: Belki şahsi bir konuda risk alınır ama 83 milyonluk bir ülke büyük riskler altına sokulmaz. Sorumlu bir devlet yönetimi anlayışına sahipsek, böylesine büyük bir ülkeyi, sadece kendi vatandaşları için değil, içinde bulunduğumuz coğrafya için de önemli olan bir ülkeyi riskle yönetmeyi, gözünü karartarak yönetmeyi doğru bulmam.

Tabii ki iyi tedbir alınmalı, iyi istişareler yapılmalı, önce bilim, önce akıl, önce teknik çalışma, onun üzerine siyasi karar. Biz böyle çalıştık, ülkenin de öyle yönetilmesi gerektiğine inanıyoruz. Eğer ülke için siyaset yapıyorsak geniş bir ekiple çalışıyorsak, kuşkusuz istişarelerle, ölçülen hesap edilen risklerle hareket etmek ülke için yapılan çalışmalarda çok daha iyi. Risksiz hiçbir şey yok ama ölçmek lazım, hesap etmek lazım. Kararımızdan eminsek o kararı uygulamak için korkmadan cesaretle yol yürümek lazım."

SORU: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı mesajınızda Atatürk'ü anmamanız çok eleştirildi, bunun üzerine ikinci kez mesaj yayınlamak durumunda kaldınız. Neden böyle bir durum yaşandı?

"Mesajın içeriği, 22 Nisan'da öğrencilerle yaptığımız bir etkinlik. 23 Nisan içerikli bir zoom toplantısı yaptık: Farklı illerden, farklı okullardan çocuklarla buluştuk. Bir gün sonra da buluşmayla ilgili görseller ve tweet'ler düzenlendi ve 3 planlama yapıldı.

Birinci tweet'te kısa bir konu, ikincisinde çocuklarla yaptığımız görüşmenin 1 dakikalık bölümü, üçüncüsünde de çocuklarla yaptığımız toplantının daha geniş kesiti. Mesaj planlamamıza göre de o üçüncü tweet'imizde Mustafa Kemal Atatürk'le ilgili de bir ifade vardı. O arada teknik bir sorun çıktı ve bizim o uzun videonun revize edilmesi gerekti ve bu durum bize yaklaşık 2,5 saat kaybettirdi. Birinci ikinci tweet'le üçüncü tweet arasındaki 2,5 saatlik sürede maalesef bir yanlış algı oluştu. Ben de buna üzüldüm.

"NİYET BU DEĞİLDİ, AÇIKÇASI ÜZÜLDÜM"

Ama dönüp de bizim 22 Nisan'da çekimini yaptığımız, tamamen doğaçlama yaptığımız sohbete bakacak olursanız benim orada Mustafa Kemal Atatürk vurgum çok açık. Hem Birinci Meclis'i kuran, hem de Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk diye vurgum var. Açıkçası üzüldüm. Niyet bu değil, olamaz da böyle bir şey. İletişimden sorumlu arkadaşlarımız da çok üzüldü, tamamen istenmeyen bir tablo ortaya çıktı doğrusu."

SORU: Salgın sürecindeki kazanımların ardından bir erken seçime gidilebileceği iddiaları konuşuluyor. Siz bir erken seçim öngörüyor musunuz?

"2018 seçimlerinden bu yana, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana 2 yıl bile geçmedi. Arada yerel secimler oldu. İktidar partisi İstanbul'u kaybetti, Ankara, Antalya, Adana, Mersin belli başlı illerin tamamı muhalefete geçti. O tecrübenin üzerine iktidar, hem Meclis'teki çoğunluğunu, hem de sahip olduğu cumhurbaşkanlığı gücünü kolay kolay riske atmaz diye düşünüyorum ben açıkçası. Bugün bu gücün elden kayıp gitme ihtimali çok yüksektir ve zayıf bir noktada böyle bir şey yapacaklarını ben tahmin etmiyorum.

Bir de 3 yıllık bir görev süresi var. Bu 3 yılda da belki destek toplanır, memleket toparlanır diye bir iyimser beklentiye de sahip olabilirler ki keşke öyle olsa, biz de çok mutlu oluruz. Ama olmayacak. Dolayasıyla benim apar topar bir erken seçim beklentim yok. Ama 2023 Haziran'a kadar Türkiye dayanır mı, sistem dayanır mı? O ihtimal de çok zayıf doğrusu. Seçim ihtimalini 2021-2022'de biraz daha yüksek görüyorum."

SORU: Bir de her ne kadar AKP sözcüleri doğrulamasa da iktidarın Cumhurbaşkanlığı seçim sisteminde değişikliğe gideceği iddiası kulislerde konuşuluyor. Siz böyle bir ihtimal görüyor musunuz?

"Zemin kaybedilmeye başlayınca, destek kaybedilmeye başlayınca, oyunun kurallarını değiştirip, yeni kurallarla iktidarın devamı...

Bu bizim toplumumuzda tutmuyor, bu defalarca test edilmiş. Bunu insanlar herkesten önce anlıyor. Çok fazla konuşulmasına bile gerek kalmıyor. Eski kurallara göre iktidar olamıyorum, kuralları değiştireyim ki yeni kurallara göre iktidar olmaya devam edeyim. Bizim halkımız bunu anladığı anda işi bitirir, sona gidişi hızlandırır."

SORU: Bir de CHP'li bazı parti yöneticilerinin açıklamaları üzerinden, işte "saray rejimi" ifadesi kullanıldığı için AKP sözcüleri bunu "darbe iması, darbe çağrısı" olarak yorumluyor. Siz böyle bir ihtimal görüyor musunuz?

"Biz açıkçası, eğer Türkiye'de işler kötüye gidiyorsa, bunun tekrar düzeltilmesinin tek ve meşru yolunun siyaset olduğuna inanıyoruz. Türkiye'de yeniden böyle ihtimallerin gündeme gelmesi bile son derece üzücü. İnsanların aklına bunlar gelebiliyorsa, insanlar "acaba" diyorsa bu ülkem adına beni üzer, yazıktır.

Bir yandan bu 15 Temmuz'un hatırası da daha çok taze. Hiç olmaz, olamaz derken, Türkiye böyle hain bir teşebbüsle karşı karşıya kaldı. O da bir gerçek. Ama iktidarın bunu bir mağduriyet gerekçesi olarak göstermesi ya da bu riske vurgu yaparak, kendi iktidarını güçlendirme çabası da bir başka hata.

Başta söyledim ya, iyi bir gelecek vaadedemeyince, korkularla yönetme, korkutup da destek toplama. Bu korku kaynaklarından birisini de askeri darbe olarak kullanmak iktidar açısından maalesef bir yöntem gibi görünüyor. En azından o hissiyatı verecek bir propaganda mekanizması kullanıyorlar. "Bak biz olmazsak kötüsü gelir ha, bizi destekleyin yoksa darbe kapıda" hissiyatı.. Bunlar açık açık söylenmiyor ama bu hissiyatı oluşturma çabasını ben biraz görüyorum.

Bunlar çok yanlış. Bugün iktidarın çıkıp söylemesi gereken, kardeşim biz iktidarız, böyle bir şeye asla izin vermeyiz, biz yerimizdeyiz buradayız, havasında olması lazım. Bunları söylemeyip de el altından, satır aralarında o ihtimal varmış gibi mağduriyet havası oluşturup oradan destek toplamaya çalışmak, yazık, bu ülkeye yazık, ülkem adına üzülüyorum doğrusu. Hükümete düşen tedbirini almak, gereğini yapmaktır."

SORU: Diyanet İşleri Başkanı'nın eşcinselleri salgın hastalıkların kaynağı olduğuna ilişkin cuma hutbesi ile başlayan bir başka tartışma yaşandı. Ankara Barosu'nun Diyanet'e tepki açıklamasının ardından iktidarın baro ve mimar mühendis odaları ile ilgili yasa değişikliği yapma yapma kararı almasını nasıl değerlendirirsiniz?

Ankara Barosu imzasıyla yapılan açıklama kabul edilebilir bir açıklama değil. Hukuk sınırları dışına çıkan bir açıklama. Kullanılan kelimeler, ifadeler… Açıkçası ben okuduğumda baroya mensup avukatlarımız adına üzüldüm. Eminim ki onların pek çoğu da hayal kırıklığı ve üzüntü yaşamıştır. Ama öte yandan Ramazan'ın ilk cuma hutbesinde bu konuların gündeme getirilmesi…

O da açıkçası sorgulanması gereken bir konu. Keşke Diyanet İşleri Başkanlığımız tamamen bağımsız çalışsa, tamamen kendi değerlendirmelerine göre İslam dininin kurallarını esaslarını anlatsa, o zaman açıkçası hepimiz çok rahat ederiz. Olması gereken budur. Günlük siyasetten, siyasi yönlendirmeden uzak, tamamen ilmin ışığında çalışsa hepimiz için daha iyi olur ki, görevidir de bu. Bir yandan şu da var tabi ki, parti programımızda da çok açık, toplumumuzda her birey için özgürlükleri önemsiyoruz.

"FIRSATTAN YARALANIP BAROLARLA İLGİLİ DÜZENLEME YAPMAK İSTİYORLAR"

Ama aynı zamanda Anayasada da parti programımızda da çok açık bir başka konu var: Devletin, toplumumuzun yapısını güçlendiren aile kurumunu da desteklemek ve korumak gibi bir görevi var. Bu tartışmalar oldu bitti, bu tartışmalar geride kaldı şimdi. Ama ileriye doğru baktığımızda yine bu konjonktürü fırsat bilip, hemen barolarla ilgili düzenleme yapmak isteniyor.

Yine Ramazan ayında oluyor bu. Yapılması gereken, gündemin daha müsait olduğu bir zamanda, bu tür meslek kuruluşlarının üyelik yapısı, iç işleyiş tarzı, bunlarla ilgili geniş katılımlı bir istişare yapılabilir, bir mutabakat arayışı olabilir. Burada aksaklıklar var problemler var, gelin konuşalım arkadaşlar denilebilir. Siyasi partiler arasında mesela bir ortak çalışma olabilir. Bir şeyler yapılacaksa ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla, akademisyenlerle siyasi partilerle oluşturulacak bir komisyonla aksaklıklar nasıl giderilebilir, bu kuruluşların mümkün olduğunca günlük siyasi etkilerden uzak, kuruluş amaçlarına uygun çalışmaları nasıl sağlanır...

"TÜRKİYE REFLESKLERLE, DÜRTÜLERLE YÜRÜTÜLMEMELİ"

Bu tür yapılara baktığınızda, barolara söylemiyorum ama bazı yapılara baktığınızda şu partiden yana şu gruptan yana olanlar falan. Bu yapılar kendi içinde de günlük siyasi polemikler üzerinden değil de kuruluş amaçlarına dönük çalışmalar yapmalı. Gruplaşmalar olacaksa kendi amaçları doğrultusunda gruplaşmalar olabilir. Yani mesela avukatlar için bir şeyi savunanlar vardır başka şeyi savunanlar vardır.

Ama particilik yapılıyorsa bu da kurumlara zarar verebiliyor. Ama bunların normal bir zamanda, makul bir ortamda, toplumsal mutabakat, siyasi mutabakat arayışıyla yapılması lazım. Öyle iktidar gücü bende hazır da fırsat var, aklıma geleyim yapayım demek doğru değil. Reflekslerle, dürtülerle yönetilmemeli Türkiye, makul ve katılımcı bir anlayışla yönetilmeli."

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN