Görüşler

Claude Lefort ve politik modernite

Claude Lefort ve politik modernite

Ütopya’nın Sesleri kitabının yazarı Halil Turhanlı “Lefort’a göre kralın doğal bedeniyle birlikte politik bedeninin de ortadan kalkması politik teolojinin yerini modern politik düşüncenin alması anlamına geliyordu” diyor.

Claude Lefort totalitarizmi, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki insan hakları ihlallerini eleştirmiş, sosyalist blokun krizini analiz etmiş ve 1989’daki çöküşünü öngörmüştü. Aynı zamanda, Marx’ın bir Avrupamerkezci olarak modernlik öncesi toplumlar ve Doğu toplumları konusundaki analizleri, toplumsal bölünmenin aşılması gerektiğine, tarihin yasaları uyarınca sonunda kesinlikle aşılacağına dair düşünceleri başta olmak üzere ona yönelttiği ciddi eleştiriler dolayısıyla Marksizm sonrası (post-Marksist) düşüncede özel bir yer edinmiştir.

Lefort politik olanın teoloji ile her türlü bağını koparmasını, politik ve teolojinin ayrışmasını demokratik bir toplumun zorunlu koşullarından bir sayıyordu. Bu koşul Lefort’un felsefesindeki modern ve modern öncesi (pre-modern) toplumlardaki politik kurumların zeminleri arasındaki farkı göstermesi bakımından da önemlidir. Bu konudaki görüşlerini geliştirirken, modern politik düzen ve anlayışa geçişi açıklarken Kantorowicz’in kapsamlı ve ayrıntılı çalışması Kralın İki Bedeni’nden hayli yararlanmıştır. (Kantorowicz, Kralın İki Bedeni, çev. Ü.H.Yolsal, BilgeSu,2018)

Lefort’un Kantorowicz okumasına ve onun demokrasi kuramına geçmeden önce felsefesinin özgün noktalardan birine, politik (le politique, siyasal) ve politika (siyaset) arasında yaptığı ayrıma kısaca değineceğim. Lefort’a göre politik toplumun teşekkülüyle bağlantılıdır. Toplumun oluşma, sürecini, kolektif özne olarak ortaya çıkmasını, toplumsal alanın kuruluşunu ifade eder. Toplumsal ilişkileri, birlikte olmayı hatırlatır. Bir başka ifadeyle, toplumun barındırdığı farklı kesimler arasındaki mücadeleyi, tartışmayı, müzakereyi, toplumun kendini kurma sürecini kapsar.

Lefort bu kuruluşu şöyle açıklar: “Hiçbir ilke, asıl unsur, oluşum (sınıflar ya da sınıfın bir kısmı), hiçbir ekonomik ve teknik belirlenme, toplumsal alanın hiçbir boyutu biçim verilmeden var olamaz. Onlara biçim vermek hem anlam vermeyi hem tertip etmeyi ifade eder. Anlam verildiğinde toplumsal alan gerçek ve imgesel, hakiki ve düzmece, adil ve adaletsiz, izin verilen ve yasaklanan, normal ve patolojik arasındaki farkın özgün bir ayırt edebilme biçimiyle uyumlu olarak açıkça dile getirildiği bir alan olarak ortaya çıkar. “(Lefort, Democracy and Political Theory, trans. D.Macey, Polity Press, 1988, 11). Görüldüğü üzere, Lefort’un düşüncesinde politik olan aynı zamanda zıtlıkların tartışıldığı ve bunlar hakkında düşünce açıklandığı bir alan, ontolojik bir zemin. Onun yaptığı ayrımda politika ise genel olarak yönetim biçimini, temsile ve yönetime ilişkin pratikleri ifade ediyor.

***

Lefort politik olanı teolojiden ayırma, bu ikisi arasına belirgin mesafe koyma konusunda büyük hassasiyet göstermişti. Hassasiyetinin asli nedeni onun totalitarizme karşı kararlı duruşu, bütün felsefesinin totalitarizme, demokrasi karşıtlığına karşı gerçek bir meydan okuma niteliği taşımasıdır. Politik teoloji gerçekten sorunlu ve tehlikeli bir kavram. Özellikle 1930’larda Weimar Cumhuriyeti’nin yaşadığı kriz döneminde Nazi rejimini biçimlendirmek, böyle bir rejimin zeminini hazırlamak için Nazilere yakınlığıyla bilinen Carl Schmitt tarafından işlenmişti.

Kantorowicz, Lefort’un politik olan ve teolojinin birbirinden kopuşuna, modern demokrasinin doğuşuna ilişkin tezlerini geliştirirken hayli yararlandığı hacimli çalışması Kralın İki Bedeni’nde politik iktidarın sembolik boyutu üzerinde duruyor, kralın ölümlü biyolojik bedeninin yanısıra onu kendine tabi kılan ölümsüz politik bedeni bulunduğuna dair kurgunun ne denli etkili olduğunu Elizabeth ve Tudor dönemleri İngiltere’sinden birçok örnek sunarak ortaya koyuyordu.

***

Lefort politik beden imgesini, devletin beden olarak düşünülmesini İsa’nın mistik bedeninin sekülerleşmiş bir kurgusu olduğunu, İsa’nın bedeni örnek alınarak kurgulandığını belirtir. Ona göre bu kurgu toplumun yarattığı bir imge.

Demokrasinin Hıristiyanlıktaki vücut bulma (enkarnasyon) anlayışıyla karşıtlık içinde olduğunu da vurgular. Ancak, politik beden kurgusu sembolik de olsa toplumu birleştiriyor, birlik alanı oluşturuyor, halkı kralın etrafında kenetliyordu. Lefort bu noktada öğretmeni Merleau-Ponty’nin beden konusundaki düşüncelerine gönderme yapar. Politik bedenin, Merleau-Ponty’nin “bedensel şema” kavramına benzer bir biçimde toplumun birliğini sağladığını belirtir. (Bernard Flynn, The Philosophy of Claude Lefort, Northwestern University Press, 2005, XXIV).

***

Gerçekten, Merleau-Ponty’nin felsefesinde beden, bedenin dünya ile ilişkisi çok özel bir yere sahiptir. Beden algıları çözümler, algının öznesidir. Yaşayan, duyumsayan varlıktır. Dünyayı tanımamızı sağlar. Ancak bedeninin dünya ile ilişkisinde aşkın bir boyut da mevcuttur. Aşkın boyut insanın basit bir biyolojik nesneye indirgenmesini önler. Beden şeması aracı ve çözümleyici olarak bedenin belirli bir amaca yönelik davranışlarını edimlerini ifade eder.

Beden dünyaya yerleşmemizi, dünya ile bağlantı kurmamızı sağlayan bir aracıdır. İnsan kendini dünyanın içinde tanıyabilir. Dünyadaki varoluşu ise ancak beden aracılığıyla gerçekleşir. Beden sayesinde dünyada, dünyanın içinde oluruz. Bu anlamda aracıdır. Modern öncesi dönemde halk politik bedende varolabiliyordu. Bir başka ifadeyle, dünyayla ilişkisini kralın politik bedeni aracılığıyla kurabiliyordu.

***

Lefort modern çağın devrimlerinde, özellikle de 1789 Devrimi’nde kralın öldürülmesiyle, yani biyolojik bedeninin ortadan kalkmasıyla teolojik-politik bir imge olan politik bedenin de ortadan kalktığını vurgular. Lefort’a göre bu politik moderniteyi başlatan sembolik dönüşümdür. Diğer bir anlatımla, politik modernitenin belirleyici özelliği teoloji ile politik olanın birbirinden ayrılması, bununla birlikte seküler bir düzen olan modern demokrasinin doğmasıdır.

Kantorowicz, Lefort’un hayli etkilendiği ve yararlandığı kitabının II. bölümünde Shakespeare’in tarihsel tragedyası Kral II. Richard’ı inceliyor. Shakespeare 1595’de yazdığı tahmin edilen bu oyununda on dördüncü yüzyılda İngiltere’yi yirmi iki yıl yönetmiş olan II. Richard’ın egemenliğinin son dönemini ele alır. Kantorowicz’e göre Shakespeare adı geçen tragedyasında I.Charles’ın başının vurulmasını ve İngiltere’nin politik tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını öngörmüştü.

Gerçekten, I.Charles iç savaşın sonunda, 1650 yılında yani Shakespeare’nin adı geçen oyununu yazmasından yarım asırdan daha uzun bir süre sonra Londra’da açık havada başı kesilerek idam edildi. Kralın infazıyla birlikte devletin de niteliği değişti.

***

Ben bu noktada Kantorowicz’in kitabında sözünü etmediği, kaynakçasında yer almayan bir metni konuyla doğrudan ilgili olması nedeniyle kısaca anmak istiyorum. Sözünü ettiğim John Milton’ın kralın idamından çok kısa bir süre önce kaleme aldığı Tenure of Kings and Magistrates (Kralların ve Hâkimlerin Görevleri) başlıklı metin. Milton açıkça halkın kralı yargılama ve suçlu bulduğunda idamına karar verme hakkına sahip olduğunu savunuyordu. Yeni bir düzenin çerçevesini sunuyor ve bu düzeni gerekçelendiriyordu. Kralın Tanrı tarafından ilahi kudretle donanmış ve atanmış bir temsilci olmadığını, dünyevi olmayan aşkın bir kudrete sahip bulunmadığını vurguluyordu. Lefort’un savları ışığında okuduğumuzda cumhuriyetçi şairin politik olanın teolojiden kopmasını, hukukun sekülerleşmesini savunduğunu ileri sürebiliriz.

***

Milton bir bakıma İngiliz Milletler Topluluğu’nun (Commonwealth’in) kurucu metnini yazmıştı. Zira I. Charles’ın başının kesilmesinden ve doğal bedeniyle birlikte politik bedeninin de ortadan kalkmasından sonra İngiltere’de devletin niteliği değişti. Kalıtsal monarşinin yerini, İngiltere Milletler Topluluğu’nda ifadesini bulan cumhuriyet düzeni aldı.

Lefort’a göre modern çağın devrimlerinde kralın idam edilmesiyle iktidar bedensiz bırakılmıştır. Bir başka ifadeyle, kralın her iki bedeninin de ortadan kalkmasıyla tek bir temsil ve tek yönetim mantığı dağılmış, mutlak yetki anlayışı ortadan kalkmış, yetkiler ayrışmış ve yayılmıştır. Costas Douzinas’ın belirttiği gibi “yetki yargısal bir söylemin nesnesi” haline gelmiştir. (Douzinas, İnsan Haklarının Sonu, çev..K.Akbaş-U.D.Tuna , Dipnot Yayınları, 2015, 247). Devrimden sonra yetkilerin Tanrı’ya gönderme yaparak kullanılması son bulmuştu. Bundan böyle yetki kullanımının dünyevi olarak gerekçelendirilmesi gerekiyordu.

***

Özetlemek gerekirse, Lefort’a göre kralın doğal bedeniyle birlikte politik bedeninin de ortadan kalkması politik teolojinin yerini modern politik düşüncenin alması anlamına geliyordu. Politik modernitenin belirleyici özelliği toplumun bedensiz olması, toplumu aşkın bir varlığa ve düzeye bağlayacak bir figürün bulunmamasıdır. Lefort politik modernliğin bu özelliğini vurguladıktan sonra bu kez demokrasinin belirleyici bir niteliğine işaret eder: İktidarın bir “boş yer” (lieu vide) olması. Modern demokratik toplumda politik meşruluğu ‘boş yer’ sağlar. Modern demokrasi iktidarın ‘boş yer’ olduğu tek rejimdir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir